✏ AKP 2002 yılında kendisinin de beklemediği bir oranla seçimi kazanarak, iktidarın el değişmesine neden oldu. O gün demokrasi kültürünü benimseyen kişi ve kurumlar, taşkınlığa ve şiddete geçit vermeyerek, sonucu olgunlukla karşıladı. Bu başarı kendince siyasetin darlığından bunalan halkın bir bölümünde, ferahlatıcı tonik etkisi yaparken, diğer kısmında endişe yüklü bekleyişe neden oldu. Toplumda söz konusu merak edilen konu; eğitimde, sağlıkta, ekonomide sosyal hayatta neyin egemen olacağı ile ilgiliydi.

AKP 2008 yılına kadar, Fetö'nün insan kaynağının, kamusal desteğini de alarak, her alanda kayda değer reformlar yaptı gözüktü. Farklı alan mücadelesinde AKP, seçmen kitlesini genişletmiş ve iktidarı koalisyon ekseninden uzak tutmayı başarmıştı. Bu bağlamda güç zehirlenmesi yaşayan AKP, zaman içerisinde taktiksel aldatmacayı yarı bırakarak, yarı devam ettirerek paradoksal çelişkiler yaşamaya başladı.

 Paradoksal çelişkilerin yanısıra, AKP eriştiği iktidar gücünü, mal biriktirme hırsıyla, yolsuzluk bataklığına bulaştırdı. 17 / 25 Aralık'ta devletin emniyet güçleri tarafından suçüstü olunca, elindeki iktidarı kaybetmemek için, hiç bir insani sınır tanımadan, baskıcı yeni modelini kucaklamak zorunda kaldı.

Yeni zorba model, sistemi ne denli etkiledi?

Bu modelden en cok etkilenen hukuk, örtbas ve siyasetin emrinde hareket marifetini beklenenin ötesinde geliştirdi. Artık kendini denetim ağından kurtaran iktidar, reform kazanımlarından vazgeçti. Böylelikle eğitim, sağlık, ekonomi gibi her alanda sıkıntılar çığ gibi büyüméye başladı. Çünkü bundan sonra atılan adımlar reform içeriği taşımaktan uzak, kendi ve yandaş şirketlere parasal anlamda haksız kazanç sağlamaktan başka bir şey değildi.

Mesela Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “yeni bir çağ açıyoruz” diyerek başlattığı, 10.6 milyon tablet dağıtılacağını sözünü verdiği Fatih Projesi. Tam bir hüsran...

Bu proje hakkında örneklem belirlenerek idareci ve öğretmenlerin fikirleri alınsaydı, çizginin eğriliği çok net görülebilirdi. Kamuoyunda tartışılmadan, hatta yetkili ağızlara bile danışılmadan, yandaş iş adamlarıyla çıkar amaçlı planlanan proje, aradan geçen yıllar ve harcanan milyarlarca liranın ardından hedefleri tutturamadı.Her çocuğa bir tablet söyleminde yüzde 20’ye ulaşamadan proje değişikliğe uğradı. Proje tablet yerine, klavyeli bilgisayara dönüştü. Yüz milyonlarca lira rant dağıltıldı ama beklenen sonuç hiç gerçekleşmedi. Güya o tabletlerle çocuklarımız çağ atlayıp, deliler gibi ders çalışacak, çağın uygar büyük adamları olacaklardı. Tabletler veya klavyeli bilgisayarlar nerede? Yoksa Fatih Projesi 1453 senesine geri mi döndü?

Sağlık sorunlarının planlanması ve bunlara çözüm stratejilerinin geliştirilmesinde de ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. 2011 yılında sağlıkta randevu sistemi geldi. Ben bu sisteme kısaca "ALABİLİYORSAN AL" diyorum. "ERKEKSEN AL" diyenler de var. "Merkezi Hastane Randevu Sistemi'nden" Göz,cilt gibi bölümlerden randevu alabilmek, ölüden öpücük beklemek demek. Kulağımda tekrar edilen papağansı ses ise“randevular doludur yarın gece yine deneyin” sesidir. Sağlıkta 182 arama gibi benzeri yöntemler, yeni aldatmacaların modern adı durumunda.

Randevu alma işinde oldu ki, her şeye rağmen başarılı olabildiniz, doktorunuzun istediği MR için 3 ay sonrasına, pazar gecesi 03:15' e randevu verilirse şaşırmayınız.

AKP'nin yeni rant projelerinden biride şehir hastaneleri. 700 milyon liraya bitebilecek bir şehir hastanesinin maliyeti hesaplamalarda 2 milyar lira, yani 3 katı görünüyor. Hastane etrafındaki arsalar, öncesinde nufuzlu AKP'liler tarafından toplanmış. Tanrı'nın sağnak sağnak lutufları cennetlik AKP elitlerinin üzerine yağıyor. Dünyalık bir beklentileri olmamasına rağmen. Daha da ilginç olanı "16 şehir hastanesinin 16'sında da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir danışmanının kardeşinin bulunması." Bu hastaneler devlet hazinesinin zarar ettiği "devlet garantili" hastaneler. Kısaca alarm veren sağlık politikaları iyiden iyiye çöküşe geçti.

Ekonomi ise evlere şenlik bir hikaye."Yiğidi öldür, hakkını yeme." Bu konuda AKP' nin bir günahı yok. Hep DIŞ GÜÇLER yapıyor.

AKP seçmeni tam bir paradoksun içerisinde.. AKP giderse sahnede aç, susuz bir sefilliği oynayacaklarını düşünüyorlar. Halbuki şu an sahnede oynadıkları senaryonun sonu, aldatılmış yoksul kızın, hazin durumunu netice verecektir.

Senaryonun AKP'li yazarı bilinçli olarak pazarda soğan ve patatesi Amerikalı JOHANY' e sattırıyor. JOHANY dış güçlerin adamı olduğu için, patates ile soğanı Erdoğan hükümeti yıpransın diye hep pahalıya satıyor. Halk buna inanarak, JOHANY'e tepki gösteriyorlar. Fakat bu ara yazarın hiçte beklemediği bir gelişme yaşanıyor. JOHANY' i bir gün aniden beklenmedik bir şekilde pazarı terkediyor. Önceleri halk bu gidişe sevinsede, sonrasında JOHANY'nin suçsuz olduğunu anlar. Çünkü JOHANY gitmesine rağmen fiyatlar dahada artar. Yazar bu pahalılığa sebep olan yeni KAHRAMANI bir an evvel bulması gerekiyordu. Sonunda bulur. Sebep patates ve soğan MAFYASIYDI. Cahil halk bu masala inanmakta gecikmez. Ama her pazara çıktıklarında mırıldanırlar. "Devletin gücü bu mafyaya yetmiyor mu?"diye. Mırıltıları duyan hükümet ülke tarihinde ilk defa çiftçilerin saklama depolarına göstermelik soğan, patates baskınları yaptırır. Maalesef bu baskınlar da netice vermez. Tam tersine patates ve soğanla birlikte diğer ürünlerde de fiyat artışı başlar. Patlıcan 10 tl' ye, domates 8 tl'ye, biber de 18 tl'ye çıkar. Böylelikle halk "domates, biber, patlıcan" şarkısını dinlemekten vazgeçer. Fiyatlar sanatı da olumsuz etkiler.

Erdoğan hükümeti Yazara hemen yeni çözüm üretmesini söyler. Çünkü yakın zamanda belediye seçimleri vardı. Yazar mafyaya ve mafyaya destek veren yıllardır sebze meyve halinde çalışan teröristlere karşı, yeni mücadele yöntemi bulur. "TANZİM TEZGAHLARİ." Halk tanzimden her şeyi en fazla 2 kg alabiliyordu. 2 kg hıyar için soğukta 3 saat sıra bekliyordu. Bu şerefli bekleyişin adı VARLIK KUYRUĞUYDU.

Ne yazık ki fiyatlar bir türlü aşağıya çekilemiyordu. Başka bir çözüm bulunmalıydı.Tarımı rant uğruna bitirilen ülkede yapılacak pekte bir eylem kalmamıştı. Bundan sonrası ancak söylem üretilebilirdi. Ve yeni söylem bulunmuştu. "Aç dururuz ama bekamızdan taviz veremeyiz." 5 kg soğan ile 5 kg patatese 50 TL veren halkta söylem olumlu karşılık bulmakta zorlanıyordu. Halkın yavaş yavaş bekadan da davadan da vazgeçmesi Yazar ve Erdoğan hükümetinde endişe uyandırıyordu. Fakat milletin uyanışıda artık kaçınılmazdı. Niçin mi? Söyleyeyim;

AKP seçmeninin nabzını tutmak için ekonomi, swap, CDS bilmeye gerek yok. AKP li seçmen markete gittiğinde 50 lirası soğan ve patatese gömülüyor. Halkın arasına girince görünen o ki marketten sadece iki tane soğan alıp, evine aşını pişirmeye koşuşturan insanlar, dış güç hikayelerini dinlemek istemiyor. Kafasını kurcalayan bir tek şey var: Tenceresini taşla da doldursa kaynatmak..

Bu ülkede gece gündüz demeden, fedakarlık yaparak 30 yıl çalışan ama bir araba ve ev sahibi olamayan emektar bir kitle yaratılıyorsa, bu kitlenin mutlu olduğundan dem vurmak sadece kendini kandırmaktır. Erdoğan kendini ve çevresini seçimi kazandığına inandırmaya çalışsa bile, durumun böyle olmadığı ortadadır. Bu reel durumu Erdoğan'a kim, nasıl anlatacak? Erdoğanın emrinde olan halkın haber kaynağı medya iletişim kaynaklarının artık yalan bilgilendirme ile kitleleri ikna etmeye gücü yetmiyor.

Peki ufukta görünen nedir derseniz? Size farklı 3 tahminde bulunabilirim:

1) Din-si iktidar elitleri Erdoğan ve partisi iktidari kaybedince demokrasiye olan inaçlarını pekiştirerek, görevi kargaşadan uzak bir şekilde yeni sahibine devredecek. Din-si iktidar elitleri için pek mümkün olmayan bir durum.

2) "Yönetimlerinin meşru iyetlerini sorgulatmamak ve yönetimleri altındaki kişileri kendilerine itaate zorlayabilmek için yeni aldatmacalar, yeni yöntem ve yeni ideolojiler geliştirerek zulüm ve zorbalıklarını meşru gibi göstermeye çalışmak isteyecekler." Genellikle tercih edilen yol budur.

3) Erdoğan için seçim-meçim hikaye. Demokrasi amaca gidebilmek için bir araçtır. O ülkeyi yönetsin, kimse Erdoğan'ın ve yaptıklarının meşrutiyetini sorgulamasın.

Sizce.....