2020’de Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı ile İnsan Hakları Komisyonu Kollektif Suç İşledi, Bakanlıklar ve Komisyon Topluma İhanet Etti

Ömer Faruk Gergerlioğlu: “İnsan hakkı ihlalleri konularında, Adalet Bakanlığı’na 2000’e yakın soru önergesi verdim, tek bir ihlal kararı çıkmadı. Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na 3000’den fazla dilekçe verdim, Türkiye’deki binlerce ihlal hakkında tek bir ihlal kararı çıkmadı. Kollektif bir şekilde insan hakkı ihlalleri örtülüyor. Bakanlıklar, Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyeleri ihlallere suç ortaklığı yapıyor. Başka bir şey değil. Bu topluma ihanet ediyorlar.”

Kocaeli Milletvekili ve İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Üyesi Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu 10 Aralık İnsan Hakları Günü dolayısıyla basın toplantısı düzenledi.

Ömer Faruk Gergerlioğlu şunları söyledi:

10 Aralık, Birleşmiş Milletler’de, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin kabul edilmesinin yıl dönümüdür ve bu yüzden insan hakları günü olarak tanımlanmaktadır. Biz insan hakları savunucuları olarak İnsan Hakları Günü son derece önemlidir.

2020 yılında Türkiye’de insan hakları ihlalleri maalesef artmaya devam etti. Covid salgını Türkiye’de doğru bir şekilde yönetilemedi. 2020’nin en önemli insan hakları ihlali, Sağlık Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’nın süreci doğru, şeffaf bir şekilde yönetmemesi ve bu yüzden halkın can ve mal kaybının artmasıdır.

Sağlık Bakanlığı şeffaf bir şekilde süreci yönetmedi, doğrular yerine yalan açıklamalar yaptı. En baştan itibaren eksiklikleri söyledik fakat sürecin sonunda önemli sayıda vaka ve ölüm sayısı oluştu. Baştan itibaren halka doğruları söylemeyen bir iktidar ile karşı karşıyayız.

Yine cezaevlerinde yaşam hakkı kısıtlanan yüzbinlerce mahpustan Covid nedeniyle ölen insan sayısı ve vakalar açıklanmadı. Yüzbinlerce mahpus ve bunların yakını milyonlarca insan büyük bir tedirginlik yaşadı. Mahpuslar yaşam hakkı ihlaline uğradı ve yakınları da çok büyük sıkıntı ve stres yaşadı.

9 Aralık itibariyle hayatını kaybeden sağlıkçı sayısı 229’dur. Bu sayı her gün artıyor. Sağlıkçılar namlunun ucundaydı ve etkin önlemler alınmadığı için sağlıkçı meslektaşlarım hayatlarını kaybettiler. Covid-19’un meslek hastalığı olarak talepleri halen iktidar tarafından karşılanmamaktadır.

İşçi sağlığı ve iş güvenliği meclisi verilerine göre son 8 ayda en az 368 işçi Covid sebepli iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Sokağa çıkma yasağında kapsam dışında bırakılan işçiler büyük mağduriyetler yaşadı. Kronik hasta olan pek çok kişi zorunlu olarak çalışmaktadır.

Bazı iş yerlerinde koronavirüse karşı alınan önlemler; temizlik standartları ve sağlanan ekipmanlar yetersizdir. Bazı market zincirleri çalışanlarına maske, eldiven gibi ekipmanları sağlamıyor. Bir market zincirinin İstanbul’un gelir düzeyi yüksek semtindeki şubesinde bunu yaparken bir başka şubesinde yapmadığı aktarılıyor.

Bazı fabrika ve depolarda, koronavirüs vakaları ile ilgili işçilere bilgi verilmiyor.

AVM’lerdeki kafe ve restoranlar kapanmakla birlikte internet satışları için yürütülen çalışmalar, kimi iş yerlerinde yeterli önlem alınmadan sürdürülüyor. Birçok şirket çalışanı ücretsiz ya da yıllık izin kullanmaya zorluyor. İstanbul İşçi Sendikaları Platformu’nun araştırmasına göre bu durum özellikle AVM ve mağazalarda yaygındır.

Cezaevleri demiştik; yıl boyu ben cezaevlerinde vakaları açıklamakla meşguldüm. Bunu Adalet Bakanlığı yetkililerine de söyledim: “Vakaları ben açıklıyorum, siz niye açıklamıyorsunuz?” tek kelime cevap yok. Tamamen örtbas ve suskunlukla geçiştirme üzerine bir yönetim sergiliyorlar, başka yaptıkları bir şey de yok. O arada da insanların can ve yaşam hakları kayboluyor. Yeterli tedbir alınmadığı için yaşanan ölümler var.

“BEYAZ SANDALYEDE ÖLÜM” RAPORU AÇIKLANMADI

Gümüşhane Cezaevi’nde skandal bir ölüm yaşandı. Plastik “beyaz sandalyede” ölüm, Türkiye’de konuşulduğu kadar tüm dünyada da yankılandı. Covid nedeniyle güya hastaneye götürülecekti, götürüldü mü, götürülmedi mi, o da belli değil. 3.5 ay oldu raporu dahi açıklanmadı. Karantina hücresine alınması ve orada bakımsızlık, ilgisizlik içinde hayatını kaybetmesi Türkiye ve dünya kamuoyunun vicdanını sızlattı. Yıllardır söylediğimiz hasta mahpusların uğradığı ihlaller sonrasında kral çıplak dedirten bir fotoğraftır Mustafa Kabakçıoğlu’nun fotoğrafı. Adalet Bakanlığı halen herhangi bir araştırma raporu açıklamış değil.

Cezaevlerindeki ihlal ve ihmaller nedeniyle diğer ölümlerden bazıları:

Bursa H Tipi’nde Hüseyin Özen,

Siirt Cezaevi’nde Cengiz Karakurt.

Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde Serkan Tumay,

Bafra Cezaevi’nde Mehmet Yeter,

Sincan Cezaevi’nde Arif Yıldırım,

Tavşanlı Cezaevi’nde Veysel Atasoy,

İskenderun Cezaevi’nde Ahmet Kaplan,

Patnos Cezaevi’nde Takiyettin Özkahraman ve Ali Boçnak.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ihlal edilen maddeleri ile devam ediyoruz. Madde 3 işkence yasağıdır. Türkiye’de işkence ve kötü muamele devam etmektedir. Gösteri ve Yürüyüş Hakkı kullanlara dahi şiddet uygulanıyor.

Anayasal bir hak olan gösteri ve yürüyüş hakkı, Korona döneminde yüzlerce kez yasaklandı, AK Parti mesafe konusunda hiç dikkat göstermeden İl, ilçe kongreleri yapabilirken, yurttaşlar bu anayasal haklarını maske ve mesafeye dikkat etmelerine rağmen kullanamadılar. Büyük bir ayrımcılık yapıldı, utanç verici bir ayrımcılık yapıldı. Kısıtlamalara uymadıkları gerekçesiyle polis ve bekçi orantısız şiddet uyguladı.

Eyüp İlçesi’nin Esentepe Mahallesi’nde Onur B. Adlı yurttaş iddiasına göre ekmek almaya çıktı. Sokağa çıkma yasağı gerekçesiyle 3 bekçi tarafından durdurulan Onur B. dövüldü. 19 yaşındaki Rana B. Söğütlüçeşme caddesi üzerinde polisler tarafından darp edildi.

Kötü muamele olarak;

Karantina koğuşları ve diğer koğuşlar asgari temizlikten yoksun bırakıldı, temiz suya erişim kısıtlandı.

Korona döneminde kadın ve çocuklara yönelik aile içi şiddet artsa da, görünmez hale geldi.

ÖNLEM ALMA, KHKLIYI İADE ETME, İSTİFA-İZİN YASAĞI GETİR, SAĞLIKÇI ÖLSÜN!

AİHS Madde 4, Kölelik ve zorla çalıştırma yasağıdır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre men edilen durumlar olsa da sağlık emekçilerine istifa ve izin yasağı getirildi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca imzası ile 81 il valiliğine personel işlemleri hakkında genelge gönderildi. Genelgede her ne sebeple olursa olsun Covid-19 salgını sürecinde personelin istifa talebinin kabul edilmeyeceği belirtildi. Hem gerekli önlemleri alma, hem KHK’lı sağlık çalışanlarını iade etme, hem de sağlıkçıların emekli olmasını, istifa etmesini engelle ve onları ölümle başbaşa bırak! Yapmadıkları ihlal yok.

İşçilerin uygun olmayan ortamlarda çalışması, hükümetin Korona Virüs salgınına karşı aldığı tedbirler işçileri kapsamıyor! İktidar kendi tedbirinizi kendiniz alın deyip ‘Evde Kal’ uyarıları yaparken, işçiler servis ve toplu taşıma araçları ile işe gidip geliyor. İşyerlerinde steril olmayan ve sağlıksız ortamlarda çalıştırılmaya devam ediyor. Tekstil, inşaat gibi alanlar hala çalışır vaziyette ve mahvettikleri, perişan ettikleri ekonomiden dolayı yaşam hakkını ayaklar altına alıp insanların çalışmasını istiyorlar. Devletin olağanüstü hallerde vatandaşına bakması, koruması, kollaması gerektiği halde maalesef iktidar vazifesini yapmıyor.

AİHS 5. Madde, özgürlük ve güvenlik hakkıdır. 65 yaş üstüne ve 20 yaş altına sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Yaşlılara getirilen kısıtlamalar bilişsel ve ruhsal durumlarında ciddi sorunlar yaratıyor. Hareketsizlik, kronik rahatsızlıkların daha da kötüye gitmesine neden oluyor. Sağlık kontrollerinin düzenli tıbbi takipleri aksıyor. Gençler açısından, sosyalleşme en büyük ihtiyaçlardan birisidir. 20 yaş altı gençler, sürekli evde olmaları eğitimlerinden geri kalmaları yanı sıra sağlıklı bireyler olabilmeleri için gereken sosyalleşmeden de geri bırakılmaktadır.

KYK yurt karantinalarında kişiler sadece sosyal hayattan izole edilirken, yurt içinde doğru düzgün tecrit edilememiştir. Pek çok insan bu süreçte psikolojik sorunlar yaşamış, KYK personeli yeterince korunamadığı için her akşam evlerine virüs taşıma riski ve endişesiyle gitmiştir.

SEGBİS SAVUNMA HAKKI GASPIDIR!

Madde 6, Adil Yargılanma Hakkı açısından da çok ağır ihlaller var. Adil yargılanma hakkı ihlalini insan hakları ihlallerinin en önemlisi olarak görüyoruz çünkü adil bir yargılama olmadığı taktirde çok önemli hak kayıpları olmakta. Yüz yüze duruşma yerine mahkemeler SEGBİS kullanarak savunma hakkını gasp ediyor. Savunmayı kısıtlayan bu kötü koşullarda çoğu kez SEGBİS sistemleri de bozuluyor. İstisnai bir hal olması gereken SEGBİS artık yargılamalarda ana unsur oldu. “Sanık olmazsa yargılama olmaz” ilkesi uyarınca duruşmada hazır bulunması gerekirken teknik anlamda birçok sorun yaşanan SEGBİS kullanılıyor.

TUTUKLU YARGILAMA ESAS OLDU!

Yine “tutuksuz yargılama esastır” denir, resmi yetkililer hep bu lafı tekrarlar ama öyle değildir maalesef tutuklu yargılama esas olmuştur ama tutukluluk bir cezalandırmaya dönüşmüştür. CMK 100’e göre tutukluluk istisnai bir hal olmasına rağmen ne yazık ki pek çok yargılama tutukluluk ile sürdürülmektedir. Özellikle de anne-baba tutukluluklar nesli mahvetmektedir. Salgın döneminde cezaevleri boşaltılması gerekirken, tutuklu yargılamalar ile cezaevleri Korona’nın yayılması için uygun ortamlara dönüşmüştür. Bunu bu yılın Mart-Nisan aylarında yoğun bir şekilde söyledik. İnfaz İndirim Yasası görüşülürken, “cezaevleri çok dolu, Covid salgını geliyor, doğru dürüst ve adil bir indirim yasası çıkarın, şu cezaevlerini boşaltın” dedik ama dinlenmedi. Sonuçta cezaevlerinde onlarca ölüm, binlerce vaka yaşandı. Net sayıyı Adalet Bakanlığı ısrarla açıklamıyor çünkü utancını açıklamak istemiyor. Bu yüzden bir belirsizlik var ama çok vakanın olduğunu biliyoruz, hamile kadınlar çocuklu anneler büyük bir sıkıntı yaşıyor. Hemen her gün çocuklu annelerin sıkıntılarını dile getiriyorum. Çok büyük sıkıntılar, neredeyse 10 ay boyunca anne ile çocuğun ayrıldığı yerler var, bunları çok iyi biliyoruz. Özellikle terör suçlaması içerikli dosyalarda getirilen kısıtlılık kararları dikkat çekiyor. Terör davalarında suçlamaları içerik dosyalarda gizlilik kararları adil yargılanmalarını etkiliyor. Özellikle iktidarın arkasında durduğu dosyalarda anında gizlilik kararları getiriliyor ve sanık avukatları dahil dosyaya kimse erişemiyor.

Madde 7, Kanunsuz Ceza olmaz ilkesi vardır ama bakalım Türkiye’de böyle olmuş mu? Korona vakalarının açıklanması sebebiyle fezleke düzenlendi. Kime düzenlendi? En başta bana düzenlendi. Daha bu yılın Mart ayında, “hastanede yatan Korona hastası var” dediğim için bana 2 ayrı fezleke yollandı yollandı. Doğruyu söylemek maalesef bu ülkede cezalandırılma gerekçesi oldu. Peki sonra ne oldu? Sincan Cezaevi’ndeydi Arif Yıldırım, Korona olup Bilkent Şehir Hastanesi’nde vefat etti. İşte bu yüzden bize Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Hamza Yokuş fezleke düzenleyip meclise gönderdi, biz de kendisi hakkında suç duyurusunda bulunduk ama reddedildi.

KİTAP; EVDE KALANA CEZA, YA CEZAEVİNDE KALANA…

Korona tedbirleri kapsamında bazı valilikler yeni yaptırım kararları aldı. Tüm Türkiye’de açık alanlarda maske takmayanlara idari para cezası uygulanırken Sakarya’da ise ayrıca kitap okuma cezası da getirildi. Cezaevlerinde kalanların ise dışardan kitap getirmesi ya yasaklanıyor ya da sınırlanıyor.

Denizli Valisi Ali Fuat Atik denetimlerde bir döner ustasının eldivensiz çalıştığını görüp uyardı. Ancak usta umursamayıp döner kesmeye devam etti. Olaya sinirlenen Atik’in talimatıyla işletmeye ceza kesildi. Gelen tepkiler üzerine özür dileyen Vali işletme çalışanı ile yaşanan diyalog da “Şahsımın yaklaşımı, uslüp ve kullandığım ifadenin gönül kırıcı bir yaklaşım içermesi hakikaten beni de üzdü.” Diye bir açıklama yaptı ama olan olmuş, kamu yetkililerinin halka tepeden bakan yüzü apaçık ortaya çıkmıştı.

Madde 8’de, AİHS önemli bir hususu dile getiriyor; Özel ve Aile Hayatına Saygı Hakkı. Özel yaşama saygı, kişilerin dış dünya ile teması, kendini gerçekleştirmesi için sosyalleşme hakkını da içeriyor. Çalışma yaşamı, özel yaşama saygı hakkının bir uzantısıdır. Çalışma hakkında alınmayan önlemler de bir ihlaldir diyoruz. Çeşitli sosyal mekanların kapatılmasına yönelik tedbirler özel hayata saygının ihlalidir.

Cezaevlerinde görüş yasakları yine sıkıntı oluşturdu. Açık görüşler yasaklandı. Aylarca açık ve kapalı görüş yasaklandı. Aileleriyle açık veya kapalı görüşemeyen bazı mahpusların telefon hakları da ellerinden alındı. Hadi kapalı görüşe izin vermiyorsun, telefona niye izin vermiyorsun? Bir süre sonra kapalı görüşler açıldığında sadece 2 kişi sınırlaması getirildi. 4 kişilik bir aile düşünün, anne-baba ya da çocuklardan biri kapalı görüşe giremiyor. Zaten çoğu mahpuslar, ailelerinden uzak cezaevlerinde tutuluyor. Aileler ya yollarda kaza geçirdi, ya maddi imkansızlıklardan ya da çalışmak zorunda olduklarından gidemedi. Aylarca anneler, babalar, çocuklar yakınlarını göremedi.

Madde 10 İfade Özgürlüğü ile ilgilidir. AİHS kapsamında önemli ihlallere şahit olduk. Sosyal medya tutuklamaları olmuştur. Mesela Hakan Aygün Twitter hesabında yer alan “Ey İBAN edenler” İfadesi nedeniyle tutuklandı. Yani beğenmeyebilirsiniz ama bir insanın düşüncesinden dolayı böyle apar topar, sabahın köründe evine baskın yaparak tutuklanması, bir polis devletinde yaşadığımızı gösteriyor.

27 Nisan 2020’de, 42 günde Korona Virüs salgını nedeniyle atılan twitler üzerine 6362 sosyal medya hesabı incelendi, 855 şüpheli şahıs tespit edildi. Bakanlık açıklamasında 402 kişinin yakalandığı ifade edildi. İnsanlar sosyal medya kullanmaktan her gün uzaklaşıyor, korkuyor çünkü yazdığı sıradan bir ifade, bir ironi hemen hakkında bir soruşturma açılmasına neden oluyor.

SAĞLIK BAKANLIĞI YALAN ATIYORMUŞ!

Halkın şeffaf bilgi alma hakkı engellendi. 30 Eylül'de düzenlenen basın toplantısında Fahrettin Koca sadece semptom gösteren pozitif vakaların açıklandığını belirtmişti. Bu açıklama Türkiye’deki salgının gerçek boyutunu göstermediği gerekçesiyle tepkiyle karşılanmıştı. Vaka ve hasta ayrımı yapılmıştı, hani “2000-3000 hasta var” diye açıklamalar yapılıyordu meğerse bunlar ancak semptom gösteren, yani belirti gösteren hastalarmış, Semptom göstermeyen hastaları Bakanlık bize bildirmiyormuş, yalan atıyormuş yani açıkçası. Zaten biz de bunu bu yılın en önemli hak ihlalleri olarak değerlendirdik, halkın bilgi edinme hakkının gaspı önemli can kayıplarına yol açtı. Yalan attılar, yalandan dolayı vakalar arttı, daha çok insan öldü veya resüsite edilmek zorunda kalındı. Bunlar çok ağır insan hakları ihlalleridir.

Madde 11, Herkesin Toplantı ve Dernek Kurma Özgürlüğü vardır. Toplantılar, genel kurullar ertelendi. Meslek kuruluşları kanun gereği yapmakla yükümlü oldukları genel kurullarını gerçekleştiremediler. Denizli’de İl Hıfzıssıhha Meclisi Korona tedbirleri kapsamında kentteki sivil toplum kuruluşlarının genel kurul ve etkinliklerini iki aylığına erteledi. Buna karşın Ak Parti Pamukkale ve Merkezefendi İlçe Kongreleri hafta sonunda gerçekleştirildi. Bu tür çifte standartlı uygulamaları hemen her ilde gördük.

Madde 12’de her insanın evlenme hakkı vardır. Ancak cezaevlerinde Covid dolayısıyla ve başka hasmane engellemeler dolayısıyla insanlar evlilik hakkını bile elde edemedi. Birçok böyle vaka ile uğraştım. Nişanlılar aylarca uğraşıyor evlenmek için ama iş yokuşa sürülüyor, “Mahpus sağlık kuruluna gidecek, gelemedi” derken evlenemeyen birçok kişi ile karşılaştık.

Madde 13, etkili başvuru hakkı. Cezaevinde dilekçeler yerine ulaşmadı. İzmir Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi’nde yatmakta olan C.B. müdüre çıkmak istediğinde dilekçesi yırtıldı. Öte yandan eşinin de müdürle iletişim kurmasının engellendiği belirtiliyor.

Madde 14, ayrımcılık yasağı. Siyasi partiler kongre düzenlerken işçiler, siyasetçiler protesto haklarını kullanamadılar. Adli mahpuslara infaz düzenlenmesi ile örtülü bir af getirilirken siyasi mahpuslar bunun dışında tutuldular. Hamile ve çocuklu anneler dışında tutuldu, riskli hastalar dışında tutuldu. Böylesine inanılmaz bir hak ihlali içeren bir yıldı 2020 yılı. Yüzbinlerce kişi ayrımcılığa tabi tutuldu ve cezaevlerinde ölüme terkedildi, evet yüzbinlerce kişi... Bu devletin, iktidarın acımasız bir ayrımcılık yasağı ihlalidir. Mülteci kampları ve gözaltı merkezlerinde etkin tedbirler alınmadı.

EŞİNİ, ÇOCUĞU YANINDA ÖLDÜRTEN BİRİNİ AKP ve MHP SAHİPLENDİ!

İnsan Hakları gününde birkaç hususa daha değinelim. Çok önemli bir cezasızlık uygulaması yaşandı. Alaattin Çakıcı gibi bir mafya babası esip, gürledi. Ana muhalefet partisi genel başkanına demediğini bırakmadı. Her tür hakaret, küfür, tehdide karşın Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı tarafından tamamen sahiplendi. Utanç verici bir hadise yaşandı ve halen de yaşanıyor. İnanamıyoruz, kulaklarımıza inanamıyoruz. Eşini, çocuğunun yanında öldürten bir insanı bu ülkenin iki partisi, AK Parti ve MHP sahiplendi, Cumhur İttifakı sahiplendi. İzlemişsinizdir MHP Grup Başkanvekili cansiperane bir şekilde Alaattin Çakıcı’yı savunuyor ve yüceltiyordu. Onun ne kadar “Milliyetçi, vatansever” olduğunu söylüyordu.

17 AYDIR BİR İNSAN KAYIP VE TOPLUM SUSUYOR

Kaçırılmalar meselesi devam etti. 490 gün önce kaçırılan Yusuf Bilge Tunç halen kayıp! Geçen sene çok önemli bir hak ihlali olarak söylemiştik ve maalesef bu sene de değişen bir şey yok. Korkunç bir olay bu. Çoğunlukla biz gündeme getiriyoruz, büyük çoğunluk susuyor buna ama vicdanın kabul edebileceği bir şey değil. Düşünün 17 aydır bir insan kaybolmuş ve Türkiye toplumu susuyor, ‘Kral çıplak’ diyecek birisi çıkmıyor ve bu zalimlik devam ediyor. Öldü mü? Kaldı mı? Bilinmiyor ve Yusuf Bilge Tunç nerede sorularımıza ciddi bir cevap alamıyoruz, lakayt tutumlar, güçlü olduğunu düşündüğü için laubali tavırlar devam ediyor! Bu durum devlet için de millet için de utanç vericidir. Çünkü yönetenlerin hukuk dışı tavırlarını denetlememek de çok halk adına önemli bir vebaldir.

Yusuf Bilge Tunç kadar, kendisinden ve devletten haber alamayan yakınları da hak ihlaline uğratılıyor.

BAKANLIKLAR VE İNSAN HAKLARI KOMİSYONU TOPLUMA İHANET EDİYOR

Yine mahpus kadınlara yönelik çok önemli ihlaller oldu. Şuna da özel bir vurgu yapalım; kamu yetkilileri bu kadar insan hakları ihlallerine karşı inanılmaz bir duyarsızlık, kabullenme, üstünü örtme ve yüceltme tavrına girdi. İşte bu yılın en önemli insan hakkı ihlali tavırlarından birisi de buydu. Kamu yetkilileri düşünün, Adalet Bakanlığı’na 2000’e yakın soru önergesi verdim, tek bir ihlal kararı çıkmadı. Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na 3000’den fazla dilekçe verdim, Türkiye’deki binlerce ihlal hakkında tek bir ihlal kararı çıkmadı. Kollektif bir şekilde insan hakkı ihlalleri örtülüyor. Bakanlıklar, Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyeleri ihlallere suç ortaklığı yapıyor. Başka bir şey değil. Bu topluma ihanet ediyorlar, başka bir şey değil çünkü bu yapılan gerçekten korkunçtur. Bu kadar ağır insan hakları ihlallerini bu denli kollektif bir şekilde sümenaltı etmek inanılmaz büyük bir günahtır, vebaldir.

DEVLET MÜLTECİLERİ ‘MAL’ OLARAK GÖRÜYOR!

Mülteciler konusu bu sene yoğun işledik. Mart ayında mülteciler bir koz olarak kullanıldı, Pazarkule Sınır Kapısı’na sürülerek pazarlandılar ve en az 2’si öldü yüzlercesi yaralandı, binlercesi perişan oldu onların acı hikayelerini dinledik,  sonunda Yunanistan’a geçemediler, oturdukları illere döndüler. Ellerinde olan işleri de kaybettiler ve gerçekten hayatları darmadağın oldu. Neden? Çünkü Türkiye onları bir mal olarak görüyor! Devlet onları bir kart olarak kullanıyordu. İktidar onları bir şantaj malzemesi olarak görüyordu ve sonrasında işte Pazarkule’de canlarını kaybettiler ve yaşamları mahvoldu.

Kadın cinayetleri ile çok önemli hak ihlallerine neden oldu. Her ay artan kadın ölümleri ile karşılaştık. 35-40’ı bulan her ay kadın cinayetleri ve belli bir suskunluk, örtbas etme, duymama hali maalesef devam etti.

HAYVAN HAKKI PAZARLIĞINDA AVCILAR KAZANDI!

Hayvan haklarına da ilişkin çok ağır ihlaller oldu. Bize emanet edilen can dostlarımız hayvanlar, üzerinden para kazanılacak varlıklar olarak görüldü, dağ keçileri, ceylanlar, avcılara sunuldu.”Vurun bunları keyif alın, lezzet alın ve biz de para kazanalım” denildi! Utanç verici pazarlıklar yapıldı. Kamuoyu bazılarına tepki gösterdi geri adım atıldı, bazısında ise maalesef avcılar kazandı.

Alınmayan tedbirler dolayısıyla depremde de ağır insan hakları ihlalleri yaşandı.

Odyometri Bölümü teknikerlerinin bizden istekleri var:

“Aldığımız 90 puan ile atanamadık, talepler fazla olmasına rağmen bölümümüzde en son yayımlanan 12 binlik kadro dağılımında Odyometri Teknikerlerine sadece 13 kadro ayrıldı. Yeni doğan bebeklere işitme testlerini de 1 haftalık eğitimle sertifika alan hemşire ve ebeler yapıyor. Halk Sağlığı Müdürlüğü’nün okul çağı çocuklarına yapılan işitme taramasını da hemşire ve ebeler yapıyor. Bunlar yanlış test sonuçlarına neden olmaktadır ki bununla ilgili belgeler de mevcut. İşitme taramasını alanında uzman odyometristlerin yapması gerektiği kanısındayız.” Demişler.

Gerçekten bir doktor olarak, işin ehline verilmesi gerektiğinin bilincindeyim. Bu tür tıbbi testler, uzmanlarınca yapılmalıdır. Biz de poliklinik ortamlarımızda bunu görmüşüzdür, Alanın uzmanı olmayan ebelere, hemşirelere bu tür testler verilmiştir ve yanlış sonuçlar almışızdır. Bütün bunları sahada bilen bir doktor olarak konuşuyorum. İktidar batırdığı ekonomi sonrasında işin uzmanı odyometrist genç arkadaşlarımıza çok az kadro vermekte. Düşünün 12 binlik kadro dağılımında 13 kişilik kadro ayrılmış, olacak şey mi? İktidar bu gençlerle dalga mı geçiyor.

Ağır ve acımasız hak ihlalleri devam ediyor ve biz bunları mutlak surette sizlere aktarmalıyız arkadaşlar çünkü zindanların dibinden gelen sesler bunlar ve bu ihlalleri bir şekilde en yüksek sesle duyurmak durumundayım bir milletvekili olarak. Bakın anneler cezaevinde 2020 yılında çok ağır insan hakları ihlalleri yaşadı. Hülya Bayden diyor ki: “311 gündür mahpusum. Bugün kızımı ikinci defa gördüm, çok ağlıyordu.” Kızı kapalı görüşe gelmiş camın arkasından annesine bakıyor. “Camın arkasından beni görüyor ama dokunamıyordu, ikimizin de psikolojisi bozuldu, 3.5 yaş kızıma psikiyatri ilaçları başlanmış, yemiyormuş, çok çaresiz ve acılıyım.” Hülya Bayden Bakırköy Cezaevi’nden.

Yine bakın şu çocuğun durumu, “4 gündür ağlıyor” diyor yakınları. Her gün anne babasız kalan çocukları anlatıyoruz burada ve çözüm bulmayan Adalet Bakanlığı’nı size şikayet ediyorum değerli kamuoyu. Bursa'da Mustafa, Ayşegül Aktürk tutuklandı. Küçük çocuk bir anda anne, babasız kaldı, dede, nine hasta, çocuğa anne babası gibi bakamıyorlar. Bu çocuklar hep böyle perişan, bu nesil mahvoluyor ve perişan oluyor. Bu iktidar, bu toplum ayağına sıkıyor arkadaşlar bunu da net bir şekilde söyleyelim.

Bakın yine bir başka vaka, Türkiye’de çok büyük aile dramları yaşandığına dair… Gülhan Erdoğan Denizli 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyor. 7 yaş Selma’nın hem annesi hem de babası Konya Cezaevi’nde tutuklu. İkisi de gözlerinin önünde, evlerinden ani bir şekilde götürüldüğünden beri çocukta korku ve devamlı ağlama hali başladı. 15 Aralık’ta mahkemesi var.

Bakın bu da yine mağdur edilmiş bir çocuk bunlar belki yarının Allah korusun psikiyatrist hastalıklar ile boğuşan, kendisine ve topluma zarar veren çocukları, gençleri olacaklar. Ben bu tehlikenin farkındayım ve o yüzden ısrarla bu topluma hatırlatmaya çalışıyorum, bu veballer çok ağır veballerdir, bu çocukları böyle perişan bir halde bırakmayın diyorum. Zalimliktir şu çocuğa yapılan. Kaçıncı kez hatırlatıyoruz bunları… “5 yıldır, eşim olmadan ayakta durmaya çalışırken 5 yaş kızımdan da ayrıldım. Kapalı görüşte cama rağmen bana ulaşmaya çalışıyor. 9 aydır dört duvar arasındayım, panik atak başladı, kızım perişan, engelli babaanne ona bakıyor.” diyor Çiğdem Cabir, Manisa Cezaevi’nden.

Bakın yine utanç verici bir görüntü daha. Bu iktidar lohusa annelerin peşinde arkadaşlar. Daha yeni doğum yapmış bebeği kucağında polisler gelmiş başına seni gözaltına alıp, götüreceğiz diyorlar. Düşünün yeni doğum yapmış bir kadına bu yaşatılıyor. Allah’tan büyük bir baskı oldu ve sonunda anne gözaltından bırakıldı, en azından tutuklanmadı.

Hasta tutukluluklar devam ediyor. Diyor ki: “Edirne E tipi Cezaevi’nde 8 tane gardiyan Korona olmuş, tutuklulardan da Korona olanlar var.” Bütün bunları Adalet Bakanlığı açıklamıyor, hep biz açıklıyoruz kamuoyuna böylesine duyarsız ve vatandaşını düşünmeyen bir Adalet Bakanlığı var karşımızda.

Mustafa Bulut, Bursa H Cezaevi’nden bize diyor ki: "Ölüm bize ne zaman gelecek diye bekliyoruz." 70 yaşında bir mahpus bu arkadaşlar. "Hayatımın son yıllarını yaşadığım,torun sevecek yıllarda cezaevindeyim, 6 kişilik yerde 14 kişiyiz, daralıyoruz, 70 yaşındayım, hastalıklarım var, karşı koğuşta biri Covidden öldü ve bu tür zor durumda riskli durumdaki kimseler bu Covid ortamında hapishanede tutulmaya devam ediliyor."

Yine bakın bütün bu Covid ihlallerinden dolayı Müjdat Pala Urfa’da yoğun bakımda ölüm ile pençeleşiyor, büyük hatalar ve ihmaller sonucunda insanlar yoğun bakımlık oluyor.

Burdur Cezaevi’nde birçok vaka var ve bilgi verilmiyor arkadaşlar. Cezaevini aradım ama kesin bir bilgi vermiyorlar, “koğuşları ayırdık durumu ağır hasta yok” diyorlar. Telefon da iptal insanlar büyük bir tedirginlik içinde.

Yine Sincan Cezaevi’nden Gökhan Perçin: “KHK ile ihracım sonrası ninem dedem de dışlayınca evden çıktık. Babam hapse girince sıkıntılarla okulu bitirdik. Behçet hastalığı var, ilacını 15 gün geciktirerek çok sıkıntı yaşattılar.”

“Osmaniye Cezaevi’nde A-44 koğuşunda Korona var. Aramadılar, içerdekilerin yakını arayınca: “Siz bu bilgiyi nereden aldınız? Yok böyle bir şey” dediler ama e-Nabız pozitif vakaları gösteriyordu.”

Diyor ki yine birisi: “Diyarbakır 2 Nolu T Tipi’nde yakınım var. 70 koğuşa virüs bulaşmış hastalar ve sağlıklı olanlar iç içe kalıyor, koğuşlar kapasitenin çok üstünde, nişanlım yerde uyuyor. Lütfen cezaevindekiler için bir çözüm bulunsun." Diyor.

Bakın yine Silivri Cezaevi’nden bir görüntü. Yetkililere soruyoruz: “Boğulurlarsa mı sesiniz çıkacak?” “Sayın vekilim abim Silivri Cezaevi E-1 koğuşunda herkes Korona olmuş nefes alacak yer yok diyor durum tahmin ettiğimizden çok kötü cezaevindekiler bir an önce serbest kalmalı.”

Yine bize daha önceden de başvuran Düzce Hapishanesi’nden Pınar Birkoç ikinci kez Covid olmuş, bakın kaç kez olacaklar ve kaç kez risk altında kalacaklar? Onbinlerce mahpusu boş gerekçelerle tutuklu yargılayanların bunun hesabını vermesi lazım! Daha kaç kez sağlıksız koşullarda, karantinada beklesin bu insanlar?

Bakın Yavuz Selim Burgu Kayseri’de Matematik öğretmeniydi. 3 yıldır tutuklu %54 engelli raporu var bu engelli vatandaşımızın. İşitme kaybı mevcut ve ciddi böbrek hastası. Denetimli serbestlik zamanı geldiği halde cezaevinde tutulmaya devam ediyor. Güya Engelliler Günü kutlanıyor ama hem KHK’lı hem engelli hem de cezaevinde, çok zor durumda olan binlerce vatandaşımız var ve bu zulümler devam ediyor. İnfaz İndirim Yasası’ndan bu insanlar faydalanamıyor maalesef.

“Covid’e rağmen çok yakın arama yapıldı” diyor Gönül Erdoğan Gebze Cezaevi’nden. “Kağıt dahil her şeyimizi götürdüler. Çöp kovasını karıştırdığı eliyle mutfak eşyalarımızı  aradı. Tam bir talandı, Korona bulaştırma operasyonuydu” diyor. Biz Gebze Cezaevi’nin çok sorunlu olduğunu biliyoruz, çok ağır ihlaller olduğunu biliyoruz. Bu ihlalleri gündem etmeye devam edeceğiz. Elektrik ile ilgili sıkıntılar olduğunu duyuyoruz. Yine bu şekilde hak ihlallerinin devam ettiğini de duyuyoruz.

Gökhan Gündüz, “Kırıkkale F Tipi’nde yara bandı, bulaşık eldivenini ancak doktor raporu ile alabiliyoruz. Bıyık makası cımbız yasak, ağır tecriddeyiz. Pandemi fırsatçılık oldu" diyor. Kırıkkale F Tipi’nde, Covid nedeniyle daha da ağır hak ihlalleri yaşanıyor.

“Sayın vekilim, eşim Silivri 5 No'lu da. Sıcak su sıkıntısı varmış. Gece geç saatlerde veriliyormuş. Ayrıca pandemiden beri yumurta çok nadir zamanlarda çıkıyor, kantinde her şey bulunmuyor, fiyatları da artmış, zor koşullarda soğuk kış günü nasıl sağlığını koruyacak?”

Kayseri Bünyan Cezaevi bizim açımızdan çok sabıkalı bir yer. Cezaevi birçok şeyi sümenaltı ediyor. “Kayseri Bünyan Cezaevi’nde mahkumlara verilen yemekler yenilemeyecek kadar kötü veriliyor. Sadece verilen çorbalar içilebilecek durumda. Kantinde takviye yiyecek için çok az seçenek var.”

Dönüşümlü yatıyorlar birçok cezaevinde. “Şakran T-1’ de, koğuşlar çok kalabalık. 28 kişiler yatacak yer yok. Eşim diyor ki, ‘nefes alamıyoruz.’ Pandemi var çok korkuyoruz her gün yüreğimiz ağzımızda yaşıyoruz. Yetsin artık çok zor durumdayız. Sesimizi duyurun.”

Bakın bu çocuğu biz geçtiğimiz günlerde, Genel Kurul’da da duyurdum. Silivri Cezaevi’nde Muhammet Ali Taş. Gardiyanlar tarafından baş memur tarafından darpa uğratıldı ve daha sonra savcılık açıklama yaptı bizim baskımız üzerine. Savcılık, “Bir şey olmadığını, işkence olmadığını” daha doğru dürüst bir araştırma yapmadan ilan etti. Zaten bu açıklamadan anlıyoruz, bol bol savcı yalanı duyan bir milletvekili olarak, bir insan hakları savunucusu olarak bu işin arkasında ne olduğunu çok merak ediyoruz ve ciddi bir araştırma yapılması gerektiğini söylüyoruz. Annesi ve avukatı ile de görüştüm. Savcının açıkladığı gibi konuşmuyor onlar. Onlar çok ağır bir işkence ve ihlalden bahsediyorlar, dayak atılan ve yerinden edilen bir mahpustan bahsediyorlar. Bu çocuklar zaten müebbet hapse mahkum edilmiş, son derece ağır ihlallere uğramışlar. Bir de cezaevinde zulmediliyor.

Diyarbakır T Cezaevi’nde, Diyarbakır Baro Başkanı da bu konuda açıklama yaptı, Mehmet Sıdık Meşe falakaya çekildi. Adından adli rapor verilmedi, ifadesi alınmadı yara, beresi geçsin diye bekletiliyor. Diyarbakır Barosu bu konuyu takip ediyor, ben de takip edeceğim. Genel Kurul’da da gündeme getirdim.

SORUNLAR SEVGİYİ ARTTIRIP, NEFRETİ AZALTARAK ÇÖZÜLÜR

Biz insan hakları aktivistiyiz, İnsan Hakları günündeyiz. Yıllardır insan hakları, barış dediğim için işinden atılmış, cezalandırılmış bir insan hakları savunucusu olarak şunu en başta söylemek isterim: Biz insani sorunlarımızı kavga ile çatışma ile çözemeyiz! Ancak birbirimiz ile oturup, konuşarak diyaloğu geliştirerek, sevgiyi arttırarak, nefreti azaltarak meselelerimizi çözebiliriz. Kürt meselesini de, Ermeni meselesini de, Alevi meselesini de, Alevilere uygulanan ayrımcılığı da, LGBT’lilere de yapılan ayrımcılığı da herkese yapılan haksızlık ve hukuksuzluğu da insanı severek, nefreti azaltarak ancak ve ancak bu şekilde giderebiliriz. Dostoyevski ne demiş: “İnsan en çok severken insandır.”

Mahkemelerden bir üzücü haber geldi daha tam ayrıntısına ulaşamadık araştırıyoruz. 10 yaşındaki A.K.’nin velayeti, 18 sayfalık ATK raporuna rağmen 4 yıldır kendisine sistematik cinsel istismarda bulunan baba Ş.K.’ye verildi. En dehşetli taraf annenin yardım çığlığı ve tecavüzcü babanın Antep’te hakim oluşu. ATK raporu ve korkunç ifadelerin olduğu iddianame konusunda bir ayrıntılı açıklamanın kamuoyuna yapılması lazım.

“BENİ DE Mİ GÖKHAN AÇIKKOLLU GİBİ KATLEDECEKSİNİZ?”

Yüksel Direnişçileri’nin mahkemesini izledim. 9 Aralıkta, Yüksel Direnişçileri ilk olarak 3.5 ay sonra mahkemeye çıkmıştı. Aylardır, yıllardır binlerce kez, Yüksel Caddesi’nde “KHK’lar gidecek, biz kalacağız.” “İşimizi geri istiyoruz.” sloganları ile sadece ve sadece işini geri isteyen KHK’lı arkadaşlarımızdır Yüksel Direnişçileri. Destansız bir mücadele veriyorlardı ve bu mücadeleyi bu direnişi bitiremeyen polis bir takım yalan yanlış iddialar ile bu insanların mahkemeye sevk edilmesini sağladı, savcının hazırladığı abuk subuk bir iddianame ile “İşimizi istiyoruz.” İfadesi suç olarak gösterildi ve bu kişiler sabahın erken saatlerinde evlerine yapılan baskınlar ile gözaltına alınıp tutuklandı.

Çok haksız, hukuksuz gerekçeler ile tutuklandı. Sincan Cezaevi’ne konuldu bununla yetinilmedi yurdun dört bir tarafına dağıtıldılar. Alev Şahin, Acun Karadağ Kayseri Bünyan Cezaevi’ne, Mahmut Konuk Adana Cezaevi’ne, Armağan Özbaş Kırıkkale F Tipi Cezaevi’ne, Mehmet Dersulu Bolu F Tipi Cezaevi’ne, Nazan Bozkurt da Gebze Cezaevi’ne sürüldüler, sürgün edildiler neden? Haklarını istiyorlardı.

Mahkemede, 20 yıllık öğretmen, Acun Karadağ diyordu ki: “Beni de mi Gökhan Açıkkollu’nun akıbetine uğratmak istiyorsunuz, katletmek istiyorsunuz? Ben hasta bir kişiyim, kalp pilim var ve birçok hastalığım var. 3.5 aydır cezaevinde çamaşırımı bile kendim yıkayamıyorum, koğuş arkadaşım Alev Şahin yıkıyor, oldukça sıkıntıdayım ve biliyorum ki Gökhan Açıkkollu gözaltında hayatını kaybeden, işkence sonucu kaybeden şeker hastası bir kişiydi, bir öğretmendi. Bana da mı Gökhan Açıkkollu’nun akıbetini yaşatmak istiyorsunuz?” diye soruyordu.

Sonunda Armağan Özbaş ve Mahmut Konuk’un tahliye edildiğini ve maalesef diğer KHK’lıların halen tutukluluk halinin devam ettiğini öğrendik, bu kabul edilecek bir durum değil. Zaten 3.5 aydır tutuklulukları son derece haksız, hukuksuz şu anda da tutukluluk hallerinin devam etmesi son derece siyasi bir karar. KHK direnişini engellemeye yönelik bir karar çünkü onlar bu uğurda çok büyük bedeller ödediler, işkenceler çektiler ve maalesef tutukluluk devam ediyor.

POLİSİN İFADESİ Mİ, İTİRAFÇININ İFADESİ Mİ?

Bakın yine bir başka mağdur. Böyle çok kişi var maalesef. Polis marifetiyle tutuklatılan çok kişi var. Polisin ifadesi mi itirafçının ifadesi mi diye soruyoruz? “Merhaba Ömer bey, ben Betül Özdemir şuan tutuklu olan Mehmet Özdemir'in eşiyim. Eşim bir itirafçının yalan ifadesi ile tutuklandı. Yaklaşık 4 aydır tutuklu. Bugün eşim ile ilgili açıklama yaptım Çağlayan Adliyesi’nde.” diyerek bize videosunu göndermiş, biz de paylaşmıştık. Böyle hani bir takım kumpaslar ile tutuklanan ve uzun süre cezaevinde tutulan çok insan var diye de biz bunların takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Ankara TEM’den sık sık işkence iddiaları geliyor. “Bugün konuşmadın, akşam konuşmazsan aklın başına gelir. Sana ne yapacağımızı görürsün.” yollu tehditler ile dolu bir yer maalesef Ankara TEM. Bize bu yönde çok şikayet geliyor, İçişleri Bakanlığı’na bunu iletiyoruz.

Bakın KHK zulmü sonucunda hayatını kaybeden çok kişi oluyor. Hakka, hukuka ulaşamadan işine geri dönemeyen vefat eden kardeşlerimizden birisi Sadık Saltan, Şırnak Belediyesi’nde işçiydi. Dürüstlüğü, saflığı ve çalışkanlığıyla bilinirdi. “Tek bir gerekçe vardı, adli işlem yokken KHK zulmü ile belediyeden ihraç edildi ve o acıyla ayrıldı aramızdan. Çok üzgün ve bitkiniz, bu zulümle vefat etti, içimiz yanıyor.” dedi oğlu bana. Son derece perişan ve üzüntülüydü.

Israrla, inatla aylardır söylediğimizi söylüyoruz; Şerif Mesutoğlu Yargıtay’da cezası onanmasına rağmen suçsuz olduğuna inandığımız aslında tüm kamuoyunun, tüm maktul yakınlarının bile inandığı bir kişi ve maalesef halen cezaevinde onun bu zulmen tutukluluğun bitmesi gerektiğini söylüyoruz.

Selçuk Kozağaçlı’nın maalesef tutukluluğu devam ediyor ve savunmaya özgürlük diyoruz. Israrla, inatla diyoruz.

Mehmet Bal, Batmanlı ve İstanbul’da kaçırılan hala haber alınamayan bir kişi, ne olduğu belli değil, hiçbir yetkili açıklama yapmıyor.

Gülistan Doku aylardır kayıp. Devlette aramayı bıraktı, ne olduğu belli değil. Peki bu kişinin ölmüşse cenazesi nasıl bulunmaz, ne oldu, ne bitti bir devlet sorunu olarak açıklama yapılması gerekiyor.

Hürmüz Diril, karısı Şimoni Diril’in vefatından sonra ne ölüsü, ne dirisi bulundu. Ne olduğu belli değil ve ciddi bir araştırma yok onun hakkında.

Gökhan Türkmen’in tutukluluğu devam ediyor, mahkemede 9 ay sonra kaçırıldığı dönemde işkence gördüğünü beyan ettiği için mahkemesi hep kapalı duruşmalar olarak yapılıyor.