Sabra ve Şatilla Soykırımı

Tarihler 16 Eylül 1982.

Beyrut’un batısında 120 bin kişinin yaşam sürdüğü Sabra ve Şatilla kampında yasemin kokulu Filistin akşamlarına duyulan hasretin hüzne dönüştüğü bir akşam üstü..

1948’de yaşanan Nakba (büyük yas günü)işgalci İsrail tarafından evlerinden, Vatanlarından çıkarılarak sürüldükleri bu bir metre karelik alana sıkışıp kalalı da tamı tamına 34. Eylül..

Doğan her yeni güne evlerine dönme umudu ile uyanırken Filistinli mülteciler, gün yine gurbette sona ermiş, zorlukların kuşanıldığı kampta geceye hazırlık başlamıştı..

Sabra ve Şatillanın (zorunlu)meskûnları (ceplerindeki anahtarları okşayarak) umutlarını bir sonraki güne devrederken az sonra olacaklardan habersiz aileleri ile akşam yemeği hazırlığındadırlar.

Sessizliği bozarcasına havaya üç el ateş edildiğinde tüm evlerde bir irkilme meydana gelmiş, ardından “İsrailliler hepimizi öldürmeye geldi” diyen çığlıklar semayı inletmişti. İsrail’in işaret fişekleri ile aydınlattığı sokaklara dağılan milisler ev sahiplerinin ismlerini seslenerek içeri dalarak “siz teröristsiniz sizi yok edeceğiz” naraları ile Filistinli Mültecilere saldırı başlatmışlardı.

Sessizce kampa sızan Hristiyan Falanjis milisler bir yandan ellerindeki ağır silahlarla karşılarına çıkan her kesi kurşuna dizerken, diğer yandan kesici aletlerle doğrayıp acımasızca katletmekteydiler. Bir şekilde kaçmaya çalışanlar kampın dışında bekleyen İsrail askerleri tarafından tekrar içeri püskürtülerek adeta “tek bir kişi sağ kalmasın için” çapraz taarruz sergilenmekteydi.

Saldırıdan üç gün sonra 150 kişilik Falanjist milis Sabra ve Şatilla’yı terk ettiğinde, ardında korkunç bir manzara bırakmıştı.

Tamamen sivillerden oluşan kamp sakinleri kadın, çocuk, yaşlı demeden ağır silahlarla katledilmiş, kafaları baltalarla parçalanmış, hamile kadınların karınları yarılmıştı. Kin ve nefret dolu milisler bebekleri öldürmüş, erkekleri duvar önüne sıralayıp topluca kurşuna dizmişlerdi.. Evlere, sokaklara hemen her yere saçılan cesetler, soykırım vahşetini en korkunç hali ile ortaya sermekteydi.

Soykırım Öncesi

Bilindiği üzere 1948’de İsrail’in bir terör Devleti olarak resmen kurulmasının ardından topraklarına ve evlerine el konulan Filistinliler Lübnan ve Ürdün’e sürülmüşlerdir. Söz konusu zorunlu göçün mağdurları aynı tarihte Beyrut’un batısında kurulan Sabra ve Şatilla kamplara yerleşmişlerdir.

Sonraki süreçte Lübnan’ın pek çok yerinde bulunan çok sayıdaki mülteci kamplarının korumasını ise dönemin Filistin Örgütü FKÖ tarafından sağlanmaktadır.

1975’te Lübnan’da Hristiyan Falanjistleri, Sünni kanat, Şii kanat ve FKÖ arasında bir iç savaş başlamış ve bu bölgedeki kaosu tırmandırmıştır.

İşte bu kargaşa esnasında 6 Haziran 1982’de dönemin İsrail Başbakanı Menahem Begin’in (Deir Yassin katliamını gerçekleştiren katil) desteği ve Savunma bakanı Ariel Şaron öncülüğünde Lübnan işgal edilmiştir.

Lübnan’da bulunan Filistin nüfusundan rahatsızlık duyan tarafların desteğini arkasına alan İsrail, işgalin hemen ardından FKÖ’nün Lübnan’ı terk etmesini istemiştir..

Neticede ülkeyi terk etmemek için dirense de yoğun baskılar FKÖ’yü buna mecbur etmiştir. FKÖ’nün Lübnan’ı terk etmesi halinde korumakta olduğu “kampların güvenliği” gündeme geldiğinde ise; kamplara asla dokunulmayacağı ve korunacağına dair Şaron ve Ranold Readan tarafından teminat verilmiştir.

Oysa bütün bunlar İsrail’in Lübnan üzerindeki planlarının bir parçasıdır!

Bölgede kendi varlıklarını güçlendirecek bir iktidar kurmak için harekete geçen İsrail, tüm kozlarını ortaya koymaktadır ve bunun için iç ve dış destekli stratejiler çoktan belirlenmiştir.

Nitekim İsrail 23 Ağustos 1982’deki seçimlerden Beşir Cemayel’in Cumhurbaşkanı olarak çıkmasını sağlamıştır.

Hristiyan Falanjist örgütü Lideri olan ve pek çok Filistinli katliamı sicili bulunan Beşir Cemayel’in Başkan seçilmesinden sonraki iki hafta içerisinde FKÖ Bütün unsurları ile Tunus’a gönderilmiştir.

14 Eylül 1982’de Falanjistlerin Lideri, Cumhurbaşkanı Cemayel bir suikast ile öldürülmüş ve hâlihazırda halen failleri bulunamamıştır.

Bu olay neticesinde Ariel Şaron “Filistin kamplarında terörist bulunduğu” iddiası ile kamuoyu oluşturmaya başlamış, özellikle Sabra ve Şatillayı hedefe koymuştur. Böylelikle İsrail kendisi bir Terör Devleti olduğu halde işgal ettiği Lübnan’da terörist avına çıkmıştır.Sabar ve Şatilla kampının havadan görüntüleri alınmış, planlar hazırlanmış ve Şaron yönetiminde Falanjistlerin eli ile korkunç soykırım gerçekleştirilmiştir..

Katliam uluslararası anlamda tepkilere yol açınca İsrail bir araştırma komisyonu kurmuş, komisyon 1983’te yayınladığı raporda Şaron’u bireysel olarak sorumlu tutmuş ve Şaron Savunma Bakanlığından istifa etmiştir.

Ancak bu durumun uluslararası kamuoyunun tepkisine karşı ustaca planlanmış bir manipülasyon olduğu çok geçmeden anlaşılmıştır.

Zira “Beyrut Kasabı” Ariel Şaron tıpkı( Deir Yassin katliamını gerçekleştiren Menahem Begin gibi) 2001’de İsrail Başbakanlığına getirilerek işlediği katliamlarından dolayı bir bakıma terfi ettirilmiştir..

Nitekim o esnada Sabra Şatilla katliamdan kurtulan 23 kişinin Belçika’da Şaron Aleyhine açmış olduğu dava devam etmektedir. Sonuç hiç te şaşırtıcı olmayacak, Şaron söz konuş katliamdan sorumlu tutulduğu halde 2002’de “yetkisizlik” gerekçesi ile dava düşürülecektir.

Esasında bu vahşet, İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron’un ilk katliamı olmadığı gibi son katliamı değildi.!

14 yaşında İsrail ordusuna giren Şaron Ekim 1953’te 25 yaşındayken Filistin’in Kibya Köyüne bir gece yarısı baskını düzenlemiştir.600 askerden oluşan 101 tim gece yarısı sızdığı Kibya köyünde tüm evlere tek tek girerek katliamlar yapmış, köyden çıkarken de evleri dinamitle donatarak tamamını bombalamıştır.

Uluslararası güvenlik meclisi evlerinde ve köylerinde uğradıkları bu korkunç vahşetle katledilen Filistinlilerin katillerini tespit etmiş olmasına rağmen, sadece kınamakla yetinmiştir.

Söz konusu karanlık sicile bir yenisi daha eklenerek Başbakan Ariel Şaron’un Başbakan olduğu İsrail’de 29 Mart 2002’de “terörle mücadele” gerekçesi ile bu kez Cenin kampına saldırılmıştır.’

Ki, Cenin 1948 işgalinde Hayfa kentinden ve civar köylerden gelen mülteciler için 1 km alana kurulmuş olup 13.755 sivil Filistinlinin yaşam sürdüğü bir Mülteci kampıdır.

3 Nisanda kuşatma altına alınan Cenin kampında İsrail toplu kıyım ve imha saldırıları ile tarihe geçecek bir katliam daha gerçekleştirmiştir. Üstelik saldırı sonrası 12 gün süresince abluka altında tutulan kamp dünyadan tecrit edilmiş BM kararına aykırı olarak ambulans girişine dahi izin verilmemiştir. Saldırı esnasında 13 bin Filistinli katledilmiş ağır yara alan 1500 Filistinli hiçbir tıbbi müdahaleye izin verilmeden içerde tutulmuştur.

Katliamın deşifre olmasından sonra BM inceleme gereği bile duymadan saldırıları “Katliam” olarak değil “İsrail aşırı güç kullanmıştır” şeklinde tanımlamıştır.

“Kasap Şaron”un kin, nefret ve korkunç katliamlarla dolu geçen 85 yıllık ömrü 2006’da geçirdiği beyin kanaması sonrası 8 yıl komada kalarak 2014’te sona ermiştir..

Bilge Lider Alija İzzetbegoviç’in tabiri ile “unutulan soykırım tekrarlanır” gerçeğinden hareketle, tüm soykırımlar gibi Sabara Şatilla soykırımını da unutmadık!.

Unutanların Kanı kurusun!