Münferit bir konuyu ele alıp, onun üzerinden büyük bir propaganda ve iletişim kampanyası başlatmak, Boğaziçili öğrencilerini şeytanlaştırmak bu ülkeye de bu ülkenin gençlerine de yazık etmektir. Gerçek çözüm istiyorsak siyaseti çalıştırmamız lazım.

Siyaset bir inşa sürecidir.

Siyasi aktörler gündelik hayatta farklı siyasi araçlarla, politik faaliyetlerini yürütürken zaman zaman sokak siyaseti içinde kendilerini bulabiliyorlar.

Günümüzde siyasetin gündelik inşası sokakta şekillendiğine inananlar vardır.

12 Eylül darbesi sonrasında doğan kuşaklar için siyasi partiler, meclis, seçimler gibi siyasetin davranış kalıplarını soyut, afaki ve uzak birer politika alanı gibi görmektedirler. Çünkü 80 darbesiyle Apolitik bir gençlik yaratılmak istendi.

1960'lar 70'ler siyasetine damga vuran silahlı sokak hareketleri göze alınamayacak kadar tehlikeli ve sonuçsuz kalırken (ki ülkeye maliyeti çok yüksek oldu.) Siyaset kurumu 1990'lı yıllardan itibaren apolitik gençleri gündelik hayatımızda siyasetin merkezine çekmeye çalıştı, kısmen başarılı da oldu.

Bununla birlikte Susurluk Kazası sonucu açığa çıkan karanlık ilişkileri protesto etmek için yapılan "sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" hareketi, merkezsiz, örgütsüz ve spontane olmasına rağmen kitleselleşebilmişti. Eylemcilerinin belli bir kimliğe ait olmaması, sokağı eyleme dâhil eden ve göstere göstere yapılan bir protesto olması birçok insanda "yalnız değilim" iyimserliği uyandırabilmişti.

Sokak gösterileriyle yapılan protesto eylemleri son yıllarda bütün dünyada yaygın. Türkiye’de de bu küresel eğilime paralel olarak, özellikle muhalif siyaset tarafından zaman zaman kendini göstermektedir.

Mevcut yönetim tarafından bu temel anayasal hakkı kriminalize eden bir anlayışla değerlendirerek orantısız güç kullanıp bastırmağa çalışmaktadır.

Mevcut yönetim sokakta görülen haklı veya haksız her talebi, güvenlikçi yönetim anlayışla temel hak özgürlüklere zarar verecek şekilde bertaraf etmek istiyor.

Sokak siyaseti özellikle 1968’den itibaren yeni tabirle dillendirilen toplumsal hareketler; yönetimlere karşı, yerel ya da ülke genelinde bir tepki hareketi olarak ortaya çıkmıştır veya çıkarılmıştır.

Bu hareketler, sorun olarak gördükleri toplumsal olayları, dramatize edilmiş eylemlerle temel iletişim ortamı haline gelmiş sosyal medya ile daha geniş kitlelerin dikkatini çekmektedirler.

Diğer bir ifadeyle toplumsal hareketler (öğrenciler, çevreciler, aktivistler, meslek birlikleri, sivil toplum örgütleri ) kendilerinin veya toplumsal sorunları katılımcı demokrasiyi teşvik ederek toplumun diğer kesimlerinden yöneticiler üzerinde baskı araçlarını kullanarak destek talep ederler.

Bunun altında var olan gerçek, siyasal sistemde toplumun tam olarak temsil edilip edilememesi ile yakından ilgilidir. Bu temsil sorunu ise siyasal sistemin topluma artık yabancılaşması olarak görünür. Bu nedenle toplumsal hareketler yaptıkları çeşitli etkinliklerle, toplum ve siyasal sistem arasındaki uçurumun giderilmesine önemli katkı sağlanması amaçlanmaktadır.  

Sokak siyaseti genel olarak kurumsal bir çerçevede gelişmez, aksine günlük hayatın sorunları içinde kendiliğinden oluşuverir. Tıpkı Boğaziçi Üniversitesi olayları gibi...

Demokrasi kültürüne sahip ülkeler, kolektif eylemlerle demokrasinin işlevselliğine derinlik katarlar. Dolayısıyla demokrasi ve toplumsal hareketler arasındaki bu bağ, demokrasinin tanımıyla uyuşmaktadır. Günümüzde temsili demokrasinin katılımcı demokrasiyle yer değiştirmesinde rol oynayan temel saik kolektif eylemlerdir. Nitekim 1968 öğrenci eylemleriyle başlayan süreç ve sonrası yaşananlar buna örnektir. Sokak eylemlerini Bir başka açıdan değerlendiren yaklaşım ise şöyle:

Yaşadığımız çağı, katılımcı demokrasi çağı yerine, dijital demokrasi çağı olarak nitelendirenlerdir. Gerekçe olarak da eylem yapanların kimliğine bakıldığında, kadınların ve 17-30yaş arasındaki gençlerin çoğunlukta olduğunu, çünkü dijital devrimin en çok bu kesimleri etkilediğini belirtmektedirler.

İster temsili, ister katılımcı, ister dijital demokrasi diyelim, sokakta hak aramayı anayasal bir hak olduğunu kabul ediyorsak,  makul,meşru ve hukuki çizgi zemininde ayrılmaması gerekir.

Haklı talepler marjinal grupların tahrikkar inisiyatifine bırakılmamalı veya yönetimin arzuladığı komploya alet olunmamalıdır...

Soğukkanlı olmak, aşırıya kaçmadan, ölçülü davranmak esastır.

Kurumsal bir karar alınmamışsa bireysel katılım ve davranışlar özenle sergilenmelidir.

Özgürlükleri önceleyen siyasi partiler ise meşruiyet zemininde desteklerini sağlamalı, tavır almalı, ancak haklı oldukları yerde haksız konuma düşmemelidir.