Değerli basın mensupları, sevgili arkadaşlar

Bugün 9 Temmuz Perşembe

Gündemdeki konulara ilişkin basın toplantımızı gerçekleştiriyoruz.

Yeniden TBMM Başkanlığına seçilen Sayın Mustafa Şentop’a görevinde başarılar diliyorum, hayırlı olsun diyorum.

Bugün Sakarya Taşkısığı bölgesinde havai fişek taşıyan bir kamyonda meydana gelen patlama sonucu 3 askerimizin şehit düştüğünü üzüntüyle öğrendim.

Hayatını kaybeden askerlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabırlar diliyorum. Yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum. 

Değerli Arkadaşlar

Bugün Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin 2. Yıldönümü

Geçtiğimiz iki yılda; ekonomiden tarım politikasına, dış politikadan adalet sistemine her alanda altın çağı yaşadığımız süreçte emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

Geçirdiğimiz iki yıllık sürenin sonunda;

Artık esnaflarımız her sabah iş yerlerini neşe ve büyük bir heyecanla açar duruma geldiler.

Öğrenciler herhangi bir gelecek kaygısı duymadan eğitimlerine devam ediyorlar.

Artık herkes fikrini bütün platformlardan özgürce ifade edebilmektedir.

Adalete güven %99 seviyelerine çıkmıştır, kalan %1’i de nazar boncuğu olarak sayabiliriz.

Gelinen noktada Türkiye’nin yoksulluk diye bir sorunu kalmamıştır.

Atamalar siyasi parti mensubiyetine bakılmaksızın, ehliyet ve liyakat gözetilerek yapılmaktadır.

Son iki yılda TL karşısında değer kaybeden Dolar ve Euro eriyip yok olmuştur.

Ezcümle; son iki yılın sonunda ülkemiz üç tarafı denizlerle çevrili, dört bir yanı ise huzurla dolu bir ülke haline gelmiştir.

İktidar mensupları, geriye dönüp baktıklarında gurur duyuyorlardır.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin savunucuları iki yıl önce bu tozpembe tabloyu çiziyorlardı.

Ancak gerçekte tablo tam tersi bir vaziyeti göstermektedir.

Son iki yılda iktidar; ekonomide faiz lobisini beslerken borca dayalı ekonomi anlayışını iyice yerleştirmiştir. Bu süreçte inşaat faaliyetleri tavan yapmıştır.

Toprağa beton dökerek kalkınma yoluna gidilmiştir, tarımda ithalata odaklı yeni bir düzen inşa edilmiştir.

Dış Politikada “sıfır komşu” politikası yürütülmüş, diyalog yolu terk edilmiştir.

Adalet sistemi, muhalif olana yaşama hakkı tanımayacak şekilde tahrip edilmiş, hukuk rafa kaldırılmıştır.

Gelinen aşamada Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin her alanda tıkandığı ve sürdürülebilir olmadığı anlaşılmıştır.

Değerli Arkadaşlar

COVID-19 salgını sürecinde ülkemizde ilk vakanın görüldüğü 11 Mart tarihinden bu yana 4 ayı geride bırakıyoruz.

1000’li rakamların altına düşen vaka sayılarının tekrar 1500’lerin üzerine çıkmış olması, Türkiye’nin artık normalleşmeye başlama zaruretinin sonucudur.

Çünkü kaynaklar artık tükendi ve iç piyasada hareketliliğin sağlanması için son çare olarak vatandaşa faizli krediler dağıtıldı.

20 gün gibi kısa bir sürede yaklaşık 1 milyon vatandaş bankalara borçlandı. Dış ticaret açığı Mayıs ayında %102 oranında arttı.

Önümüzdeki dönemde yaşanacak daralma ve devam eden mevcut krize karşı önlem olarak katma değer üretecek yeni girişimler gerçekleştirilmelidir.

Ancak görülmektedir ki; inşaat faaliyetleri hızla devam ederken çiftçilerimiz; sulama problemleri, pahalı gübre, pahalı mazot, yüksek miktarda faturalarla baş etmek zorunda bırakılıyor.

Konyalı çiftçimizin sulama problemi yıllardır çözülememiştir.

2007 yılında temeli atılan AHİ kanalı ile problem çözülecekti ancak geçen 13 senenin ardından kanal halen faaliyete başlamamıştır.

Yeraltı suları ile yapılan sulamanın maliyetleri çok yüksek ve faturalar ödenemeyecek miktarlarda gelmektedir.

Elverişsiz koşullara rağmen üretim yapan çiftçilerimizin gayretleri her türlü takdire şayandır.

Devletin en önemli vazifelerinden biri de üreticisini koruyarak üretimi arttırmaktır.

Çiftçilerimiz üretim için kullandığı elektrik ve suyun faturasını hasat öncesinde ödemekte zorluk yaşamaktadır.

Bu sebeple suya ve elektriğe en fazla ihtiyaç duydukları zamanda elektrik ve suları kesilmektedir.

Henüz mahsul almamış olan çiftçi, faturaları ödeyebilmek için borçlanmak zorunda kalmaktadır.

Başta Konyalı Çiftçilerimiz olmak üzere üreticilerimizin fatura borçları hasat sonrası ödenecek şekilde yapılandırılmalıdır ve ertelenmelidir.

Bunu yapabilmek çok zor olmasa gerek.

Bunun için “çiftçiyi müşteri” olarak görmemek yeterli olacaktır.

Aynı şekilde;

Türkiye’nin hububat ve mısır ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayan mardin ovası 2,5 aydır susuz durumdadır.

Mardinli çiftçiler, tarlalarını sulayamadığı gibi hayvanları da susuzluk sebebiyle telef olmaktadır.

Orantısız elektrik faturalarını ödeyemeyen çiftçilerin elektrikleri kesilmektedir. Gerekli tespitler yapılmalı ve mağduriyet giderilmelidir.

Çiftçiler, yerelde enerji ihtiyacını karşılayan şirketlerin insafına terk edilemez.

Özellikle üreticiyi desteklemeyen anlayışın Türkiye’yi sürükleyeceği nokta sefaletten başka bir şey değildir.

İnşaat odaklı kalkınma anlayışını ısrarla uygulayan iktidarın asfalt ve betonun yenmeyen bir şey olduğunu anlaması için daha ne olmalıdır?

Değerli Arkadaşlar;

Asfalt ve beton demişken, 12 bin yıllık Hasankeyf’in yeni yüzünü görmüşsünüzdür.

İşte yeni ve eski yüzü…

Bu eşsiz tarihe dokunmayın dedik, soru önergeleri verdik, açıklamalar yaptık ancak iktidar bütün tepkilere kulaklarını tıkadı..

Bölgede yapılan ılısu barajıyla kimi tarihi köprü, kale ve mağaralar sulara gömülürken suların yetişemediği yerler ise betona gömüldü.

Bu manzarayı vicdanların kabul etmesi mümkün değildir. Bu açık bir katliamdır.

Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Artuklular, Safeviler, Moğollar, Selçuklular ve Osmanlı medeniyetlerini görmüş antik şehri betona gömmek nasıl bir vahşiliktir.

Moğol istilasını bile atlatabilmiş olan tarihi Hasankeyf, ne yazık ki Ak Parti iktidarının istilasına yenik düşmüştür.

Mevcut iktidar, büyüklerimizden geleceğe aktarmak üzere devraldığımız emanete ihanet etmiştir.

Tarihe, kültüre ve estetiğe saygısı olmayan bir iktidar; topluma herhangi bir gelecek vadedemez.

Değerli arkadaşlar;

Adil yargılanma ve savunma hakkının güvencesi olan avukatlar ve mensubu oldukları barolar, hukuk devletinin vazgeçilmez unsurudur.

Meclise getirilen düzenleme ile üye sayısı 5 binden fazla olan illerde ikinci bir baro kurulmasını mümkün kılacaktır.

Bu tür bir düzenleme; iktidarın Türkiye’de sivil ya da resmi fark etmeksizin her alanı kontrol altında tutma amacının ortaya çıkardığı bir ihtiyaçtır.

Düzenleme ile birlikte muhalif-yandaş barolar oluşabilecek ve güçlü baro yapısı zayıflayarak kontrol edilebilir hale gelebilecektir.

Çoklu meslek örgütü yapısı Türkiye’de kutuplaşmayı derinleştirecek ve yapısal yeni sorunlara yol açacaktır.

Saadet Partisi olarak, kutuplaşma siyasetine karşı olduğumuzu ısrarla ifade ediyoruz; “Bana baronu söyle, sana partini söyleyeyim.” gibi bir anlayışı yerleştirecek olan çoklu baro düzenlemesine karşıyız.

Baroları bölüp parçalayacak düzenlemeler değil, avukatların ihtiyaçlarını karşılayacak düzenlemeler üzerinde çalışılması gerektiğini ifade ediyoruz.

Değerli Arkadaşlar;

Bugünlerde tartışılan bir diğer konu da kıdem tazminatıdır.

Kıdem tazminatı, işçinin işyerinde maruz kaldığı ağır çalışma şartlarının, düşük ücretinin, ailesi ile birlikte yaşadığı yoksulluğun, yıpranmasının karşılığıdır.

Emekçi tarafından İşverenin emanetine bırakılan ücretinin sonradan kendisine ödenmesidir.

Kıdem tazminatı bugün iktidar tarafından bir fona dönüştürülmek ya da emeklilik sistemine dâhil edilmek istenmektedir.

“Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi” (TES) adıyla süslü bir ambalajla sunulan bu düzenlemeyle, halen 30 gün üzerinden hesaplanan kıdem tazminatı 19 güne düşürülmek isteniyor.

Düzenleme ile ayrıca; 25 yaşından küçük, 50 yaşından büyük olan işçilere, esnek çalışma adı altında, sosyal güvencesiz, kıdem tazminatsız çalışma sistemi dayatılıyor.

Kıdem tazminatını budamaya yönelik girişimleri kabul etmemiz asla mümkün değildir. İşçilerimizin bu konuda tavırları nettir.

İktidar, işçinin ve emekçinin hakkından nasıl kısarım da buralardan kaynak oluştururum çabasından vazgeçmelidir.

Kıdem tazminatı, işçinin kazanılmış hakkıdır. Dolayısıyla kıdem tazminatı emekçinin maaşı gibi dokunulmazdır ve tartışmaya kapalıdır.

Bu konuda Saadet Partisi olarak durduğumuz yer; İşçilerimizin ve emekçilerimizin yanıdır.

Değerli Arkadaşlar

İşçilerimiz, Çiftçilerimiz, Barolar, Kıdem tazminatı derken şimdi de bir başka konu tartışılıyor;

Sosyal medya kısıtlaması ya da yasağı…

Sosyal medya, bütün vatandaşların fikirlerini özgürce ifade edebileceği bir platform olarak kalmalıdır.

Hakaret ve küfürler hâlihazırda suç kapsamındadır. Yeni bir düzenleme yerine yasaların gerektirdikleri yapılmalıdır.

Ancak son 10 yıla baktığımızda adalete olan güvenin %30’lara gerilediğini görmekteyiz.

Bu demek oluyor ki; vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu iktidarın; kendi hırsızını, kendi küfürbazını, kendi mafyasını koruduğuna inanıyor.

Nitekim iktidarın temsilcileri de; “hırsızsa bizim hırsızımızdır” diyerek bunu birçok defa itiraf etmişlerdir.

Sadece bugün size hakaret edildiğinde değil, dün Genel Başkanımız Sayın Temel Karamollaoğlu’nun da ailesine yönelik ahlaksız ithamlar için de bunları söyledik ama siz bugün bunun yanlış olduğunu söylerken, diğer siyasi parti liderlerinin onurunu, haysiyetini hedef alan paylaşımlara ses çıkarmamanız da ikiyüzlülüğünüzün apaçık göstergesidir.

Böyle bir ortamda yapılacak düzenlemeler ile iktidar; kendi yandaşını, kendi trolünü korumak istemektedir.

Sosyal medyayı kapatmak ya da düzenlemek, sosyal medya kullanıcılarını baskı altına almak ancak geleceğinden endişe duyan iktidarların işi olabilir.

Tehlike çanları sosyal medya kullanıcıları için değil, baskıcı iktidarın kendisi için çalmaktadır.

Bugün sosyal medya aracılığıyla düşüncesini ifade edenlere  “Silivri soğuktur” esprisi ile yanıt veriliyorsa iktidar bundan utanç duymalıdır.

İhale ve Yasaklarla yandaş bir medya oluşturabilirsiniz ancak Sosyal medya iradedir, irade satın alınamaz, iradeye yasak konulamaz.

İktidar şunu anlamalıdır; yasaklar ve kısıtlamalar getirilse bile gençler iktidar yalakası olmayacak ve “padişahım çok yaşa” demeyecektir.

Hangi baskıları uygulamaya çalışırsanız çalışın gençler; “Medya padişahınsa, sosyal medya bizimdir.”  Demeye devam edecektir.

Teşekkür ederim..