Kocaeli Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi Ömer Faruk Gergerlioğlu TBMM Göç ve Uyum Komisyonunun 3-4 Mart 2020 tarihinde Edirne’de ve sınır boyunda incelemelerde bulunması üzerine hazırladığı rapora muhalefet şerhi yazmıştır!

TBMM İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU

GÖÇ VE UYUM ALT KOMİSYONU

 

Göç ve Uyum Alt Komisyonunun, 3-4 Mart 2020 tarihinde Edirne’de ve sınır boylarında incelemelerde bulunması üzerine oluşturulan ve 24.06.2020 tarihli komisyon toplantısında kabul edilen ziyaret raporuna dair muhalefet şerhim aşağıdaki gibidir.

Afganistan, Pakistan, İran, Fas, Cezayir ve Kuzey Afrika uyruklu çok sayıdaki sığınmacı yıllardır Avrupa’ya geçmek için Türkiye’yi transit ülke olarak kullanmaktadır.  Bu ülkelere 2011 senesinde Suriyeliler de eklenmiştir. Suriye’nin yaşadığı iç savaş neticesinde yüz binlerce insan hayatını kaybetmiş ve milyonlarca insan da yaşadıkları şehirden hatta ülkeden göç etmek durumunda kalmıştır. Birleşmiş Milletler rakamlarına göre milyonlarca Suriyeli halen 6 kıta 127 ülkede mülteci durumunda yaşam mücadelesi vermektedir. Suriye’de henüz siyasi istikrarın sağlanamamış olması ve çatışmaların devam etmesi sebebiyle kalan Suriyelilerin de göç etme riski devam etmektedir.

Bugün Türkiye’de resmi rakamlara göre 4 milyona yakın Suriyeli sığınmacı ve diğer ülkeden 300 bin sığınmacı bulunmaktadır. Bütün bu zorluklar içerisinde 28 Şubat tarihinde hükümetin Türkiye’de yaşayan mültecilerden Avrupa’ya gitmek isteyenleri artık engellemeyeceğini belirtmesi üzerine pek çok değişik ülkeden mülteci Edirne’ye hareket etmiştir.

Gözlemler ve Raporun Değerlendirmesi:

3-4 Mart 2020’de Göç ve Uyum Komisyonu olarak gittiğimiz ziyaretle ilgili Komisyon yönetimince hazırlanan raporda da belirtildiği üzere bu hareketlilikle birlikte Yunanistan, ülkesine geçmek isteyen mültecileri kabul etmemiştir. Kabul etmemekle birlikte onlara sert tutum göstererek uluslararası anlaşmalardan üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemiştir. Hatta bu sert müdahaleyi insanların ölümlerine sebep olabilecek şekilde abartmış ve bu süreçte hayatını kaybeden insanlar olmuştur. Bu tutum kesinlikle kabul edilemezdir.

Yunanistan’ın sergilediği bu tutum insan hakları bağlamında Türkiye’nin sorumluluklarını ortadan kaldırmamaktadır. Mülteciler Yunanistan tarafına taş atarken Türkiye tarafından göstericilere müdahale edilmemiştir. Türkiye’nin, mültecilerin yaşam haklarının risk altında olduğunu fark etmesiyle birlikte gerekli önlemleri alması gerekmekteydi. Hükümetin kişi kim olursa olsun yaşam hakkına yönelik ortaya çıkacak bütün tehditlerde önlem alması gerekmekteydi. Ne yazık ki durum tam tersi olmuş ve hükümet verdiği demeçlerle mültecilerin sınır kapısına yığılmasını desteklemiştir.

Raporda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ve Edirne Valisi Ekrem Canalp’ın ifadelerine dikkat çekilerek 130.000’in üzerinde sığınmacının Yunanistan tarafına geçtiği belirtilmiştir. Bu sayı ilerleyen günlerde bizzat İçişleri Bakanı tarafından 143.000’e kadar çıkarılmıştır. Bu rakamın ne kadar büyük olduğu Edirne nüfusunun 183.000 olduğunu düşündüğümüzde daha net ortaya çıkmaktadır. Bu bilgi ne bizim ziyaretimizde ne de orada bulunun gözlemciler, sivil toplum kuruluşları tarafından teyit edilememiştir. Bakan ve vali teyit edilemeyen rakamlarla belli ki durumun vahametini anlatmaya çalışmıştır. Sebep ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti adına konuşan hiç kimsenin yanlış bilgi verme hakkı olmamalıdır.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy 28 Şubat tarihinde yaptığı açıklamada: “Durumun kötüleşmesi halinde bu risk artarak devam edecektir. Dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülkemizin mülteciler ve sığınmacılara yönelik politikasında bir değişiklik yoktur.” demiştir. Ne yazık ki sonrasında otobüslerle mültecilerin sınır boyuna taşınması politikada bir değişiklik olduğunu net şekilde ortaya koymuştur.

2011 senesinde açık kapı politikası izlenerek benim de önemli gördüğüm ve takdir ettiğim bir çalışma yapılmıştır. Bugün gelinen noktada ne yazık ki Suriyeliler özellikle Avrupa ile yapılan pazarlıklarda bir koz olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Ne zaman Avrupa ile özellikle para konusunda sıkıntı yaşansa Sayın Cumhurbaşkanı tarafından sınır kapılarının açılacağı tehdidi yapılmaktadır. Bu söylem insan hakları bağlamında kabul edilemezdir.

Ziyaretin üzerinden 112 gün geçmesi riskin boyutunu görmemiz açısından olumlu oldu. Çin’de ilk Covid-19 vakalarının görülmeye başladığı dönemde bu ziyaret gerçekleştirildi. Türkiye’de resmi olarak ilk Covid-19 vakasının 11 Mart’ta duyurulduğunu dikkate aldığımızda kontrolsüz kalabalık insan sevki düşüncesi ve sirkülasyonun ne kadar vahim sonuçlar doğurduğu ortaya çıkmaktadır.  Bu durum tam da salgının başladığı döneme denk gelmesi açısından tehlikeli olmuştur. Raporun 27. sayfasında “Yine Coronavirüs tehdidine karşı da her sınır kapısında 1 hekim, 1 hekim dışı sağlık personeli ve 1 ambulans ekibi, 24 saat boyunca hizmet vermektedir.” denilmektedir. Raporun farklı kısımlarında yine yeterli sağlık personelinin alanda görevlendirildiği söylenmektedir.  Oysa binlerce insanın bulunduğu bir kamp alanında bu kadar sağlık personelinin hem Coronavirüse karşı hem de diğer sağlık sorunlarına karşı yeterli olması mümkün değildir. Geçtiğimiz günlerde özellikle çocuklarda salgın hastalıklar görüldüğü yine pek çok kurum tarafından raporlanmış, göçmenlere yönelik yeterli sağlık hizmetinin -Coronavirüs özelinde de- bulunmadığı göçmenler tarafından da ifade edilmektedir.

Raporun 5. Sayfasında Suriyelilerin kapıya yoğun geçiş yapmak istediği belirtilmiştir. Oysa ki raporun geri kalan kısmında da belirtildiği gibi geçenler arasında başka ülkelerden de insanlar bulunmaktadır. Özellikle Afganların çok sayıda olduğu ve Suriyelilerin azınlıkta olduğu bilinmektedir. Bu haliyle geçiş yapmak için Edirne'ye gidenlerin çoğu Suriyeliymiş gibi varsayılmaktadır.

Raporun 15. sayfasında “Yemek ihtiyacı, kumanya dağıtmak suretiyle düzenli olarak karşılanmaktadır.” ve sayfa 33'te “Beslenme ve temiz su ihtiyacı karşılandığı” belirtilmektedir. Oysa kumanyaların sadece bisküvi, çikolata, su gibi gıdalardan oluştuğu, içme suyuna erişimin olmadığı ve insanların gündelik besin ihtiyaçlarını karşılayacak herhangi bir gıdanın alanda bulunmadığı bilinmektedir. Ayrıca “yemeğe” erişim için göçmenlerin saatlerce uzun kuyruklarda beklediği de yine alandan gelen bilgiler arasındadır.

Raporun 16. sayfasında: “Ayrıca Yunanistan’ın yaşam hakkına müdahalesi silahlı ateş açılmasıyla sınırlı kalmayıp bir geri itme (push back) politikası da uygulanmaktadır. Yani Yunanistan, kendi sınırlarına giren sığınmacıları geri itmektedir. Bunu yaparken geri gönderilen sığınmacıların şortları hariç tüm kıyafetlerinin alındığı veya demir çubuklarla dövüldüğü vakalar tespit edilmiştir.” ifadesi yer almıştır. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bu konuda 5 Mart 2020 tarihinde yaptığı açıklamada: “Şu andan itibaren, sabah itibarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerimizle de konuştuk, gerekli tedbirleri de aldık, bin özel harekât polisini, Meriç'in tüm sınır sistemine getiriyoruz, tam donanımlı, geri itmeleri engellemek amacıyla.” ifadelerini kullanmıştır. Bu da bir nevi geri itme (push back) olmasına rağmen raporda yer almamıştır.

Raporun 28.sayfasında “İdlib’deki alçak saldırının ardından mültecilere Avrupa kapılarının açılmasıyla birlikte, ülkemizin birçok noktasından aralarında çok sayıda kadın ve çocuğun da bulunduğu binlerce Suriye, İran, Afganistan, Fas ve Kuzey Afrika uyruklu göçmen kendi imkânlarıyla Edirne’ye doğru hareket etmiştir.” denilmektedir. Kendi imkanlarıyla sınıra gelen göçmenler olmakla birlikte, bazı şehirlerden ve Geri Gönderme Merkezlerinden belediyeler ve diğer resmi organizasyonların imkanlarıyla insanların sınıra getirildiğine yönelik pek çok haber bulunmaktadır. The Guardian da benimle röportaj yaparak konuyu haberleştirmiştir.

(https://www.theguardian.com/global-development/2020/may/08/erdogan-turkey-refugees-pawns-game)

Akyurt Geri Gönderme Merkezi ve pek çok diğer geri gönderme merkezlerinden avukatların bize ulaştırdığı bilgilerde mültecilerin otobüslere bindirilerek Edirne’ye getirildiği belirtilmişti. Bu konunun ne yazık ki raporda üzerine düşülmemiştir. Bu konuda yine pek çok gazete konuyu haber yapmıştır.

(https://www.nytimes.com/2020/03/13/world/europe/turkey-greece-border-migrants.html?0p19G=0038 )

Raporun 31. Sayfasında: “Sığınmacılarla yapılan görüşmelerde; Türkiye’de yaşamaktan memnun oldukları ancak bir kısmının akrabalarının AB ülkelerinde bulunması, bir kısmının ise yeni bir hayat kurma isteğiyle AB ülkelerine geçiş yapmak istedikleri ifade edilmiştir. Yunanistan sınırını geçmeye kararlı olan bu sığınmacıların, Yunanistan ve AB’nin politikalarını sert bir dille eleştirerek insanlık dışı olarak nitelendirdikleri görülmüştür.” ifadesi yer almıştır. Raporun Pazarkule bölümündeki bu ifadenin Pazarkule’de bir görüşme yapılmadığı halde eklenmesi doğru değildir.

Raporun 37. Sayfasında: “Doyran Köyü, Edirne’nin merkez ilçesine bağlı olup Edirne merkeze 21 km mesafede bulunmaktadır. Nehir sınırının dar ve debisinin de düşük olması nedeniyle, sığınmacıların Yunanistan’a geçişlerinde en çok kullandıkları rotalardan biri konumundadır.” ifadesi yer almıştır. Bu ifade pek çok göç uzmanı ve STK temsilcisi ile görüşmelerde de dile getirilmiştir. Mültecilerin daha kolay geçiş yapabilecekleri yerlere devlet görevlilerince akşamdan taşındıkları söylenmektedir.

Raporun 40. Sayfasında: “2011 yılından bu yana ülkemizde misafir edilen Suriyeli sığınmacıların başta temel ihtiyaçların karşılanması, eğitim, sağlık, sosyal destek ve hizmetler olmak üzere birçok alanda yapılan harcamalarla ülkeye olan toplam maliyeti, 40 milyar doları aşmış bulunmaktadır. Yük paylaşımı ilkesi çerçevesinde AB ile yapılan mutabakat gereği de Avrupa ülkelerince yerine getirilmemiştir. Taahhüt edilen 6 milyar avroluk desteğin yarısı dahi aktarılmamıştır.” ifadesi yer almıştır. Bu ifadenin bir insan hakları komisyonu ziyaretinde söz edilmesi doğru değildir. Burada ne yazık ki insan hakları anlamında bir durum tespitinden çok Ak Partinin politikasının tasdiklenmesi çalışması yapıldığı görüntüsü vermiştir.

Raporun 50. Sayfasında: “Tüm dünya, İdlib bölgesindeki insani drama dikkatini çevirmelidir. NATO gemileri ve NATO kuvvetleri, sığınmacılar Avrupa’ya geçmesin diye beklemek yerine, Suriye’de sivil insanların üzerine atılan varil bombalarına engel olmalıdır. Tüm ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütleri müştereken imza altına alınacak bir deklarasyon ile hem İdlib bölgesindeki insani duruma dikkat çekilmeli hem de kara ve deniz sınırlarındaki geçişlere yapılacak özellikle Avrupa Birliği ve Yunanistan tarafından yapılacak müdahalelerin insani dram yaratmaması için insan hakları bağlamında denetlemeler yapılmalıdır. Uluslararası kuruluşlar, ölen ya da sınırları geçen sığınmacıları saymak yerine, insan onuruna yakışan göç, iltica ve sığınma sistemleri oluşturmak için çaba sarf etmelidir.” ifadesi yer almıştır. Bu ifade de raporun insan hakları ihlalini ortaya çıkarmaktan çok iktidara destek olmak amacıyla yazıldığı görüntüsünü vermektedir. Bu ifadelerin varlığı raporu odaktan çıkarmıştır.

İpsala’da mültecilerle yaptığımız görüşmede sorularıma diğer milletvekilleri tarafından müdahale edilmiştir. Bu müdahale kabul edilemezdir. Bir milletvekili olarak serbest çalışma ortamımız engellenmiştir.

Pazarkule ziyareti esnasında orada bulunan mültecilerle komisyonun görüşme yapmaması büyük eksikliktir. Komisyonun birincil ziyaret amacı oradaki insanlarla iletişim kurmak onların insan hakları bağlamında sorunlarını dinlemekti. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Sayın Hakan Çavuşoğlu’nun kimin hazırladığı belli olmayan komisyonun bütün üyelerine sorulmadan hazırlanmış basın açıklamasını komisyonun basın açıklaması şeklinde yapması şık olmamıştır. Bu açıklama tek taraflı bir metin olmuştur. İnsan haklarından yana olması gereken bağımsız bir komisyonun çalışmalarına gölge düşürmüştür.

Raporda sınırdan geçmek isteyenlerin iyi niyetle çıkışının engellenmemesinden bahsedilmektedir. Bu konuda samimi olmanın birincil koşulu haklarında herhangi bir soruşturma almayan ya da beraat etmiş Kanun Hükmünde Kararname ile ihraç edilmiş insanların pasaport almalarına ve yurtdışına çıkmalarına izin verilmesidir.

Mültecilerin Edirne’ye doğru gitmeleri teşvik edilirken Türkiye’de bazı illerde Suriyelilere saldırılar gerçekleşmiştir. Kahramanmaraş’ta Suriyelilerin ev ve iş yerlerine saldırılmıştır. Yine Ankara Polatlı’da, Samsun’da ve Gaziantep’te nefret saldırıları meydana gelmiştir. Bu durum zaten sıkıntılı olan bir konuda hükümetin daha sorumluluk sahibi açıklamalar yapması gerektiğini göstermektedir.

Son olarak bu yaşananlar neticesinde Avrupa Birliği ile bir anlaşmanın olması sonucunda görülen odur ki sınırda bulunan sınırlı sayıdaki mülteci geri çekilmiştir. Ne yazık ki bu durum insan hakları anlamında yaşanan trajedinin daha da büyük bir hayal kırıklığı yaratmasına sebep olmuştur. Nihayetinde bir umut peşinde hastalıkla pençeleşen insanlar ve hayatını kaybeden 3 insan olmuştur. Tekrar yaşadıkları şehirlere dönmek zorunda kalan mülteciler için ne yazık ki hiçbir şey eskisi gibi olamamıştır.

Öneriler:

1.     1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyulan coğrafi çekinceyi derhal kaldırmalıdır.

2.     Mültecilerin statüsü kabul edilmelidir. Misafir gibi mülteci hukukunda yer almayan kelimelerden vazgeçilmelidir.

3.     Her defasında Avrupa’ya kapıları açarım tehdidinden vazgeçilmeli ve insanları bir koz olarak gören anlayıştan vazgeçilmelidir. Geri dönmemek üzere yerleştiği görülen mültecilerin Türkiye’ye kimliklerini kaybetmeden entegrasyonu sağlanmalıdır.

4.     Bu kişilere devlet okullarında anadilde eğitim başta olmak üzere doğuştan getirdikleri hakları verilmelidir.

5.     Kayıt dışı çalışma alanında mültecilerin emekleri sömürülmektedir. Bu durumda hem kendileri mağdur olmakta hem de ücret alt sınırını çok aşağılara çektikleri için Türkiye’deki diğer emekçileri mağdur etmektedirler. Bu konuda yasal düzenleme yaparak mağduriyetler giderilmelidir.

6.     Mülteciler hükümetin de söylemlerinden etkilenerek Avrupa’ya gidecekler diye ellerinde avuçlarında ne varsa satmışlardı. Bu insanların çoğu da işlerinden ayrılmış tekrar işlerine de dönememiştir. Bu insanların mağdurken daha mağdur olmaları sebebiyle desteğe ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçlar karşılanmalıdır.

7.     Mültecilere yönelik nefret söylemi her geçen gün artmaktadır. Türk Ceza Kanunu (TCK) 122. Madde sınırlılıkları sebebiyle ihtiyacı karşılamamaktadır. Nefret Suçu mülteciler, dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep için tekrar düzenlenmelidir.

8.     Mültecilere yönelik pek çok ilde linç vakaları yer almıştır. Ne yazık ki Linç Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanmış bir suç olmadığı için cezası da yok denecek durumdadır. Bu sebeple Linç TCK içinde tanımlı insanlığa dair bir suç olarak tanımlanmalıdır.

9.     Türkiye dışından mültecilere yapılacak yardımda direk mülteciye ve mültecilerle çalışan sivil toplum kuruluşlarına yardım yapılmasına devam edilmelidir. Mülteciler için gelen yardımlar dolaylı olarak harcanmamalı direk kendileri için kullandırılmalıdır.

açıklamasını maddeler halinde sundu