İktidarın; devlet kurumları arasında kendi otoritesine mutlak biçimde itaat etmeyi reddeden son kuruluşlar olarak gördüğü baroların (ve meslek kuruluşlarının) mevcut yapısını, bu kurumların görüşlerine dahi başvurmadan, kapalı kapılar ardında ve yıllardır sürdürdüğü hoyratça bir tavırla değiştirmeye yönelik bir çalışma içerisinde olduğu bilgisi, son günlerde kamuoyuna yansıdı.

Buna göre, söz konusu çalışma kapsamında; bir ilde birden fazla baro kurulması (çoklu baro uygulamasına geçilmesi), barolara üyeliğin zorunlu olmaktan çıkarılması, mevcut seçim sistemi yerine nisbi temsil sisteminin getirilmesi, delege sayılarının değiştirilmesi ve Avukatlık Kanunu'nun 76. ve 95. maddelerinin değiştirilerek baroların dava açma haklarının tamamen ellerinden alınması gibi düzenlemeler getirileceği yönünde haberler medyada yer aldı.

Konunun elbette teknik bir boyutu da olmakla birlikte, yapılması planlanan düzenlemeyle; özellikle büyükşehirlerde, belirlenen kriterleri sağlayanların ‘alternatif bir baro’ kurmasının önü açılarak bir şehirde birden fazla baro olmasının ve bu baroların da Türkiye Barolar Birliği(TBB)’ne delege vermesinin amaçlandığı; ayrıca mevcut seçim sistemi yerine nisbi temsil sistemine gidilerek üye sayısı fazla olan İstanbul, Ankara ve İzmir gibi ‘iktidar karşıtı’ ve ‘itaatsiz’ baroların delege sayılarının düşürülmesi suretiyle, diğer il barolarının temsiliyetinin arttırılması ve böylece görünürde, TBB’de bir ‘denge’ kurulmasının hedeflendiği anlaşılıyor. Yani; mevcut durumda örneğin İstanbul Barosu, yaklaşık elli bin kayıtlı avukatla TBB'de yüksek oranda bir delege sayısıyla temsil edildiği halde, yeni düzenlemeyle İstanbul’un TBB’deki delege sayısının yarı yarıya düşürülmesi ‘sağlanıyor’! Ayrıca; çoklu baro uygulaması hayata geçtiğinde, avukatlar için de, tıpkı sendikalarda olduğu gibi bir başka baroya kaydolma seçeneği doğmuş oluyor!

Evvela ifade etmek gerekir ki; savunma hakkı kutsal bir haktır. Yargının üç sacayağından biri olan ve avukatların temsil ettiği bağımsız bir savunma mekanizması, gerçek manada bir muhakemenin yapılıp hakikatin ortaya çıkarılması ve adaletin tecelli edebilmesi bakımından elzemdir. Savcılık ve hakimlik makamlarının, HSK marifetiyle bugün artık iyice iktidarın boyunduruğu altına alındığı ve gelinen noktada, ne acıdır ki, bu meslek gruplarının haklarının dahi yine avukatlar tarafından müdafaa edildiği göz önüne alınırsa, savunmanın siyasi iktidardan bağımsız olmasının ne derecede hayatiyet arz ettiği anlaşılabilir.

Diğer sakıncaları bir tarafa; bu muhtemel düzenlemenin bizce en olumsuz sonuçlarından birisi de, baroların dava açma haklarının tamamen ellerinden alınacak olmasıdır. Siyasi iktidarın hukuk dışı iş ve işlemlerine karşı salt vatandaş olarak dava açmanın mümkün olmadığı durumlarda, 1 kamu menfaatlerini korumak maksadıyla baroların idari yargıda dava açabilme hakları hepimiz için hayati önem arz etmekte olup, yapılmak istenen değişiklikle bu olanağın tamamen ortadan kaldırılacak olması, hukuk devleti olma idealine onulmaz derecede zarar verecektir.

Daha önce de, baroların her ‘itaatsiz davranış’larının akabinde iktidarın benzer girişimlerde bulunduğu, ancak kamuoyundan gelen güçlü itirazlar neticesinde bu çalışmaların rafa kaldırıldığı hepimizin malumudur. Bu defa; kontrol edemedikleri bu meslek kuruluşlarının yönetimlerini dağıtarak etkisizleştirmeyi hedefledikleri anlaşılıyor. Dolayısıyla; bu çabalar baroların mevcut yapısını daha demokratik ve çağa uygun bir hale getirmeye matuf olmayıp, iktidarın ‘itaatkar baro’ arzusunun artık gizlenemez biçimde açığa çıkmasından ibarettir. Yargının hayati bir bileşeni olan savunmanın da iktidara bağlı hale getirilmesi sağlanabilirse eğer, iyice dibe vuran yargı bağımsızlığından maalesef artık eser kalmayacaktır!

Baroların ve diğer meslek odalarının iktidarın güdümüne sokulması, bölünmesi ve etkisizleştirilmesi, şüphesiz yine vatandaşın zararına olacak ve insanlar arasındaki kutuplaşmayı daha da arttıracaktır.

Merkez Parti olarak temennimiz; mevcut iktidarın, ülkedeki bütün kurumları kendisine bağlı hale getirme yönündeki tehlikeli politikasını bir an evvel terk etmesi ve hepimizin selameti için, Türkiye Cumhuriyetinin ‘hukuk devleti’ olma vasfını güçlendirecek uygulamalara yönelmesidir… Zira; hukuk ve dahi savunma hakkı bir gün herkese lazım olabilir…