Ülkemize hakim olan kaos ve istikrarsızlık, yönetimde ve yargıda yaşanan adaletsizlik ve hukuksuzluk, toplumsal alanda ayrışmak, kutuplaşmak ve fütursuzca uygulanan ayırımcılık; siyasal, sosyal, ekonomik ve ahlaki çöküşü derinleştirmiştir.

Kuşkusuz çöküşün nedeni tek başına mevcut siyasal iktidar değildir. Ancak iktidarın hamasi ve uygulanabilirliği olmayan politikalarının bu çöküşte başat rol oynadığı inkâr edilemez. Siyasal hedefin ve siyasi istikametin belirsizliği iktidara da, siyasete de güvensizliği artırmıştır.

2002 yılında başlayan İktidar yolculuğunda, önce rotasını ABD ve AB, sonra Kudüs-Mekke ve Şam, şimdi de Turan ve Kızıl Elma istikametine çevirmiş olması, oluşan güvensizliğin en belirgin nedenlerinden biridir. Tabirimi mazur görün, Türkiye “kıble” bulmakta zorlanıyor!

Zamanın ruhundan uzak, tamamıyla ecdat asabiyetinde tutuklu kalmış, hayalperest grupların yönlendirmesiyle şekillenen bir iktidar anlayışının Türkiye’yi maceradan maceraya sürüklediğine tanıklık etmekteyiz.

İktidarın, yönetim ve uluslararası ilişkilerde uğradığı hezimeti dini ve milli olarak tanımlanan değerlerle örtmeye çalışması ahlaki çöküşü derinleştiren sebeplerin başında gelmektedir.

İçerde ise siyaseti besleyen sivil ve demokratik oluşumların ortadan kaldırılması, muhalefet etme özgürlüğünün sınırlandırılması, güvenlik öncelikli politikaların hâkim kılınması, parti ve polis devletinin inşa edilmesi siyasete olan güveni tamamıyla yok etmiştir.

Ne yazık ki siyaset ve devlet aklı yerine radikal sağın, ideolojik gurupların, cemaatlerin, dinbaz ve şarlatan din adamlarının önerileriyle siyaseti ve yönetimi şekillendiren bir anlayış hâkim olmuştur.

İktidarın, başarısızlığını muhalefete kin kusarak, öfke ve kızgınlıkla örtmeye çalışması, aydınları, yazar ve düşünürleri tehdit, baskı ve cezaevleriyle sindirmesi, ülkeyi geri dönülmez bir karanlığa ve belirsizliğe sürüklemektedir.

Güvensizliğin oluşmasında muhalefet partilerinin de rolü büyüktür. Ceberut bir yönetime karşı muhalefet partilerinin alternatif olamaması ve toplumsal destek bulmaması da yönetimin hukuksuz ve keyfi uygulamalarına imkan vermiştir.

İktidarın otoriterleşmesi, sistemin ”Tek Adam” otoritesinde şekillenmesi, hukuk ve demokrasi güzergâhının kapatılması gibi gelişmelerin tamamında muhalefet partilerinin de rolü vardır.

İktidar kadar muhalefetin de sistemin değişmesine rağmen hala “Türkiye bir hukuk devletidir!” veya “demokrasimiz, demokratik devlet!” gibi söylemlerden vazgeçmediğini ve demokratik bir siyasetin temsilcileri gibi davrandıklarını görüyoruz.

Anayasanın temel ilkelerinden olan kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, temel hak ve özgürlüklere saygı gibi meşru bir devlet için olmazsa olmaz kuralların hala var olduğunu ve uygulandığını iddia eden bir muhalefetin iktidardan ne farkı olabilir?

Demokrasi ve hukukun askıya alındığı, alenen yok sayıldığı, üst mahkemelerin kararlarının artık bağlayıcı olmadığı, örgütlenme-gösteri ve yürüyüş gibi en basit hakların dahi kullanılamadığı bir ülkenin “demokratik hukuk devleti” olarak tanımlanmasının bir tiyatro oyunundan ne farkı var?

Sormak istiyorum: İktidar ve muhalefet partilerinin işleyişinde, demokratik siyaset bağlamında bir fark görebiliyor muyuz? İktidar olmaları durumunda, ülkeyi daha farklı ve istikrarlı yöneteceklerini, hangi demokratik duruşlarıyla ortaya koydular?

Tezkere oylamalarında mı?

Dokunulmazlıkların kaldırılmasında mı?

Hukuksuz KHK ve Kayım uygulamalarında mı?

TBMM’nden yaka-paça alınıp cezaevlerine atlan milletvekillerine sahip çıkmakla mı?

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine destek vererek mi?

Demokrasi, hukuk, hak ve özgürlükler adına birlikte bir siyasi duruş sergilemeleriyle mi?

TBMM çatısı altında ortak bir muhalefet örneği ortaya koyarak mı?

Henüz demokrasi zemininde bir araya gelemeyen muhalefet partilerinin demokrasi konusunda güven vermeleri nasıl mümkün olacak?

Yolsuzluk, hırsızlık, yağma ve talan politikalarında daha farklı olacakları ve ülkeyi birkaç müteahhide peşkeş çekmeyecekleri konusunda mevcut iktidar gibi davranmayacaklarına ben de inanıyorum ancak demokratik siyaset bağlamında farklı olabilecekleri konusunda ciddi şüphelerim vardır.

Farklılığını muhalefette göstermeyenlerin iktidarda farklı olmalarını beklemek bir hayal ve kuruntudan ibaret kalacağını düşünüyorum. Bir kez dahi aynı masada bir araya gelemeyenlerin demokrasi inşa etmelerini mümkün görmüyorum.

Buna karşılık, bağlılık yemini ettiği halde hukuk, yasa ve anayasa tanımayan bir Cumhurbaşkanının her çağrısına koşan ve yeni çağrıları heyecanla bekleyen bir muhalefetin alternatif olması beklenebilir mi?

Hedefi, otoriter sistemi yönetmek olan bir siyasi anlayışın veya hedefi R. T. Erdoğan’la yer değiştirmek olan bir Siyasi parti genel başkanının demokrasi adına bir değişim gerçekleştirmesi mümkün görünmemektedir.

Türkiye'nin temel sorunları, "siyasî nöbet değişimi" ile çözülemeyecek kadar devasa ve derindir. Sorun artık siyasal sitemin kendisindedir. Sorun artık devlet ve rejim sorunudur.

Kuşkusuz, iktidar ve muhalefetin birlikte oynadığı demokrasi oyunu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır. Erdoğan devri kapanacak yeni bir dönem elbette başlayacaktır. Ancak mevcut muhalefetin siyaset ve demokrasi anlayışı yeni dönem için bir umut olmaktan çok uzaktır.

İhtiyacımız olan alternatif siyasetin, mutlaka ülkemizin siyasi rotasını demokrasi, hukukun üstünlüğü, özgür, barış ve medeni bir toplum istikametine çevirmesi gerekir. Yurttaşlarıyla, komşularıyla, bölgesi ve dünyayla barışı esas alacak bir ‘Türkiye projesi’ bütünlüğümüz için hayati bir önem taşımaktadır.

Mevcut muhalefet partilerinin söz konusu projeyi ortaya koyabileceklerini düşünmüyorum. Proje siyaseti için yeni bir siyaset, belki de yeni partilere ihtiyaç vardır.

Muhalefete de haksızlık yapmak istemiyorum. Ceberut bir yönetime karşı direnmek hiç de kolay değildir. Benim muhalefete eleştirim, demokratik siyaset üzerindendir.

Köklü bir değişimi veya muhalefete lider bulmayı önermek, talep etmek gerçekçi değildir. Bugün için muhalefet partilerinden beklenen öncelikli siyaset; bir araya gelmeyi ve uzlaşmayı başarmak, yayılmacı ve zorba iktidarın önünü kesmeye yönelik ortak bir cumhurbaşkanı adayı çıkarmak olmalıdır.

Kuşkusuz Türkiye’de siyasal liderlik ve vizyon sorunu vardır ancak muhalefetten siyasi bir lider çıkarmak yerine kişisel hırslarını bir tarafa bırakarak toplumsal ayrışmayı ve kutuplaşmayı geriletecek, bölgesel ve küresel ittifakları sağlayacak ortak ve birleştirici bir cumhurbaşkanı seçmeyi bir görev ve sorumluluk olarak görmesini istiyoruz.

Bir parti veya ideoloji ortak paydasında değil, çoğulcu, özgürlükçü, eşitlikçi demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü içselleştirmiş ve bu ilkeleri ülke yönetimi için esas alacak makul, deneyimli, tarafsız ve hukuka bağlı kalacak bir aday etrafında uzlaşarak başarmak mümkündür.

Kürtler başta olmak üzere farklı bütün unsurları haklarıyla kucaklayacak, her kesime mümkün olan en üst seviyede güven verecek, partiler üstü bir cumhurbaşkanına ihtiyacımız vardır. Türkiye’nin, normalleşmesi ve doğru istikamet bulması için önümüzdeki seçimini bu yönde yapmasının zorunlu olduğuna inanıyorum.

Muhalefet, ya başaracak ya da yok olup gidecektir. Ya yeni hal, ya da izmihlal!

Abdulbaki Erdoğmuş