Türkiye’de DEAŞ profili ve imam Hatipler!






Türkiye’de son günlerde İmam Hatipler üzerine yapılan değerlendirmeler ve ithamlar hiçbir akademik temele sahip olmadığı gibi oldukça da taraflı görünmektedir. UTGAM için yaptığımız saha çalışmasında karşılaştıklarımız, konuştuklarımız veya DEAŞ’a katıldığını tespit edebildiklerimiz arasında bir tane bile İmam Hatip okulu mezunu veya mensubu kişi yoktu.














  • Dr. Necati Anaz / İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi









    Geçtiğimiz günlerde İmam Hatip okullarının DAEŞ sempatizanlığı üzerine ve DEAŞ’a savaşçı gönderdiğine dair yeni bir tartışma başladı. Bu tartışma aslında yeni de değildi. Türkiye’nin farklı siyasal ve ideolojik kanatlarından da benzer tartışmalar gündeme getirilmişti. İmam Hatipler, modern ve ilerlemeci bir eğitim anlayışına uymayan ve bu yüzden de Türkiye’nin periferisinde konuşlandırılan bir eğitim kurumu ve bir gelenek olarak kabul edildi çoğu zaman. Ancak DEAŞ’ın dünya ve Türkiye gündemine girmesiyle beraber bazı çevreler bir tık daha ileri giderek İmam Hatipleri El-Kaide’nin bir türevi olan DEAŞ için eleman devşirme havuzu ve potansiyel DEAŞ’çı olarak görmeye başladı. Ancak bu tartışmayı bugün daha talihsiz kılan durum ise bu ithamın Türkiye’nin önde gelen Kuran öğrencilerinden ve ülkede belli bir saygınlığı olan Mustafa İslamoğlu Hoca’dan gelmesiydi. Durup dururken böyle bir çıkış ne anlama geliyordu ve bu çıkışın ampirik bir temeli var mıydı? Her şeyden önce böyle bir iddia veya tanımlama İmam Hatip muhalifi bir cepheden gelse (daha önce olduğu gibi) belki mesele politik yüzeyden değerlendirilip gerekli karşı açıklamalar yapılır ve işlere kalındığı yerden devam edilirdi. Ancak “İmam Hatip okullarının DEAŞ için bir militan yurdu” olduğu ifadesi ilme, irfana ve akademik referanslara değer verdiği tahmin edilen çok sayıda kitabı olan bir hocadan gelince tartışma kamuoyunda şaşkınlığa neden oldu. Bu çerçevede bu yazıda İslamoğlu Hoca’nın “İmam Hatipler DEAŞ terörist örgütüne militan yetiştiriyor” mealindeki ifadesini Polis Akademisi, Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Araştırma Merkezi (UTGAM) öğretim üyelerinden Dr. Mehmet Özkan ve Dr. Ömer Aslan ile birlikte yaptığımız akademik bir çalışma üzerinden değerlendirmesini yapacağım1.   Ayrıca bu özet yazının, Türkiye’den DEAŞ’a katılan yabancı terörist savaşçı profili hakkında da fikir vereceğini umuyorum. Bu çalışma, meselenin her boyutunu ve bütününü tanımlamada yeterli değildir. İlave çalışmaların yapılması ziyadesiyle elzemdir.





Çalışmamızın amacı verili olarak aldığımız “Anadolu İslamcılığı’ üzerinden “Türkiye gibi muhafazakâr bir ülkeden DEAŞ’a nasıl bir profilde terörist, yabancı savaşçı katılımı olur?” sorgulamasını yapmaktı. Özelde ise Konya gibi medeniyetlere beşiklik etmiş, Sufi İslam’ın merkezi ve muhafazakâr siyasetin yoğun olduğu bir şehirden hangi profilde bir terörist savaşçı unsuru peyda olabilir ve bu savaşçıların sosyo-kültürel, ailevi, siyasal ve eğitim altyapısı nasıl deşifre edilebilir bağlamında kurgulanmıştı. Çalışmamız bilfiil sahada yürütülen yoğun bir mesai ile derinlemesine görüşmeler üzerinden yapılmış ve önemli sayıda veriye dayanarak kodlanmıştır. Saha çalışmamızı sadece kentin ileri gelen sivil toplum kurumlarıyla değil DEAŞ’a katılan ve bir şekilde Türkiye’ye geri dönmüş ancak güvenlik güçlerinin radarında olmayan eski DEAŞ savaşçıları ve halen DEAŞ rütbesinde savaşa devam eden kişilerin aileleriyle yaptığımız mülakatlar oluşturmaktaydı. Bu manada çalışmamız Türkiye’de -benim bildiğim- ilk ve tektir. Böylece sahaya inerek yaptığımız çalışmayla gelecekte yapacağımız analizlerimizde gerçeğe daha yakın tanımlamalar yapabilecek ve akıllarda oluşan sorulara daha temelli cevaplar verebilecektik. Bu bağlamda Türkiye’de herkesin bir şekilde yorum yaptığı DEAŞ savaşçıları fenomeni akademik bir teste tabi tutuluyordu.

Özetle çalışmamızın DEAŞ profiline dair Türkiye sathında vardığı sonuçlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

-  DEAŞ jeopolitik aktör ve bir devlet gibi işleyen yapısıyla sempatizanlarına sadece ölümü değil yaşamı da vaat ediyordu. Bu minvalde DEAŞ’a sıklıkla tüm aile bireylerinin katılımı söz konusu. Bir gece bir yaşındaki çocuğunu ve eşini yanına alarak Suriye’ye giden aileler numune değildi. Yani DEAŞ, teo-jeopolitiğini ‘inşa etme’ ve yaşam alanı açma söylemi üzerinden kurmaktaydı. Dolayısıyla mensuplarına sadece silah değil, ev, araba, iş ve maaş da veriyordu (özellikle 2016 öncesinde).

-  DEAŞ, Türkiye’yi başından beri Dârü’l-harb coğrafyası ilan etmiş ve hedefine de Türkiye İslam’ını koymuş bir örgüt olarak büyümüştür. DEAŞ halifeliği önünde Türkiye ve onun idarecileri ciddi bir engel oluşturuyordu.

-  DEAŞ ilk dönemlerinde -ki bu 2015’e kadar devam etmektedir- İslam’ın radikal yorumları üzerinden ve hilafetlik ekseninde mümkün olduğu kadar hem dünyadan hem de Türkiye’den sempatizan devşirmeyi hedeflemiştir. DEAŞ, yeterli askeri güce ulaştığı zaman ise Türkiye’yi Suriye ve Irak benzerinde olduğu gibi ele geçirmeyi planlamıştır. Bunun mümkün olmadığı anlaşılınca da sansasyonel terör saldırılarıyla Türkiye’nin fay hatlarını hedef seçerek Türkiye’yi bu şekilde dize getirmeyi stratejik bir hamle olarak görmüştür.

-  DEAŞ, türevi olduğu El Kaide’nin “Şiddet-Sonra” söylemine, Anadolu İslam’ının “Şiddet-Asla” yaklaşımına, “Şiddet-Şimdi” siyasetiyle karşılık vermeyi yeğlemiş ve militan devşirme stratejisini de bunun üzerine kurmuştur.

Alelacele bir İslam yorumu

-  DEAŞ, ideolojileştirdiği İslam söylemini Anadolu İslam geleneğinin bireyden-topluma şeklindeki açılımını “yukarıdan-aşağıya” şeklinde modelleştirmeyi seçmiştir. O yüzden DEAŞ’ın propagandasını yaptığı İslam bu manada ne gönüllere, ne irfana ne de akla hitap etmekteydi. DEAŞ İslam’ı tez canlı ve sonuç alıcı, yani alelacele bir İslam yorumu olmuştur.

-  Bu bağlamda DEAŞ’ın cihat çağrısı sempatizanları için bir joker kartı niteliğinde görülmüştür. Cihat, DEAŞ katılımcıları için kendilerini suçluluk hissinden çabucak kurtaracak bir davet ve cenneti kestirmeden temin edecek bir çıkış yolu anlamına gelmekteydi.

-  DEAŞ sempatizanları etrafta cereyan eden jeopolitik gelişmeleri kutsal metinler üzerinden yorumlarken her şey onlar için ya siyah ya da beyaz olmaktaydı. Alternatif yorumlar ancak müfsitlerin yapacağı bir işti onlara göre. Fakat yaptığımız mülakatlarda karşımızda duran kişiler ne iyi bir stratejist ne de işin ehli bir ilahiyatçıydı. İslam’ın en temel okumalarından dahi bihaber tedirgin ve değişken gençlerdi bunlar. Kuran’ın (mealinden) belirli ayetleri ellerinde kılıç kalkan olmuş gibiydi.

-  DEAŞ mensubu ve sempatizanı Anadolu’da yaşanan İslam’ı ve onun pratiklerini oldukça yumuşak buluyordu. Camiler devletin beyin yıkama kurumları, diyanet kitleleri uyuşturan tağuti bir sistem ve buralarda öğretilen İslam ise küresel cihat için büyük bir engel olarak görülüyordu. Bu nedenle sempatizanların (DEAŞ’a katılmış veya sempatizan aşamasında kalmış olsun) müdavimleri olduğu bir hücre cami oluyordu. Buralarda alternatif cumalar kılıyorlardı.

-  Bulgularımızdan bir başka şey de Afganistan, Çeçenistan ve Bosna gibi dünyanın çeşitli coğrafyalarında bir nevi cihat çağrılarına cevap veren “emekli mücahitlerin” DAEŞ’ın küresel cihat çağrısına asla sıcak bakmamış ve DEAŞ’a karşı her zaman mesafeli durmayı başarmış olmalarıydı. Hatta birkaç örnekte bizim de şahit olduğumuz gibi çatışma sırasında öldüğü haberi ailesine ulaşan DEAŞ militanları memleketlerinde çok iyi karşılanmamış ve onların ölüm haberleri saklanmak istenmiş, aile ve yakınları bundan utanç verici bir durum olarak bahsetmişti. Bu sadece devletin güvenlik birimlerinin radarından kurtulma refleksinden dolayı yapılmış bir davranış değildi. Mesela bir yerde oğlu DEAŞ’a katılmış ve Suriye’de ölmüş bir baba oğlundan ‘kayıp’ olarak bahsediyordu. “Boşu boşuna harcanmış bir gençlik” diyordu.

-  DEAŞ sempatizanlarının ailevi ve sosyal durumlarına baktığımızda ise karşımıza Türkiye’deki DEAŞ sempatizanlarının aslında dünyanın farklı bölgelerinden DEAŞ’a katılan profillerden pek de farklı olmadığı tablosu çıkmaktaydı. Şöyle ki, DEAŞ sempatizanı kişiler genç, travmalı bir sosyal hayatı olan, küçük de olsa kriminal bir geçmişe sahip, eğitim düzeyi düşük ve adrenalin seviyesi yüksek kişilerden oluşmaktaydı.

Çoğu seküler geçmişe sahip

-  Bunların dışında ekonomik durumu iyi olan DEAŞ militanları da vardı ancak bizim saha çalışmamızda karşılaştıklarımız, konuştuklarımız veya DEAŞ’a katıldığını tespit edebildiklerimiz arasında bir tane bile İmam Hatip okulu mezunu veya mensubu kişi yoktu. Özellikle incelediğimiz Suriye ve Irak’ta ölmüş yahut savaşmak üzere gidip geri dönmüş DEAŞ mensuplarının eğitim durumları ve kurumları bize hiçbir zaman İmam Hatip okullarını göstermedi. Hatta dini bilgisi bir İmam Hatipli kadar dahi olmayan çok sayıda sanayi çalışanı, serbest meslek erbabı kişiyle karşılaştık. Bunların geçmişinde ne bir İmam Hatip okulu kaydı ne de Anadolu İslam’ı ile ilişkilendirebileceğimiz geleneksel veya ana-damar İslami yorumlar üzerine kurulu köklü tarikat veya cemaatlerin izine rastladık. Bilakis, Kuran okumalarında daha rijit tavırlar ve selefi duruşlar, dikkat çeken ilk unsurlardan biri olmaktaydı. Yani Anadolu’da aşırılığı normalleştiren ve şiddeti besleyen sosyo-kültürel ve köklü bir damar ya da gelenek bulmak zordu. Radikalleşmeler oldukça bireyseldi ve İslami literatürün ve kutsal metinlerin bütünlüksüz, alelacele, eleştirel ve analitik okumalardan uzak bir okuma üzerinden şekillendiği karşımıza çıkan bir durumdu. Hatta DEAŞ sempatizanlarının hemen hemen çoğu seküler ve oldukça gayri İslami bir geçmişe sahipti. Örneğin bir genç bize DEAŞ’la muhatap olmadan önce abdest almasını dahi bilmediğini söylüyordu. DEAŞ’tan sonra da bir süre Yunan adalarında güzel vakit geçirdiğini bile söylemişti.

Sonuç olarak şunu ifade edebilirim ki, Türkiye’de son günlerde İmam Hatipler üzerine yapılan değerlendirmeler ve ithamlar hiçbir akademik temele sahip olmadığı gibi oldukça da taraflı görünmektedir. Açıklamalar bu minvalde son derece mezhepçi ve ideolojik kalmaktadır. Bu konuda Mustafa İslamoğlu’nun iddialarını destekleyici ne bir saha çalışması vardır ne de istatistiki bir bilgi veya rapor. Söylenilenler mesnetsiz ve farazidir. Hal böyle olunca tefsir çalışmaları tanınan İslamoğlu’nun zamanlaması manidar çıkışı akla mezhep veya başka angajmanların devreye girmiş olabileceğini getirmektedir. Bizim tespitimiz odur ki Anadolu’da aşırıya varan şiddeti besleyecek ana-damar İslam geleneği bulmak zordur. İncelendiğinde görülecektir ki Türkiye’de faal olan gerek PKK terörünün gerekse FETÖ terörünün kökleri Anadolu coğrafyası değildir. DEAŞ terörü ise dünya genelinde nasıl bir profil izliyorsa Türkiye’de de ona benzer bir çizgidedir. İmam Hatipleri, mahiyeti ve kime hizmet ettiği henüz tam olarak kavranamamış terör örgütü olan DEAŞ’ı besleyen eğitim kurumu olarak görmek Türkiye’de Anadolu İslam geleneğine yapılmış en büyük haksızlık olacaktır. star (Açık görüş)