Milli Gazete Yazarı Muhammet Esiroğlu, ‘Gençlik ve Din Dili’ başlıklı bugünkü yazısında deizmin artmasında gençliğe yönelik kullanılan dilin etkisini ele aldı.





Yazının tamamı şöyle: 





Geçen hafta içerisinde e-postama Uluslararası Genç Derneği’nin İlham Veren Buluşmalar adı altında yaptığı bir çalışma düştü. Çalışmanın konusu Türkiye’deki Din Dili Gençlerde Nasıl Karşılık Buluyor? Gençlik arasında deizmin yaygınlaştığı yönündeki tartışmalara son zamanlarda bir hayli rastlıyoruz. Bu yaşadığımız deizm tartışmalarını düşündüğümüzde bu tür çalışmalara ihtiyacımız olduğu muhakkak.





Yazımızda bu çalışma çerçevesinde kamuoyuna sunulan raporda yapılan bazı tespitlere dikkat çekmeye çalışacağım. Raporda din dilinin gençlerdeki etkisine değinilirken ilk önce dinin araçsallaştırılması sorunu ele alınmış. Günümüzde özellikle siyasetin eylemlerine meşruiyet tesis etmek ya da kendilerine alan açmak için siyasi meseleleri dini bir içerikle sunması görünen bir gerçek. Bu durum hem gençlerin siyasi eylemleri sorgulamasını engelliyor hem de siyasal eylemlere karşı takınılan tavırlar dinin bizzat kendisine yönelmek zorunda kalıyor.  





 Raporda öfke ve nefret dilinin arttığı, bunun için sevgi dilinin öncelenmesi gerektiği ifade ediliyor. Şunu unutmamak gerekir ki, sevgi dili kuşatır ve kucaklarken nefret dili kutuplaştırır. Bir de dini söylemin siyasi eylemlerde hoyratça kullandığını düşündüğümüzde siyasi farklılıkların dinsel temelli bir kutuplaşmaya doğru gitmesi kaçınılmaz oluyor. Böylece her iki taraf da nefret biriktirirken, dine olan bakış bu nefret dilinden etkileniyor.  





Kutuplaştırıcı üslubun diğer bir sebebi de mutlak hakikat iddiasıdır. Her dini yaklaşımın kendisini mutlak hakikat görmesi diğerlerini anlamamaya, yok saymaya ve hatta tekfir etmeye kadar götürüyor. Bu kamplaşmanın ve ayrışmanın bu dini grupların etkisinde kalan gençlere yansımaması düşünülemez. Herkesle derdini anlatma iddiasında olan bir dine inanan farklı dini grupların birbirlerine tahammül edemediğine şahitlik ediyoruz. Bu tür eylem ve söylem çelişkileri gençlerin gözünden elbette kaçmıyor.





  Mevcut temel sorunlarımızdan olan ehliyet ve liyakat sorununa raporda dini temsil konumunda olanların durumu açısından değinilmiş. Yetkin olmayan hocaların ön planda tutulması dini anlama ve anlamlandırma noktasında gençler arasında sıkıntı oluşturabiliyor. Gençliğin psikolojisini bilmeyen, gençliğin yaşadığı sosyolojik gerçekten bihaber olan kişilerin gençlere yönelik dini söylemleri deizm tartışmalarında mutlaka gündeme geliyor.





 Raporda vaaz dilinin artık gençlere hitap etmediğini bildiriyor. Özellikle ağlak ve kürsüde tahakküm edici hatipler gençlikte bir karşılık bulmadığı gibi hem dine olan ilginin gençler arasında azalmasına neden oluyor hem de dinin ciddiyetini yok ediyor. Bu vaaz dilinin medya vasıtasıyla genelleştirilmesi önemli bir sorunken, yine medyanın bu dile amaç-araç bağlamında yaklaşması neticede dinin magazinleşmesine sebep oluyor. 





Din dili oluşturulurken kavramların sunulduğu yere göre belirlenememesi önemli bir sorundur. Bu amaçla gençlerle irtibatta kurulacak dili ilmi seviyeden seçilmemelidir. Kavramları, gençliğin sofrasına hazırlamak gerekiyor. Dini söylemin anlaşılabilir ve kabul edilebilir olması için gençliğin hazmedeceği şekilde olması isabetli olacaktır.





 Yazımıza raporda yapılan şu tespitle noktayı koyalım: Her hastaya verilecek reçete farklılık gösterir, “Türkiye’deki yaygın din dili, farklılıkları, incelikleri esas almak zorunda, bunu çoğunlukla unutuyoruz. Kelimeler özenle seçilmeli, buna sadece fiziki birlikteliklerde değil tüm dijital mecralarda da çok dikkat etmeliyiz.”