Nasyonal sosyalizmin 21. yüzyıla izdüşümü!






Almanya ırkçılık konusunda sicili bozuk bir ülke olarak tarihe geçmiştir. Bu nedenle Almanya’daki ırkçılık yeryüzündeki herhangi bir ülke içersinde yaşanan ırkçılık ile mukayese edilemez. Bu sadece Almanya’da yaşayan mülteciler ve yabancılar için bir tehlike değildir. Mesele dünya barışını ilgilendiren bir meseledir. Dünya kamuoyu Almanya’daki ırkçılık ile Irak ve Suriye ile ilgilenildiği gibi ilgilenmelidir.
















Aydın Enes Seydanlıoğlu








Weimar Cumhuriyeti, Alman monarşisinin yıkılması sonucu Philipp Scheidemann’ın 1918 yılında cumhuriyeti ilan etmesiyle kuruldu. Friedrich Ebert’in  cumhurbaşkanı seçildiği ve Philipp Scheidemann’ın da şansölye seçilerek, sosyal demokratların ve diğer partilerin de desteklediği bir hükümet kuruldu ve federal yapının yanı sıra merkezi hükümetin daha güçlendirildiği yeni bir anayasa yürürlüğe konuldu. Uzun ömürlü olmayan bu rejim 1933 yılında Adolf Hitler’in  şansölye seçilmesine kadar devam eden dönem olarak bilinir.




Weimar Cumhuriyeti’nin yıkılışının sebepleri incelendiğinde Versay Barış Antlaşması ilk etapta ele alınması gereken önemli bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Dayatılan yüksek tazminat ve antlaşmanın içerdiği ağır koşullar savaş sonrası büyük darbeler almış olan genç cumhuriyeti rahatsız etmiş ve zor durumda bırakmıştır. Müttefiklerin ödenmesi gereken tazminatlardan daha sonra feragat etmiş olması, bu durumun düzelmesine yardımcı olmamış ve dikte edilen bu barış anlaşması toplumda önemli ölçüde bir radikalleşmeye yol açmıştır. Kaybedilmiş bir savaş sonucunda kurulan Weimar Cumhuriyeti, halktan ziyade savaşın galiplerinin bir isteği olarak belirdi. Alman ordusunun sosyalistler ve Yahudiler tarafından ihanete uğradığı algısı bu dönemde yaratıldı ve giderek artan bir biçimde özümsendi. Bu yönüyle imzalanan bu antlaşma Almanya’da büyük tepkiye yol açmış oldu ve “vatan hainliği” olarak kabul edildi.

Adolf Hitler’in iktidara gelişinden yaklaşık bir ay sonra parlamento olarak kullanılan binada 27 Şubat 1933 akşamı çıkan yangın, Almanya’daki Yahudilerin başına gelecek kötü olayların habercisi gibiydi. Tarihte “Reichstagsbrand” olarak bilinen bu olay sonucunda Hitler ülke içerisinde nizamı tesis etmek adına 24 Mart 1933’te Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’un imzası ile bütün salahiyetlerin kendisinde toplandığı bir güç elde etmiştir. Bu süreci müteakiben “Kristalnacht” (Kristal gece) olarak bilinen 9 Kasım1938 gecesi Alman Nazilerce, Yahudilere ait ev, iş yeri ve sinagoglara yapılmış kanlı ve ölümcül saldırılar tarihin utanç sayfalarında yer edinmiş ve 1938’de Almanya ülkede yaşayan 17 bin Polonyalı Yahudi’yi sınır dışı ederek ölüme terketmiştir.

Psikolojik ağırlığı fazla

Naziler’in iktidara gelmesinde dönemin ekonomik krizinin yanında, Almanya’nın sosyolojik yapısının da büyük oranda etkisi vardır. Birleşik Alman devleti 1871’de farklı Alman krallıklarının birleşmesi sonucu ortaya çıkmış olup  bu devletin kuruluşu, meşruiyetini  Alman ırkının varlığından almıştır. Kuruluş sürecinden sonra devlet tarafından yine devlete meşruiyet sağlamak adına Alman ırkının üstünlüğü topluma bilinçli bir şekilde pompalanmıştır. Dönemin basın yayın organlarına bakıldığı zaman da bu durumu müşahede etmek mümkündür.

I. Dünya Savaşı sonrası mağlup olan ülkeler de hemen hemen Almanya ile aynı şartlarda ağır anlaşmalar imzalamışlardır fakat Almanya’nın “üstün ırk” algısı Versay Antlaşması’nın Almanya’da toplum üzerindeki etkisinin daha büyük olmasına yol açmıştır. Versay Antlaşması ekonomik olarak çok ağır bir antlaşmadır lakin Alman toplumunda bunun psikolojik ağırlığı “üstün ırk” inancından dolayı daha fazladır.

Günümüz Almanya’sında meydana gelen birtakım olaylar, Weimar döneminin belirli periyotları ile kıyaslandığında yaşadığımız sürece bire bir taalluk etmekte ve özünde birçok benzerlik taşımaktadır. Bütün bu tarihsel olaylar, içinde bulunduğumuz süreçle karşılaştırıldığında, I. Dünya Savaşı sonrası bu dönemde ülkedeki krizlerin ve Versay Antlaşması’nın başat aktörü olarak gösterilen Yahudilerin yerini, günümüz Almanya’sında yabancıların ikame etmekte olduğunu ve Versay Antlaşması’ndan sadır düşmanlığın bir benzerini de bugün mültecilere karşı ortaya çıkan düşmanlıkta görmekteyiz. Mülteci krizi nedeniyle yabancı düşmanlığı hiç olmadığı kadar görünür bir hal almış ve Weimar döneminde olduğu gibi aşırı uç partilerin oyları yakın geçmişe nazaran çok yüksek bir seviyeyi yakalamıştır.

Almanya’daki mülteci meselesine olan tepki, diğer AB ülkelerinde olduğu gibi salt ekonomik ve sosyal nedenlerden doğan bir tepki değildir. Muhafazakar Alman yazarlar, düşünürler ve politikacıların söylemleri incelendiğinde bu tepkinin arkasında da yine bu “üstün ırk” motivasyonunun var olduğu gözlemlenmektedir. Günümüzde bir göç ülkesi olan Amerika’da da mültecilere tepki olduğunu biliyoruz, fakat bu tepki genelde ekonomik argümanlar ile dile getirilmektedir. Almanya’da bu tepki klasik ekonomik argümanların dışında yer yer biyolojik argümanlarla dile getirilmekte ve fazla mültecinin Almanya’nın demografik anlamda anatomisini değiştireceği ifade edilmektedir. Bununla birlikte saf Alman ırkının yapısının bozulacağı, Almanların bundan dolayı aptallaşacağı görüşlerini öne süren tezlere rastlamak mümkündür. Alman Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Thilo Sarrazzin´in yakın geçmişte yayınladığı kitabı, bu görüşlerin kısmen yer aldığı bir örnek olarak ele alınabilir.

Bütün bu gelişmelerin paralelinde mülteci barınaklarına yılda binden fazla saldırı ve kundaklama düzenlenmesi ve hemen her hafta camilerin ve Türk derneklerinin ırkçı saldırılara maruz kaldığı bir Almanya’da da artık genelde yabancı özelde Müslüman düşmanlığının “salonfähig” (içtimai hayatta tolere edilen) olduğu yadsınamayacak bir durumdur.

Weimar dönemini zihinlerde canlandıran ikinci bir husus, geçtiğimiz günlerde Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi yıl dönümü törenine katılan Cumhurbaşkanı Gauck ve Şansölye Merkel’in aşırı sağcılar ve Pegida taraftarları tarafından hakaret içeren sloganlarla protesto edilmesiyle gündeme geldi. Protestocuların Merkel’in konuşması sırasında “Vatan haini” diye bağırıp slogan attığı haberleri basına yansıdı. Alman siyasi tarihinde devlet yöneticilerinin vatan hainliğiyle itham ediliyor olması yukarıda belirtildiği üzere Weimar döneminde de vuku bulmuş ve bu dönem daha sonra büyük felaketlerin yaşandığı bir süreç olarak hafızalara kazınmıştır.

Ayrıca I. Dünya Savaşı sonrası dönemde basının sürekli antisemitik yayınlarla gündemi kızıştırması ve bugün de gazetecilik iddiasında bulunan bir güruhun İslamofobik yayınlar ve söylemler ile arz-ı endam etmesi, günümüz ve bahsedilen dönem arasında paralellik gösteren diğer bir korkutucu olgudur. “Blockwart”* mantalitesiyle bütün İslami kurum ve kuruluşları gözetleyen/yaftalayan bu cenahın çoğulculuk iddiası tartışmalıdır. Kendi doğrularından başka doğru tanımayan ve ayan beyan manipülasyona alet olan bu şahıslar, modası geçmiş propaganda savaşlarının kalıntıları olarak, birçok insanı zor durumda bırakmakta ve neredeyse 50 yılı aşkın bir süredir Almanya’da mukim olan Müslüman Anadolu halkının Almanya’ya entegre olmasına engel olmaktadır.

Hitler’in yükseliş dönemi gibi

Bunun yanı sıra 1929 yılında dünyayı sarsan ekonomik kriz aynı zamanda Alman demokrasisinde bir gerilemenin ortaya çıkmasına yol açmış ve ılımlı partilerin küçülmelerine karşın, radikal partiler (Naziler ve Komünistler) giderek büyümüştür. Ekonomik sıkıntı toplumu radikal partilere yöneltmiş ve bunun bir sonucu olarak 1930 yılı seçimlerinde Nazilerin parlamentodaki sandalye sayısı 12’den 107’ye, Komünistlerinki ise 54’ten 77’ye yükselmiştir.**

Son eyalet seçimlerinde sağ popülist söylemler kullanarak oylarını bazı eyaletlerde yüzde 24’e kadar çıkaran AfD partisinin bu tehlikeli yükselişiyle birlikte diğer merkez partiler, sağ argümanlarla oy alan bu partinin söylemlerini kullanmaya yönelmiştir. CSU gibi diğer partiler oy kaybetmemek adına sağ popülist söylemleri kopyalamakta ve bu siyasi tavır ırkçı söylemleri kamuoyunda meşru hale getirmektedir. Bundan 10 yıl önce Alman kamuoyunda söyleyenin kariyerini bitirebilecek sağ eğilimli ifadeler bugün normal bir şekilde medyada dile getirilebilmektedir. AfD’nin söylemleri incelediğinde Hitler’in yükseliş dönemindeki söylemler ile büyük benzerlikler ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişimini “Reichstagsbrand” anolojisi ile açıklamaya çalışan Türkiye karşıtı Alman siyasiler ve gazeteciler rasyonel bir bakış geliştirememekte ve hem yükselen aşırı sağı hem de Almanya’da mevcut iktidara yapılan protesto ve saldırıları kendi şartları içerisinde doğru okuyamamaktadır. Siyasilerin Alman iç politikasına malzeme olarak kullandıkları Türkiye karşıtlığı hem Almanya’daki Türklere zarar vermekte hem de yükselen aşırı sağ problemlerinin üstünü kapatmaktadır.

Ayrıca tarihin tekerrürü, kendi bağlamında vuku bulur ki yeni “Reichstagsbrand”lar ve sonuçları nazari açıdan ele alındığında ancak yaşandığı coğrafyada tekerrüre matuftur. Demokrasi ve çoğulculuk iddiası olan Türkiye karşıtı gazeteciler ve siyasetçiler postmodern bir Kristalnacht vakasının tekerrürüne engel olmak için akıllarını başlarına alıp Türkiye düşmanlığını topluma empoze etmekten imtina etmelidir. Zira geçtiğimiz aylarda yayınlanan ve Almanya’daki mevcut kurumsal ırkçılığa vurgu yapan Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) raporunda ülkenin durumu pek iç açıcı gözükmemektedir ve bu konuda en büyük mağduriyeti de Almanya’daki Türk diasporası yaşamaktadır.

Almanya ırkçılık konusunda sicili bozuk bir ülke olarak tarihe geçmiş, bundan 70 yıl önce 6 milyon insanı ırkından dolayı sistemli bir şekilde fırınlarda imha etmiş ve 6 milyon insanı da sürgüne zorlamış bir devlet olarak hafızalarda yer edinmiştir. Nazi ırkçılığının tetiklediği II. Dünya Savaşı, 25 milyon insanın ölümüne neden olmuştur. Bundan dolayı Almanya’daki ırkçılık yeryüzündeki herhangi bir ülke içersinde yaşanan ırkçılık ile mukayese edilemez. Bu sadece Almanya’da yaşayan mülteciler ve yabancılar için bir tehlike de değildir. Mesele dünya barışını ilgilendiren bir meseledir. Dünya kamuoyu Almanya’daki ırkçılık ile Irak ve Suriye ile ilgilenildiği gibi ilgilenmelidir. Çünkü tarih bu tehlikenin bir referansıdır. Dünya bu konuda teyakkuz halinde olmalı özellikle Türkiye, diasporada yaşayan üç milyon vatandaşına sahip çıkmalıdır.

[email protected]

 

*Blockwart: Nazi döneminde rejimin binalardaki bekçileri / ispiyoncuları

*Nihat Yılmaz: Weimar Dönemi ve Öncesinde Meydana Gelen Siyasi Çekişmeler ve Ekonomik Krizlerin Alman Sosyal Demokrat Partisi Bağlamında Bir Değerlendirmesi.