Maneviyat Psikolojisi’ ne Göre İnsanların Acı Çekmeleri, Birey ve Ailelerin Dünya ve Ahiretlerine Ne Gibi Katkılar Sağlar?


Çoğu insan ya acılar çekiyor ya da acıdan besleniyorlar. Bu durumun insanımızın milli-manevi ve psikolojik dünyamıza hizmet etmesi açısından incelemeyi gerekli gördüm:

Öncelikle “ Maneviyat kelimesi” nin anlamını çözmekte büyük yarar var.  Maneviyat kelimesi, dilimizde sıklıkla karşımıza çıkan sözcükler arasındadır. Maneviyat, Arapça dilinden Türkçe' mize geçmiştir.
TDK’ye göre maneviyat kelimesi ise şu anlama gelmektedir:
- Maddi olmayan, manevi şeyler
- Yürek gücü, moral

Hepimizin bildiği gibi, “ Modern Psikoloji ”, uzun uzun yıllar kadim dini geleneklere başvurmadan salt bilimsel araştırmalara dayanarak insan muammasını çözmeye çalışmıştır. Batı psikolojisinin insanı tek boyutlu bir varlık olarak algılaması ve negatif kutba doğru ilerleme kaydedebileceği düşüncesi neticesinde sunduğu reçete, bazen dertlere derman olamamış, bu konuda psikologlar yeni arayışlar içerisine girmiştir. 1900'lü yılların başında Psikoloji’ nin öncüleri olan bazı isimler, manevi geleneklere ve yaşantılara değinerek insanı anlama yolculuğunu derinleştirse de modern psikoloji maalesef maneviyatı dikkate almadan yoluna devam etmektedir…
 
Okuduğunuz bu yazı insanın maddeden ibaret olmadığını ve Psikoloji’ nin manevi damardan beslenmesi gerektiğini, mesleğinde kendini ispatlamış kalemlerden esinlenerek okuyucusuna anlatıyor.

“ Maneviyat Psikolojisi “ ya da batıda kabul gören ismiyle “ Transpersonel Psikoloji ”. Carl Gustave Jung, Abraham Maslow, Karen Horney gibi Psikoloji’ nin önemli isimleriyle başlayan William James, Charles Tart, Ken Wilber gibi bilinç araştırmacılarıyla devam eden, Mevlana, Muhiddin İbn-i Arabi gibi Müslüman düşünürlerin fikirleriyle desteklenen Psikoloji’ nin bu ekolü önümüzdeki yıllarda sıkça tartışılacaktır.

Bu yazı bu alanda milli ve yerli çalışmalardandır. Önemli konuları içeren ve değerli bilim insanlarının görüşleriyle şekillenen “Maneviyat Psikolojisi” yazısını okurken Psikoloji bilimine farklı bir bakışı göreceksiniz.

1970'li yıllarda Amerikan toplumunda çok ilginç bir süreç başlamıştır. Chicago’ da toplanan Nobel ödüllü bilim adamları o yıllardaki gidişatın durumunu ve dünyanın getirildiği konumu fark edip; “ Böyle giderse, bilimsel materyalizm bu şekilde dünyaya tesir ederse, bütün dünyayı yok edebilir.” tespitinde bulunmuşlardır. Bu çok ilginç bir ön müşahededir. Psikoloji alanında etkin olan hümanist yaklaşım da ihtiyaca cevap verememiş bu sefer maneviyata yöneliş başlamıştır. Ama hangi maneviyata yönelmiştir psikologlar? Tabii ki Uzakdoğu maneviyatına. Çünkü İslam ile Batı Dünyası arasında haçlı seferlerinden beri büyük bir kavga vardır. Dolayısıyla İslam' dan ve Tasavvuf’ tan feyiz almak yerine Budizm’ den, Brahmanizm’ den, Taoizm’ den, Hinduizm’ den yola çıkarak insanı anlamaya çalışmışlar ve bunda kısmende olsa başarıya ulaşmışlardır.

Burada bahsedilen Psikoloji ekolü “ Ben ötesi psikolojisi ”, “ Maneviyat psikolojisi ” ya da “ Transpersonal Psikoloji ” dediğimiz ekol. Transpersonal Psikoloji’ nin insanı anlama noktasında yetersiz kalmasının sebebi sadece uzak doğu maneviyatından ve biraz da sulandırılmış olarak Şamanizm' den esinlenmiş, ancak İslam ve tasavvufu hiç dikkate almamış olmasıdır. Bu nedenle kendisine sağlam bir zemin bulamamıştır. Ancak Freud, Jung, Maslow gibi Psikoloji’ nin önde gelenleriyle başlayan W. James, Charles Tart, Ken Wilber gibi bilinç araştırmacılarıyla devam eden Mevlana ve Muhiddin İbn-i Arabi gibi Müslüman düşünürlerin fikirleriyle desteklenen “Maneviyat Psikolojisi “ nin önemi pek çok hocamızın öncülüğünde önümüzdeki dönemde daha fazla artacak gibi görünmektedir.


Evrensel bir kurum olan aile, yeryüzünde hemen her çağda her toplumda var olagelmiştir. Muhtevası ve formu değişse de ailenin olmadığı hiçbir toplum yoktur. Dünya problemlerine bakarken açlık, savaşlar, zulümler vb. problemlerin temelini incelersek aileye ulaşırız. Belki biraz iddialı gelecek ama ailedeki problemleri çözersek, neredeyse dünyadaki tüm problemleri de çözmüş olacağız.
 
Modernite hem ebeveynlik duygusunu zaafa uğrattı hem de kişinin kendisini kutsallaştırmasını teşvik ederek çıkarcı bireyler oluşturmaya çalıştı. Bu egoist yaklaşım, toplum tarafından benimsendikçe evlilikler sorgulanmaya başlandı.
 
Bu çalışmada sarsıntı yaşayan aile kurumu da, “ Maneviyat Psikolojisi “ açısından mercek altına alınmakta olup evliliklerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi adına çözüm önerileri sunulmaktadır.

Maneviyat Psikolojisi’ ne Göre İnsanların Acı Çekmeleri, Birey ve Ailelerin Dünya ve Ahiretlerine Ne Gibi Katkılar Sağlar?

Bu güzel ve önemli sorunun yüzlerce cevabından bir cevabı şudur: Hayat, öğrenme ve öğrendiğine göre yaşamadan ve hareket etmeden ibarettir. Bütün eğitim sistemlerinde ilk aşamaya, “ tâlim ”; ikincisine ise “ terbiye” denilir. Tâlim kısmı, tatlıdır. Fakat terbiye kısmı, zor ve sancılıdır.
Din, bu ruh terbiyesini temelde 2 şekil olarak sunuyor: a) Cihad… b) Sabır…

 
Cihad , öncelikle fikir ve beyin gayreti gösterme; kendi iç dünyasında tembellik, zihin dağınıklığı, yorgunluk, bencillik, gurur, kibir, hastalıklar, bahaneler gibi yüzlerce engeli aşıp herhangi bir konuda % 100 kesinlikte bilgi sahibi olma çabasıdır. Bu kesin bilgiye “hakikat ”; hakikatin verdiği aydınlık ve güven dolu hale “yakîn” denilir. Sonrasında ise Cihad, hakikati başkalarına yaşayarak anlatma ve bildirme çabasıdır.
 
Cihadın bu aşamasında diğer insanların iç engelleriyle savaşılır. Bu savaş kişiye öğrendiklerini devamlı güncelleme, zihninde işleme, o mevzunun detaylarına inme, bütün duygularıyla hakikate odaklanmayı netice verir.

Cihad kişinin olgunlaşmasının en acısız yoludur. Bu fikir savaşı esnasında dar anlayışlılar onu öldürebilirler (birçok peygamberde olduğu gibi) veya ona işkence edebilirler (her peygamberde olduğu gibi)… Bu cihadı yapmayan kişi sabır fırınında pişirilir, olgunlaştırılır. O da “Sizi biraz korkuyla, biraz açlıkla, mallardan, canlardan ve mahsullerden eksiltme ile belalara uğratacağız. Bunlara sabredenleri müjdele!” (Bakara, 155) âyeti ile anlatılır.

Belâ, kelime kökü itibariyle, bir nesneyi çürüten olay, madde ve yapı demektir. Çürüme realitesiyle bu âyet, bir benzetmeye kapı aralıyor:
 
Çekirdeğin çürüyerek ağaç olma yolculuğu… Kur’an Tin suresi ile bildiriyor ki,
insanlar karakterleri ve yapıları itibarıyla ya incir çekirdeğine veyahut zeytin çekirdeğine benzerler. İçe dönük karakterler, incir; dışadönük karakterler ise, zeytin gibidirler…

Cihad, bu ruh çekirdeklerinin kendilerinin kendi iradeleriyle filizlenme çabası; kabuğundan sıyrılıp evrensel bir ruh ve kişilik kazanma gayretidir. Sabır ise, filizlenmek istemeyen, tembel ve gayretsiz çekirdekleri Allah’ ın filizlenmeye zorlaması, onların kabuklarını kırması veya inceltmesidir. Cihad ve sabır neticesinde o ruh çekirdeklerinden manevi bir incir ağacı ve zeytin fidanı açığa çıkar. Böyle ağaç ve fidan olanlara Tin suresi, Hz. Musa’yı ve Hz. İbrahim’i misal verir.

Nasıl ki her bir çekirdek, bir projedir, bir teoridir; gerçek bir ağaç değildir. Aynen öylede bu terbiyeye girmemiş her bir insan dahi tam bir gerçek insan değildir. O, henüz rüştünü ispat edememiştir. Bu yüzden de gerçekler üzerine kurulmuş bu dünyada böyle insanlar tutunamazlar, yapamazlar. Gerçeği görmenin verdiği sonsuz mutluluğu elde edemezler. Hakka tabi bir hayatın, ebedî saltanatına erişemezler.
 
Yetişkinlerin çektiği acıların, muazzam bir hikmeti bu olduğu gibi; çocukların çektiği acıların da çok yönlü ve büyük hikmetleri bulunuyor; Öncelikle çocukların karşılaşacağı en ciddi olay ölümdür.  Hem çocuk hem ailesi açısından ölüm, dehşet verici bir olay görünümündedir. Bu tarz durumlarda nasıl davranılması gerektiğini bildiren en sağlıklı fikir ve duygu sahibi kişiler peygamberlerdir.
 
Peygamberler insanlığın yanılmaz ve yanıltmaz kılavuzlarıdırlar. Çocuk ölümleri konusunda da modellerimiz yine onlardır. Onlar içinden de özellikle peygamberimiz Hz. Muhammed (ASM)  dir. Çünkü O’ nun Kasım ve Abdullah isimli iki çocuğu Mekke’ de vefat ediyor. Hem Medine’ de vefatına yakın son bir oğlu oluyor. İsmini İbrahim koyuyor. Fakat o da ölümlerine üzüldüğü üç torunu gibi hastalanıp vefat ediyor. Hz. Peygamber (ASM)
oğlunun vefatına bir an üzülüyor, ağlıyor. Sonra şöyle diyor:
 
“ Ey İbrahim, eğer tekrar buluşma vaadi olmasa , bu ölüm herkesin geçmek zorunda olduğu bir yol olmasa ve son gelenimizin ilk gidene yetişeceğini bilmesek,  senin için daha fazla üzülürdük. Yine de senin için çok üzülüyoruz ey İbrahim! Göz ağlar, kalp hüzünlenir fakat ağzımızdan Allah’ ın razı olmayacağı bir şey çıkmaz.”
 
Eğer Âhiret ve sonsuzluk olmasaydı, çocuk ölümlerine ve acılarına kesintisizce üzülmek  belki makul görünürdü. Amma ebedî ve sonsuz bir Âhiret hayatı var. Ve her bir insan bu ebedî âleme doğru akan bir hayatı yaşıyor. Bir gün ömür ırmağı ebedî Âhiret denizine kavuşacak…
 
Hem Said Nursi’nin tespit ettiği üzere Çocukların hastalık, bela ve musibetleri
Onları gelecekte karşılaşacakları hayatın zorluklarına karşı alıştırıyor, hazırlıyor. Bu manada bir aşılama hükmüne geçiyor. Hem onların canlılık sistemlerine güç ve direnç kazandırıyor. Nietzche’nin dediği gibi “ Beni öldürmeyen bela ve darbe bana kuvvet kazandırır.”
 
Ayrıca hastalık ve belalar anne-babaların uyanmalarına, çocuklarına hakkıyla göstermedikleri ve vermedikleri şefkat ve merhameti sunmalarına vesile oluyor. Bu hastalığın verdiği ve gösterdiği özel ilgi, şefkat ve merhamet o çocuğun kalp, ruh, vicdanını hatta zihnini öyle besliyor ve büyütüyor ki yüz hastalık acısı o tatlı ve güzel ilginin yanında az kalır. Bunu herkes şahsî tecrübeleriyle  hissedip anlayabilir.
 
Hem Said Nursi’ nin tespit ettiği üzere bazen hastalıklar, bela ve musibetler çocukların haylazlıklarının neticesidir. O vakit işledikleri suçun bir çeşit cezasını çekiyorlar. Mesela bir çocuk kendi bacağına vurulduğunda feryat ettiği halde gitse, bir civcivin bacağını acımasızca koparsa ve zavallı hayvanı ömür boyu ızdırap içine atsa, elbette bir cezaya müstahak olur.
 
Bu hikmetler ve benzeri yüzlerce hikmetler, hayattaki terbiye sürecinde acıları ve onların kaynakları olan hastalık, bela, âfet, sıkıntı v.b. durumları kabul edilebilir kıldığı için, Rahman-ı Rahîm olan Allah’ın besleyici merhameti ve koruyucu şefkati onlara müsaade edebilmiştir. Aksi takdirde etmezdi.

Eğer bir sorun yaşıyorsanız ve bir çözüm bulamıyorsanız bunu Siz göremiyorsunuz. Ama bir uzman mutlaka bu sorunun çözümünü, Sizin vereceğiniz doğru bilgilerle bulur ve söyler. Bunun için mutlaka bir profesyonel yardım almalısınız.