Milliyetçilik, modern toplumlarda bir arada bulunmayı sağlayan, bu toplumda ortaya çıkan siyasal otorite biçimini meşrulaştıran siyasi inanç ya da itikat olarak tanımlanabilir. Milliyetçiliğin temel kurumsal öğeleri “milli devlet” tir. Ve bu devlet, siyasal örgütlenmenin ideal formu olarak ortaya çıkmaktadır. Milli devletin, bir kurum olarak ideolojinin temel öğelerinin biri olması yanında, toplumdaki ekonomik ve kültürel aktivitelerin çerçevesi de yine milliyetçilik anlayışı ile temellenmektedir 

Milliyetçiliğin bir düşünce biçimi olarak oldukça yeni olduğu 18.yy’ın sonlarından itibaren gündeme geldiği ileri sürülebilir.
 

Modern toplumda toplumu bir arada tutma işlevini yerine getiren milliyetçiliğin siyasal bir akım olarak ortaya çıkışı, Amerikan ve Fransız devrimleri ile olmuştur. Bilindiği gibi Fransız Devrimi ve onu izleyen Napolyon’un askeri istila girişimleri, milliyetçilik ideolojisinin bütün Avrupa’ya yayılmasına yol açmıştır.
 

Milliyetçilik akımının nesnel temeli, “millet” olarak tanımlanan toplumsal kategoridir. Milliyetçiliğin var olabilmesi için millet olarak adlandırılan toplum türünün ortaya çıkması gerekmektedir. Başka bir değişle, Fransız Devrimi ve Napolyon, Avrupa’da feodal toplumun kurumlarını yıkarken milliyetçi düşüncenin ve buna bağlı siyasal örgütlenmenin yaygın, etkin bir oluşum olmasına neden olmuştur. 
 

Tarih içinde milli toplulukların ortaya çıkışı ile belli bir siyasi kurumlaşma biçimi olan milli, merkeziyetçi devletin oluşumu birbirini izlemektedir. Başka bir değişle, gerek milli toplumun oluşumu, gerek milli devletin ortaya çıkışı, belli bir tarihsel etkileşimin sonucu olmuştur.


Ancak milli toplulukların ortaya çıkışı ile beraber milliyetçi ideoloji gündeme gelmemiştir. Milli, merkeziyetçi devletin oluşumu çok açık bir siyasal değişimdir. Ancak bu kurumsal değişim ile devletin meşruluk temelleri değişmemiştir. Milliyetçiliğin bir siyasal ideoloji olarak ortaya çıkışı 19.yy başlarındadır.

Geniş kapsamlı bir siyasal ideoloji olarak milliyetçilik üç temel tezle gündeme gelmiş görünmektedir. Birinci olarak egemenliğin topluma, yani millete ait olduğu ileri sürülmüştür. İkinci tez ise, milli egemenlik ilkesine bağlı olarak gelişen milli bağımsızlık olmuştur. Üçüncü olarak eşitsizliklere karşı eşitlik ve liberalizm savunulmuştur. Görüldüğü gibi milliyetçilik bir siyasal ideoloji olarak ortaya çıkarken devrimci bir içerik taşımaktadır.
 

Böylece bir ideoloji olarak milliyetçilik, kurulu düzen ve mevcut siyasal kurumlaşmaya karşı devrimci bir başkaldırış olarak tarih sahnesine girmiştir. Buna göre milliyetçiliği 19.yy başlarında ortada bulunan siyasal düşünce yelpazesinin en sol ucuna koymak doğru olacaktır. Ve zaten bu değerlendirmenin yapıldığı gözlenebilmektedir. 
 

Milliyetçilik onu destekleyenlerin siyasal idealleriyle şekillenir. Kendi farklı tarzlarında, liberaller, muhafazakârlar, sosyalistler, faşistler ve hatta komünistler milliyetçiliğe ilgi duymuşlardır. Tüm büyük ideolojilerden sadece anarşizm milliyetçilikle tamamıyla ters düşmüştür. Bu anlamda milliyetçilik kapsayıcı bir ideolojidir.

Milliyetçiliğin başlıca türleri:

Liberal Milliyetçilik

Muhafazakâr Milliyetçilik

Yayılmacı Milliyetçilik

Anti-kolonyal (sömürgecilik karşıtı) Milliyetçilik

LİBERAL MİLLİYETÇİLİK

Liberal milliyetçilik, Avrupa liberalizminin klasik biçimi olarak görülebilir. Liberal milliyetçilik, Fransız Devrimi’ne kadar geri gider ve onun birçok değerini içerir. 19. Yüzyıl ortası Avrupası’nda, milliyetçi olmak liberal, liberal olmak da milliyetçi olmak anlamına gelmesi bu savı desteklemektedir. 
Liberal milliyetçiliğin en açık ifadesi Amerika Başkanı Woodrow Wilson’un On Dört Prensibinde bulunmaktadır.


Tüm milliyetçilik biçimleriyle ortak olarak, liberal milliyetçilik insanlığın doğal olarak her biri ayrı bir kimliğe sahip bir uluslar koleksiyonuna bölündüğü temel varsayımı üzerinde yükselir. Bu nedenle uluslar, siyasal liderlerin veya yönetici sınıfların suni yaratıları değil gerçek topluluklardır.
 

Liberal milliyetçiliğin karakteristik konusu ulus fikri ile nihai olarak Rousseau’dan türetilen halk egemenliğine olan inancı birbirine bağlamaktadır. Bu kaynaştırma 19. Yüzyıl milliyetçilerinin kendilerine karşı savaştıkları çok-uluslu imparatorlukların da otokratik ve baskıcı olmaları nedeniyle ortaya çıkmıştır. Mazzini sadece İtalyan devletlerini birleştirmek istememiş aynı zamanda otokratik Avusturya’nın da etkisini yıkmak istemesi örnek olarak gösterilebilir.

MUHAFAZAKÂR MİLLİYETÇİLİK

19. Yüzyıl’ın ikinci yarısına kadar muhafazakâr siyasetçiler milliyetçiliği devrimci olmasa bile yıkıcı bir inanç olarak görmekteydiler. Yüzyıl ilerledikçe muhafazakârlık ve milliyetçilik arasındaki bağ gittikçe aşikâr olmuştur.

Modern siyasette, milliyetçilik tümü için değilse bile çoğu muhafazakâr için bir iman meselesi haline gelmiştir.

Muhafazakâr milliyetçilik evrensel kendi kaderini tayin hakkına dayanan ilkeli milliyetçilikten çok, ulusal yurtseverlik duygusunda somutlaşan sosyal bütünlük ve kamu düzeni vaadi ile ilgilidir. Muhafazakârlar ulusu insanların bir temel güdü olarak kendileriyle aynı görüşlere, alışkanlıklara, yaşam biçimine ve görünüşe sahip olan kimselere yakınlık hissetmelerinden doğan bir organik varlık olarak görürler.

Muhafazakâr milliyetçilik, ulus inşası sürecinde olanlardan ziyade yerleşik ulus-devletlerinde gelişme eğilimindedir. Bu tip milliyetçilik, tipik olarak ulusun içeriden veya dışarıdan bir şekilde tehdit altında olduğu algısından ilham alır. Yakın geçmişteki ve günümüzdeki Türkiye örnek olarak verilebilir.

YAYILMACI MİLLİYETÇİLİK

Milliyetçiliğin üçüncü biçimi saldırgan, militer ve yayılmacı bir karaktere sahiptir. Milliyetçiliğin saldırgan yüzü ilk kez 19. Yüzyıl’ın sonlarında Avrupa güçleri ulusal şan adına Afrika için kapışmaya giriştiklerinde gözükmüştür.

20. Yüzyıl’ın her iki dünya savaşı da bu yayılmacı milliyetçilik türünün sonucudur.

İkinci Dünya Savaşı büyük oranda Japonya, İtalya ve Almanya tarafından takip edilen milliyetçiliğin ilham verdiği emperyal yayılmanın bir sonucudur. Bu tip milliyetçiliğin Avrupa’daki en yıkıcı modern örneği Bosnalı Sırpların Büyük Sırbistan’ı yaratma hayalleri olmuştur.

Bu tip milliyetçilik yoğun bir duygudan ve hatta kimi zaman bütüncül milliyetçilik adı verilen histerik bir milliyetçi coşkudan kaynaklanmaktadır. Bütüncül milliyetçilik terimi, Maurras tarafından uydurulmuştur. Maurras’ın siyasetinin merkezi noktası ulusun büyük öneminin vurgulanmasıydı. Buna göre ulus her şey birey hiçbir şey idi.

SÖMÜRGECİLİK KARŞITI MİLLİYETÇİLİK

Gelişmekte olan dünya, tamamı bir biçimde sömürgeci yönetime karşı mücadeleden ilham almış olan çeşitli milliyetçilik türlerini bol miktarda üretmiştir. Sömürgecilik milliyetçiliği küresel önemi haiz bir siyasal inanca dönüştürmeyi başarmıştır. Afrika ve Asya’da ulusal bağımsızlık arzusuyla şekillenen bir ulus olma hissini geliştirmeye yardımcı olmuştur.

20. Yüzyıl boyunca dünya siyasal coğrafyasının büyük bir bölümü anti-kolonyalizm tarafından dönüştürülmüştür. İki savaş arası dönemde ortaya çıkan bağımsızlık hareketleri İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından yeni bir ivme kazanmıştır. Aşırı genişlemiş olan Britanya, Fransa, Hollanda ve Portekiz imparatorlukları yükselen milliyetçilik karşısında çökmüşlerdir.

SONUÇ

Türkiye’deki görüşler bağlamında, milliyetçiliğin -genel anlamda- faşizme varılmadan önceki son durak olgusu gerçeği yansıtmamaktadır.

Zira büyük ideolojiler tarafından ortak payda da bulunan milliyetçilik, farklı görüşler etrafında ilerlemeci ve gerici, demokratik ve otoriteryen, özgürleştirici ve baskıcı, solcu ve sağcı olabilmektedir.

Milliyetçilik onu destekleyenlerin siyasal idealleriyle şekillenir.

Yine Türkiye eksenin de milliyetçilik bir siyasi parti partizanlığı değil, siyasal bir ideolojidir.