Değerli Basın Emekçileri; Halkların Demokratik Partisi(HDP) Kocaeli Milletvekili ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu TBMM de yaptığı basın toplantısında cezaevlerindeki insan hakkı ihlalleri ve gündeme ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Kolaylıklar dileriz...

OHAL KOMİSYONU ANAYASAL İLKELERİ ÇİĞNEYEN HUKUKSUZ BİR KOMİSYONDUR!

Dün OHAL Komisyonu’nun 1 yıl daha uzatıldığı bilgisi açıklandı. 20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL’den sonra 6 ay kadar mağdurlar mahkeme mahkeme dolaşmıştı. İdare mahkemesi, Anayasa mahkemesi, AİHM’de dolaşmışlar ve binlerce dilekçe vermiş, dava açmışlar ama kabul edilmemişti. Davaları yargısal açıdan hiçbir yer kabul etmiyordu. Aradan 6 ay geçtikten sonra Avrupa Konseyi’nin onayı AİHM’in uygun bulmasıyla Türkiye Cumhuriyeti devleti OHAL komisyonu denen idari bir komisyon kurdu. Bu komisyon kuruluşunda anayasal ilkeleri çiğneyen bir kuruluş olarak ortaya çıktı. Çünkü mağdurların yasal kriterlerle ihraç edilmesini onaylayan, anayasayı, hukuku çiğneyen bir anlayışla ortaya çıktı ve iyi niyetli değildi.

OHAL komisyonu 23.01.2017’de kuruldu ve 2 yıl içinde tüm başvuruları bitireceği açıklandı. 126 bin 300 başvuru vardı ve mağdurlar büyük bir bekleyiş içine girdi. Yaklaşık 1 yıl sonra 22.12.2017’de ilk sonuçlar açıklandı %93 oranında red, % 7 oranında kabul oranı vardı. OHAL komisyonu adeta KHK’ları doğrulama amacıyla kurulmuştu ve ona uygun oranlarda bir cevap veriyordu, yani idarenin yaptığı doğrudur demek istiyordu.

OHAL komisyonunun hukuksuz olduğunu çok söyledik. 2 yıl geçtiğinde dosyaların %60’ı incelenmemiş durumdaydı, 1 yıl daha uzatma istediler. 23.01.2019’da 1 yıl daha uzatıldı. 3 yıl oldu şimdi bugün 1 yıl daha uzatma aldılar, 4 yıl oldu. Mağdurlar 3.5 yıldır bekliyor.126 bin 300 başvurudan 98 bin 300 başvuru incelenmiş, 28 bin kişi hakkında sonuç bile açıklanmamış. İncelenen başvuruların %92’sine red, %8’ine kabul verilmiş. Oran niye bu kadar yüksektir çünkü yasal kriterler suç olarak kabul edilmiş, bir bankaya para yatırmanız bir sendikaya üye olmanız, çocuğunuzu kapatılan okullara göndermeniz, barış istemeniz, barış istemiyle ilgili herhangi bir davanızın olması, muhalif bir siyasi partide, çoğunlukla HDP’de oluyor, partimizin il-ilçe örgütünde bulunması, veya herhangi bir barış temalı bir gösteriye katılmanız, OHAL Komisyonu tarafından isteğinizin reddedilmesiyle sonuçlanmış.

Biz OHAL komisyonunun anayasayı çiğneyen hukuksuz bir komisyon olduğunu söylüyoruz. Bunu TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu olarak, 1 yıl önce ziyaret ettiğimiz OHAL komisyonuna da söylemiştik. Buradan tekrar ifade ediyorum:

Yasal kriterler suç olarak tanınıyor, anayasa ihlal ediliyor. 3 saat süren bir tartışmada önlerine onlarca ihlal dolu sonuç dosyası koyduk, kimisinde çok önemli teknik hatalar vardı. Kimisinde de yasal kriterlerin suç kabul edilmesiyle red verildiği apaçık ortadaydı bütün bunları komisyona anlattık bir çok dosyaya cevap veremediler ve bizi tekrar davet ederek bu dosyalar konusunda bilgilendireceklerini söylediler. Şahsen bana söylendi bu çünkü onlarca dosyadaki hem hukuki hem teknik hatalarını yüzlerine söylemiştim. Aradan 1 yıl geçti bana verdikleri sözü de yerine getirmediler tekrar davet etmediler. Çünkü açıklayabilecekleri, hukuksuzlukları ile ilgili söyleyebilecekleri herhangi bir şey yok bunu çok iyi biliyorum böyle bir mantıkla hareket ediyorlar.

OHAL Komisyonu yasal zırha büründürüldü. Verdikleri hukuksuz kararlardan yasal olarak sorumlu tutulmayacaklar. Yasal zırha kavuştukları için bu dünyada sorumlulukları konusunda oldukça rahatlar. Anayasayı çiğneyerek, yalan yanlış cevaplar veriyorlar.

Değerli basın mensupları!

Bazı örnekler verelim:

Kişi kardeşinin icra borcunu ödemek için Bankasya’ya 100 lira yatırmış ve bundan dolayı “Terör Örgütüne yardım” iddiasıyla ihraç edilmiş. Ardından da adli soruşturma açılmış ve bu kişiye 2 yıl 1 ay ceza verilmiş. OHAL komisyonu da Bankasya’ya 100 lira para yatırdığı için bu kişiye red cevabı vermiş, bunun belgeleri elimizde. Bunları da biz komisyonda sunduk bir cevap veremediler.

Bir başka vakada, kişinin Elazığ’da cemaat evlerinde kaldığı yazılmış ama kişi hayatında Elazığ’a gitmemiş. Yalan yanlış kulaktan dolma bilgilerle OHAL Komisyonu’nun karar verdiğini birçok dosyada görüyorum.

Bunlar binlerce örnekten sadece 2’si. Kurum kanaati denerek, yalan yanlış güvenlik soruşturması bilgileriyle hareket edilerek, amiri kişiyi sevmiyorsa “FETÖ” torbasına atmış… böyle de çok vaka var.

OHAL KOMİSYONU KÖTÜ NİYETLİ!

Bir kişinin barış bildirisini imzalaması, barış gösterisine katılması suç olarak kabul edilmiş. Kurum olumsuz düşündüğü için kişi ihraç edilmiş ama OHAL komisyonu o kuruma tekrar kurumun kanaati nedir diye soruyor. Tabi ki olumsuz cevap geliyor böylesine bir kısır döngü de %92 gibi çok yüksek oranda bir olumsuz cevap alınıyor.

Biz OHAL komisyonunun kötü niyetli olduğunu, oyalama komisyonu olarak kurulduğunu düşünüyoruz. 2 yılda bitirilecek iş neredeyse 4 yıla uzatılmış durumda. 98 bin 300 dosya incelenmiş ve %92 oranında red cevabı var. Bu kişiler ancak 3.5- 4 yıl sonra mahkemeye gidebilecekler. Bu ne demek, davanın sonuçlanması 15-20 yılı bulacak! İdare mahkemesi, bölge idare, Danıştay, Anayasa Mahkemesi, AİHM süreçlerinden sonra belki ancak haklarına kavuşacaklar, tazminat kazanacaklar.

28 bin kişi ise halen OHAL komisyonundan cevap bile alabilmiş değil. Skandal bir durum. Bir gece sorgusuz sualsiz ihraç edilmişsiniz, müracaat yolu arıyorsunuz, yargı yolu da size kapatılmış. İdarenin her dediğini doğrulayan bir OHAL komisyonuna teslim edilmişsiniz, 3.5 yıl geçmiş sonuç bile açıklanmamış. Arkadaşlar dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yoktur.

OHAL komisyonunu ziyaret ettiğimizde orada dosyaların ayrı ayrı farklı renklerde tasnif edildiğini gördük. Sözde düzenli tertipli işler yapıyorlardı. Biz de onlara dosyaların farklı renklerde cicili bicili dosyalanması klasörlenmesi marifet değil, bunların içinde anayasa var mı, hukuk var mı, ondan bahsedin dedik!

Buradan, anayasayı çiğneyen hukuksuz OHAL Komisyonunu halkımıza şikayet ediyorum. OHAL komisyonu kapatılmalı, lağv edilmelidir.

TBMM İNSAN HAKLARI KOMİSYONU, İHLAL KOMİSYONU OLDU!

Değerli arkadaşlar uzun süredir Ankara Emniyeti’ndeki işkenceleri kaçırılma vakalarını gündeme getirdik, yetkililerden cevaplar bekledik. Halfeti de gözaltına almaları, Beşikdüzü cezaevini, Elazığ cezaevini, Ankara Emniyet Müdürlüğündeki işkence iddialarını ve bunlara karşı Van, Diyarbakır, Ankara, Şanlıurfa barolarının raporlarını anlattım.

Yetkililerden bir açıklama gelmedi, cezasızlık yoğun bir şekilde devam ediyor. Malesef hiçbir açıklama yapmak istemiyorlar, ihlallerin üstü örtülüyor. Tüm resmi kurumlar, buna TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu dahil, insan haklarını ihlal ediyor. O bile insan hakları adına bir araştırma rapor çalışması yapmıyor.

26 Mayıs’ta, Ankara emniyetindeki işkenceleri gündeme getirip Ankara Barosu’nun yayınladığı rapor hakkında bir cevap istediğimiz halde idari bir soruşturma yapmayan bir İçişleri Bakanlığı var! Avukatlar gözaltındaki 46 eski Adalet Bakanlığı çalışanının, eski başbakanlık çalışanlarının işkence gördüğünü söyledi. Biz kamuoyuna duyurduk. Ankara Barosu İnsan Hakları Merkezi ve Avukat Hakları Merkezinden 4 avukat gidip gözaltındaki insanlarla görüştü. Evet dediklerimiz doğruydu. Bunlar belgelendi, kızarmış yüzler morarmış vücutlar avukatlar tarafından görüldü. Bize ciddi bir cevap vermiyorlar. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu geçtiğimiz gün bu konuda bir açıklama yaptı. Ciddi bir cevap vermek yerine şahsımı "Fetöcü" olmakla itham etti.

Kaçırılan insanlar birden Ankara Emniyet Müdürlüğünde ortaya çıkıyor, bu nasıl oluyor diye soruyoruz açıklama yapılmıyor. Aksine bu iddiaları gündeme getiren kişiye iftiralarla dolu bir saldırı başlatıyor.

YALAN ATMAK SOYLU’NUN ADETİ

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, ciddi bir cevap veremiyor ama iftiralarla saldırmayı çok iyi biliyor! Soylu’nun adetinin yalan olduğunu çok iyi biliyoruz, farklı bir çok durumda da yalan attığını çok iyi biliyoruz.

Biz insan hakları savunucusuyuz burada ve her zaman, her mağdurun, siyasi veya dini her farklı kimliğin hakkını hukukunu savunduk, savunuyoruz ve savunacağız. İnsan hakları kavramı neyi gerektirse onu yapıyoruz. Mağdurun kimliğine bakmayız. Mağdur farklı kimlikten diye, işkence yapıldığı zaman ben onu görmeyeyim diyebilir miyim? Değerli arkadaşlar işkence insanlık suçudur!

SOYLU İŞKENCE GÖRÜRSE ONU DA SAVUNURUZ!

İşkence zaman aşımına uğramayacak ve kesinlikle hiçbir insani hukuki değer açısından kabul edilemeyecek bir suçtur. Çok açıktır hiçbir mazereti yoktur. İşkenceyi açıklayacaklarına kalkıp böyle iftiralarla ortalığı bulamaya çalışıyorlar. Süleyman Soylu’ya şunu hatırlatalım, yarın öbür gün iktidardan düşer yargılanır, gözaltında, cezaevinde kötü muamele, işkence görürse biz onun da hakkını savunuruz. Biz insan hakları savunucusuyuz. İnsani erdem bunu gerektirir.

Değerli arkadaşlar bize cezaevinden gelen ihlal başvurularından bazı örnekler vermek isterim.

Elbistan HDP İlçe Teşkilat üyemiz Elif Kısa, 2 engelli çocuğu olmasına rağmen mesnetsiz iddialarla haksız hukuksuz, adına delil denen şeylerle maalesef tutuklandı. 70 yaşında bir anne ve 2 tane zihinsel engelli çocuğu var; birisi %100 engelli. Aile çok zor durumda zihinsel engelli çocuk gerçekten annesini arıyor ve bu annenin cezaevinde olması kadar korkunç bir şey yok! İşitme engelli diğer kardeşi sosyal medyadan ailesinin durumunu feryat ederek anlatıyor büyük bir feryat ile anlatıyor. Kamuoyunun duyması, bu annenin cezaevinden çıkması lazım. Böylesi zalimane cezalandırmaları kabul etmiyoruz, bu insanlar tutuksuz yargılanabilir.

Seyfettin Günbey, Denizli Kocabaş Cezaevi’nden bize ulaştı. 15 Mayıs’tan beri dişle ilgili sorunları için defalarca dilekçe veren bir mahpus ama hala hastaneye diş muayenesine gidememiş. Yılın sonuna gelmişiz ve bu insan hala diş hastanesine gidememiş durumda. Türkiye Cezaevleri insan hakları ihlal rekoru kırıyor.

Evet bize Adana Kürkçüler F tipi kapalı ceza ve infaz kurumundan gelen bir şikayet var. Köpeklerle koğuşa girildiğini, arama yapıldığını söylüyor. Kendilerine okumak için kitap ve günlük gazete verilmediğini, cezaevi yönetiminin yasal olmayan keyfi baskı ve uygulamalarının olduğunu belirtiyor.

Silivri Cezaevi’nden de çok şikayet alıyoruz. Az yemek verildiği, iaşelerin azaltıldığı iddiaları var. Asker ve askeri öğrencilerin bulunduğu koğuşlarda bilhassa az yemek veriliyormuş.

Muğla E Tipi Cezaevi’nde, normalde kaç kişilik olduğunu bilmediğimiz koğuşlarda 2 ya da 3 katı kişi kalıyor, 6 kişilik koğuşlarda 12 kişi, 12 kişilik koğuşlarda 30 kişi kalıyorlar. Ranza yeterli olmadığı için yerde dönüşümlü olarak uyuyorlar. Bakın cezaevlerinin hali içeriden gelen haberler bunlar. Sıcak su haftada 2 gün veriliyor. 

Erkek koğuşları için çamaşır makinesi uygulaması yok ve ellerinde yıkadıkları kıyafetler kış mevsiminde kurumuyor. İçeri etiketsiz yani yeni alınmamış hiçbir kıyafeti almıyorlar ve bu gün geçtikçe maddi açıdan mahpusları daha da zorluyor. Kapalı görüş yaptığımız bölmelerdeki camlar demir parmaklıklarla bölünmüş ve camlar aşırı kirli.

Cezaevi’nde kadınlar koğuşunda kalanları anlatıyor. Evet bazı parti vekillerinin cezaevini ziyaret ettiğini ama her koğuşa girmediğini söyleyerek cezaevindeki ihlallerin görülmediğini söylüyor mahpuslar.

Yine Rize Kalkandere Kapalı Cezaevinde yemeklerin azaltıldığı, sadece sabah kahvaltısı verildiği, içeridekilerin yemek yiyemediği için zayıfladığı belirtiliyor. Suların sık sık kesildiği anlatılıyor.

Bu ihlalleri yapanlar, yanlarına kar kalacağını zannetmesin. Bazen de mahpuslar dişli çıkıyor ve kendilerine bu ihlali yapan kötü muamele şiddet uygulayan infaz koruma memurlarını şikayet ediyor.

Ercivan Özcan isimli bir mahpus Manisa Cezaevi’nde infaz koruma memurları tarafından darba maruz kalmış ama kabullenmemiş. Yasal yollara başvurmuş sonunda haklı çıkmış ve kendisini haksızca darp eden infaz koruma memurları hem ceza almış hem görevden ihraç edilmişler.

Bunu tüm kamu görevlilerine hatırlatıyoruz! Şuanda haksız hukuksuz bir dönemde olabiliriz anayasanın çiğnendiği bir dönemde olabiliriz ama kimse yanına kalacağını sanmasın, bunu hiçbir zaman unutmasın.

Eskişehir L tipi Cezaevi için ihlal başvuruları var. Kadın koğuşunda yağmurlu günler dahil, malta kısmına çıkararak orada yüksek sesle sayım yapılıyor. Görevli infaz koruma memurları kendileri kapı eşiğinde ıslanmadan bu sayımı alıyor. Tutuklular bekleyerek ve ıslanarak bu zulmü yaşıyor.

Diş tedavisi için 450 kişi sırada diyerek bu konuda 14 ay sonraya sıra veriliyor. Cezaevi yönetimine yazılan dilekçeler kayboluyor, buharlaşıyor.

Tutukluların avukata ulaştırmak üzere yazdıkları savunma ve ihlallerle ilgili belgeler cezaevi yönetimi tarafından el konularak gönderilmiyor.

Basında yer alan 14 sayfalık Ahmet Altan’ın tutuklanma anını yazan makaleyi tutuklu eşine mektupla birlikte göndermiş, ancak mektubu vermişler, makaleyi vermemişler, bilgilendirme de yapmamışlar. İşte bu kadar rahatlar! Kitap, gazete ve sosyal etkinliklerden mahrum edilerek ikinci bir cezalandırma yapılıyor.

CEZAEVİ Mİ KERBELA MI?

Türkoğlu Cezaevi’nden çok şikayetler alıyoruz. 11/C koğuşunda hala kaloriferler yanmıyor. Bu tür şikayetleri biz çok aldık. Çorum cezaevinde şuanda düzeltildiğini de söyleyelim.

Yine Sincan Cezaevi’nden önceki gün bize gelen başvuru tüyler ürperticiydi bunun da altını çizerek söylüyorum. Kadın koğuşlarında, kadınların dışarıdan su almasının yasaklandığı engellendiği ve çeşmelerden akan paslı suları içmek zorunda kaldıklar yönünde bir şikayet geldi. Bu gerçekten kabul edilecek bir şey değil. Adeta cezaevini Kerbela’ya çevirmeye çalışan bir cezaevi idaresi var sanırım!

İzmir/Ödemiş Cezaevi’nde de sıcak suların verilmemesi yönünde bir çok şikayet alıyoruz. Silivri Cezaevi’nde de 1 aydır sıcak su verilmediği insanların resmen hayvan muamelesi gördüğü, doktora gidişlerde büyük sıkıntılar olduğu yönünde çok şikayetler geliyor.

Adalet Bakanlığı’na sesleniyoruz! Cezaevleri tıkabasa dolu. Kapasitenin 3- 4 katı insan kalıyor koğuşlarda ama bu hal sürekli sürdürülebilecek bir hal değil. Bir an evvel bu halin bitirilmesi, cezaevlerinin insani şekilde şartlara geri döndürülmesi ve ihlallerin bitmesi gerekiyor.

Anne baba tutukluluklar devam ediyor, aileler mahvoluyor, nesiller perişan oluyor. Acımasızca siyasi yargılamalarla sadece zanlılar değil çocuklar da cezalandırılıyor.

Kayseri 2. Sulh Ceza Hakimliği, anne Hande Serdar ve baba İskender Serdar’ı tutuklamış. Çocuk Barbaros Hayreddin Serdar, 9 yaşında ve astım hastası. Psikolojisine ilişkin raporlar da burada. Psikolog raporu, çocuğun anne baba tutukluluktan dolayı psikolojisi bozulduğunu açıkça ortaya koyuyor. Devlet anne babalarla birlikte çocukları da cezalandırma uygulamasına bir an önce son vermelidir.

Çayırova HDP ilçe yöneticilerinden Emine-Mehmet Karaaslan. Evlerinde ziyaret ettim. Evlerinde çektik bu fotoğrafı; 3 tane çocuk görüyorsunuz. Biri ufak, bir kız çocuğu, birisi üniversite imtihanlarına hazırlanan bir çocuk. Başarılı çocuklar ama anne baba tutukluluktan dolayı çok zor durumdalar. Bu kişilerin tutukluluk gerekçesi de çok saçma! Polis fotoğraf gösterip işte şurada niye halay çektin, şu parti yöneticisiyle telefonda ne görüştün, niye görüştün gibi suçlamalarla gözaltına alıp tutanak düzenliyor. Teyzeleri Balıkesir’den gelip onlara bakıyor. Anne, teyze ve çocuklar perişan durumda. İpe sapa gelmez suçlamalar dolayısıyla tutuklama gerçekleşmiş!

Yine bakın, Mehmet-Ümmühan Güler çifti, KHK’lı. Eşi tutuklu, 20 yaşındaki %98 engelli çocuğuyla bir başına anne. Engelli çocuk yoğun bakımda. Bu anneyle de görüştüm gerçekten çok zor durumda ve diğer çocuk evde. Aile perişan olmuş durumda.

Bunlar Türkiye’den yargı manzaraları. Maalesef tutuksuz yargılama yapılabilecekken acımasızca tutuklamalarla aileler perişan ediliyor. Böyle binlerce aile var Anadolu’da.

Zuhal Dural; 45 yaşında, biri Çölyak hastası 4 çocuk annesi. Eşi Muş Cezaevi’nde. 10 yaşındaki çocuğu evde yalnız durumda. Mardin polisi tarafından sabaha karşı eve yapılan baskınla, anne ve baba bu çocuklar yalnız bırakılarak gözaltına alındı.

Cezaevi ziyaretleriyle ilgili önemli şikayetler alıyoruz.

Abdullah Akkuş, Samsun Cezaevinden bize mektup göndermiş. “Cezaevi ziyaretlerinde açık görüşlerde eşlerin yan yana oturtulmaması kuralı var, masanın karşısında oturacak eşiniz çocuğunuz, onlara sarılmanız bile yasak. Her görüş sonrası kızımın 'baba gitme' ağlamaları açık görüş sonrasını dayanılmaz kılıyor” diyor. Bu görüşlerde gayri insani merhametsiz tavırlardan şikayetçi. Ayda bir açık görüş oluyor, çocuğuyla, eşiyle yan yana oturmak istiyor insanlar ama hayır karşı karşıya oturacaksın denilerek insanların eşine çocuğuna dokunması bile yasaklanıyor.

Yine bir başka mektup. Neşe Ulusoy Bakırköy Cezaevinden bize yazmış: “46 yaşında bir anneyim, nasıl terörist olabilirim?” diye bize soruyor. Çocuklarından biri prematüre doğduğu için, mesanesi çalışmıyor, 13 yaşında. Her teneffüs onu tuvalete götürmezse çocuk hissetmeyerek, altına kaçıracak. Okula yakın ev tutmuş her tenefüste çocuğunun tuvalet ihtiyacını karşılamak için okula gidiyormuş. Bu anne 10 aydır tutuklu, çocuk perişan anne perişan, “ömrümün en acılı evresinde sesime ses olun" diyor.

M.Ç, Adıyaman Cezaevi’nden. “Oğlum annesinden sonra benim kabine geldi. Annesine dokunup, sarılamadığı için hıçkırıklarla ağlıyordu. 'Baba niye anneme götüremiyorsun?' der gibi bakıyordu. Bir babanın çaresizliğini düşünebiliyor musunuz? Ömer bey” diye bana soruyor. Anne baba tutuklu çocuk ilk önce anne yanına götürülüyor ve daha sonrasında babanın yanına geldiğinde annesinden ayrıldığı için gözyaşları içinde.

Süleyman Aksoğan ve eşi Müberra Aksoğan. Dün Sulh Cezada sorguya çıkarılması bekleniyordu. Bu kişilerde hukukta olmayan işlere imza atılıyor insanların eşinden dolayı tutuklanma tehditi altında olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Bakıyorsunuz eşi ile ilgili hususlardan dolayı kadınlar tutuklanabiliyor.

Asım Sencer Ereğli Hapishane’sinde. Uzun süredir takip ettiğim bir çocuk. 40 günlükken hapise girdi, şu anda 3. Doğum gününü cezaevinde kutluyor. 3 senedir çocuk cezaevinde düşünebiliyor musunuz? 4 duvar arasında bir çocuk. Tüm çocukluk evrelerini cezaevinde geçirdi Asım sencer. Cezaevi çocuklara göre bir yer değil ben gittim, koğuşların halini gördüm. Bebeklere göre bir yer değil. Demir kapılar kapanıyor, yüksek duvarlar tel örgüler bunlar çocuk psikolojisine çok ağır gelen hadiseler. Bu çocuk da işte böyle emniyetsiz cezaevi koğuş şartlarından dolayı düşmüş, kafası yarılmış, dikiş atılmış. 40 günlük iken içeri alınmış bu çocuk cezaevinde bunları yaşıyor değerli arkadaşlar!

Rize Cezaevi’nden Leyla Açıkmeşe yazmış. Eşi de tutukluymuş, bakın ne anlatıyor: "Azra da cezaevinde terlikle gezmek zorunda, sürekli düşüyor, 3 defa merdivenden düştü, başı şişti, ayağı incindi. Yerde ayağı kaydı, çenesi morardı, Artık odadan çıkarmaya korkuyorum, avludan da mahrum kaldı, tek odada hapis."

Düşünün cezaevinde bir avlu şansınız var ama avlu kaba beton sıvalı. Büyükler bile düştüğünde eli ayağı kırılabiliyor. Anne çocuğunun düşmesinden dolayı tedirgin olup o odadan bile çıkarmıyor, çocuk avlu yüzü bile görmüyor. Ne kadar gayri insani bir hal dikkatinizi çekerim.

"4 yaşında, 3 yıldır babadan ayrı, babası olan çocukları kıskanıyordu, bir de 4 duvar arasında, ‘babamı istiyorum’ ağlamaları çok arttı. Eşim Bandırma'da, Rize’ye nakil talebimiz 8 kez reddedildi.”

Düşünün kadın Rize Cezaevi’nde baba Bandırma Cezaevi’nde, anne baba yıllardır birbirinden ayrı. Çocuk babasını göremiyor. Nakil talebi reddediliyor, Bandırma’dan Rize’ye gelemiyor. 8 kez başvurmuşlar, 7 aydır babasını göremedi bu çocuk diyor. "Kalabalık kadın koğuşunda kimsenin çocuk sesi kaldıracak hali yok. Bu yüzden Azra'yı hep kısıtlamak zorundayım, kısıtlanan çocuk hırçınlaşıyor, ağlama krizleri geçiriyor."

Yani çocuklu anneler koğuşlarda dışlanıyor çocuğu gürültü yaptığı için diğer kadınlar tarafından dışlanıyor bir de öyle bir eziyet çekiyorlar ne yapacaklarını bilemiyorlar. 4 duvar arası bir ortam çocuğunuz ağlasa hasta olsa diğer insanlar, ya niye bu ağlayıp duruyor diyecek düşünün 35 kişi ufacık bir alanda kalıyor ve orada çocuk sesleri kadın sesleri birbirine karışıyor, felaket bir ortam oluyor.

"4 yaş Azra'nın anlattığı hikayelerde bile hırçınlık var. Çizdiği resimler ruh halini yansıtıyor. Büyük duvarlar, güneşsiz resimler çiziyor. "Neden üzerimize kapıları kilitliyorlar?" diye soruyor. Verecek cevap bulamıyorum" diyor anne gerçekten bu mektupları okuduğumuz zaman yüreğimiz sızlıyor değerli arkadaşlar çok acılar anlatılıyor gerçekten vicdanları sızlatan çok gayri insani durumlar anlatılıyor bunu ne kadar anlatsak azdır biz de bu mağdur mazlum insanların sesi olmaya çalışıyoruz.

Yine bir başka mektup da Zeynep Demir Elazığ Cezaevi’nden bize yazmış: "Demir parmaklıklardan 1 adım dışarı atınca kollarını açarak aranmayı bekleyen 2.5 yaşında çocuklar var burada” diyor. “Avlu kapısı kapanınca "bahçe, bahçe" deyip açmaya çalışan, ağlayan aramada oyuncağı alınan çocuğun ağlayışını duymayan vicdanlar, çaresiz anneler var burada” diyor.

Düşünün bir arama yapılıyor infaz koruma memuru, güya tehlikeli madde kabul ederek oyuncağı alıyor, çocuk “niye oyuncağımı alıyorsun diyor” ve çocuğun sorusu cevapsız kalıyor anne ne yapacağını bilemiyor bunlar gerçekten çok dram dolu sahneler arkadaşlar, kabul edilecek durumlar değil bunlar.

İKTİDAR ÇEKİRGE İSTİLASI GİBİ, OCAKLAR YIKIYOR!

Maalesef bu iktidar, çekirge istilası gibi, yurdumuzun dört bir tarafında ocaklar yıkıyor. Konya’da Emine Kimukin ve eşi tutuklandı. Kızları 3 yaşındaki Betül Edirne’de, dedesiyle beraber kalıyor. Dede ileri derece kanser hastası ve yaşlı. Dedenin kendine bakacak hali yok ama çocuk yanında ve bu çocuğa bakıyor. Anne baba tutuklu binlerce çocuğa 1 çocuk daha eklendi değerli arkadaşlar.

CEZAEVLERİNDE 850 BEBEK VE ÇOCUK VAR

Bize Kasım 2019 ‘da 780 bebek ve çocuk cezaevinde diyorlardı ama benim hesaplamama ve takibime göre çoktan 800’ü aşmış 850 civarlarına yükselmiş.

3 KÜÇÜK ÇOCUKLU 5 KİŞİLİK AİLE CEZAEVİNDE

Bakın anne babası tutuklu 3 tane küçücük çocuk. Nazlı-Fuat Çatpınar çifti Düzce cezaevi’nde yatıyorlar. Bu 3 tane çocuk da annesinin yanında kalıyor, yani 5 kişilik aile cezaevinde kalıyor arkadaşlar inanılmaz bir şey. Bunlar kabul edilecek hadiseler değil bu çocukların maddi manevi herşeyleri bozulmuş durumda psikolojileri zaten tamamen bozulmuş durumda ve maalesef bu çocuklar perişan durumdalar. Tüm kamuoyunu bu konuda hassasiyete çağırıyorum.

Nuran Dilber tutuklu bir anne. İkinci kızı Nalan, down sendromlu, 7.5 yaşında. Okuma yazma ve hayatı boyunca kullanacağı temizlik ve tuvalet bakımı gibi eğitimleri alıyor, bu konuda annesine ihtiyacı var ve tutuksuz yargılanmalı! Çocuk çok hassas ve duygusal, annesiz yapamaz dedik ve sonunda bu anne nihayet tutuksuz olarak yargılanıyor. Allah’tan bu anne çıktı. Çağrılarımızın belki sonucu olarak en azından bu kötü hal bitti. Düşünün engelli bir çocuğunuz evde, siz cezaevindesiniz. İki tarafa da ceza çektiriliyor.

Betül Şendir, 2.5 aylık hamile olmasına rağmen tutuklanarak Denizli Kocabaş cezaevi’ne konmuştu. 5275 sayılı yasanın 16/4 maddesi çiğnenerek bu insanlar tutuklanıyor.

Yine düşük riski olan 4 aylık hamile Emine Büşra İbişoğlu da tutuklandı bu arada çok vakalar oluyor böyle maalesef.

Ebru Hazır Hatay’da gözatına alındı. İstanbul’a gönderilmesi gündeme geldi, 3 aylık hamileydi Allah’tan İstanbul’a gönderilmedi. Hatay’dan SEGBİS ile ifadesi alındı ve sonrasında Allah’tan tutuklanmadı. Biz de sosyal medyadan feryat ettik hamile kadınların böyle Hatay’dan İstanbul’a götürülmesi yollarda perişan edilmesi ki düşük tehdidiyle hamileliği devam eden bir kadın kesinlikle doğru şeyler değildi. Sonradan gözaltından serbest bırakıldığı haberini aldık ve mutlu olduk.

OHAL DÖNEMİNDE CEZAEVİNDE 3 KADIN DÜŞÜK YAPTI

İKTİDARIN ELİNE BEBEK KANI BOLAŞTI

Hamile olduğu halde tutuklanıp cezaevinde şikayetleri devam eden ve düşük yapan kadınlar da oldu 3.5 yıllık OHAL döneminde 3 kadın düşük yaptı. Gülden Aşık, Hanife Çiftçi ve Nurhayat Yıldız düşük yapan kadınlardı, bebeklerini kaybettiler. Nurhayat Yıldız’ın ikiz bebeği vardı. 3 kadın düşük yaptı 4 bebek vefat etti. Maalesef iktidarın eline bebek kanı da bulaştı. En azından bundan sonra bu tür gayri insani vakalar olmasın diye çırpınıyoruz.

Elif Tuğral 5 aylık hamileyken tutuklandı, 4 yaşında oğlu var. Olacak iş değil böyle hamile çoluk çocuğu olan kadınlar tutuksuz yargılanabilecekken acımasız kararlarla tutuklu yargılanıyor.

Cezaevleri’nde sağlık hakkı ihlalleri çok oluyor. Geç sevklerden dolayı teşhisler gecikti, kanser teşhisleri gecikti, tedaviler gecikti ve insanlar tedavi beklerken öldü. Engin Erol maalesef 114 dilekçe vermiş. 2.5 ay boyunca, hastayım, hastaneye götürün demiş. Sonunda ancak hastaneye yatabilmiş. Dağ gibi adam şu hale gelmiş görüyor musunuz? 130 kiloyu bulan bir adam 57 kilo olarak maalesef hayatını kaybetmiş. 2.5 ayda bu adamcağız bu dünyadan ayrıldı gitti aylarca müracaat etti. Hastane sevkleri gecikti, erken teşhis olsaydı zamanında ameliyat olacaktı ve belki şuanda yaşıyor olacaktı.

Bu insana son bir ihlal daha yapılmış hastanede. Yoğun bakımda yatarken infaz erteleme almış mahkemeden, buna rağmen savcılık tahliyesini engellemiş. Yani bu kadar ağır şartlarda bile maalesef tahliye edilmemiş, ardından Yargıtay tarafından ölümünden 9 gün önce tahliye edilmiş, 10 Aralık’ta tahliye edilmiş 19 Aralık’ta da hayatını kaybetmiş. Evet son hali Engin Erol’un 130 kiloluk bir insanın son hali böyle bir halde maalesef vefat etmiş. Bunlar acımasız zalimlikler olarak tarihe kayıt olarak düşüyor arkadaşlar biz bunların peşini bırakmayacağız. Önceden takip ettiğimiz bakanlığın üstünü örttüğü bir çok vaka olduğunu da iyi biliyoruz.

UYGURLARI DÜNYA GÖRÜYOR AKP-MHP GÖRMÜYOR

Çin hükümetinin Uygur Türkleri’ne yaptığı ihlalleri gündem ettik. Genel Kurul’da da gündem ettik. Tüm dünya biliyor, tüm dünyanın gündeminde. Çin Devleti’nin Uygur Türkleri’ne yaptığı eziyetler toplama kampları, kadınlara yönelik cinsel tacizler, asimilasyon politikaları, ana dilde konuşturmama, çocukların yetimhanelerde bulunması gibi korkunç ihlaller maalesef devam ediyor, Uygur Türkleri perişan bir halde yurdun dört bir tarafında gösteriler yapıldı. Ülkeler Çin Devleti’ni kınıyor ama bütün bunlar karşısında sessiz kalan birileri var, AKP ve MHP. Cumhur İttifakı sessiz kalıyor, hiçbir şey söylemiyor çünkü Çin Devletiyle 50 milyar dolarlık bir anlaşmaları var.

Çin Devleti’nde ki Uygur Türkleri’nin halini eleştirince Türkiye’deki Kürt meselesinin Çin Devleti tarafından eleştirileceğini düşünüyorlar sanırım! Bunun için de ayrıca bu konuyu gündem etmek istemiyorlar ve Çin Devleti ile ticari ilişkilerini arttırarak dünya ile ilişkilerini bitirmiş bir ülke olarak Çin’den medet umuyorlar ve Çin’in yaptığı ihlalleri böylece görmezden geliyorlar.

Değerli arkadaşlar bu arada maalesef cezaevlerinde bir siyasi mahpusunda durumuyla ilgili haber verelim. Önceki gün Selçuk Mızraklı Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanımızın yargılaması vardı ve tutukluluğa devam denildi. Apaçık bir şekilde olmayan bir olay üzerinden yapmadığı bir ameliyat üzerinden yalanla iftirayla Selçuk Mızraklı tutukluluğa devam kararı verildi. Yargı tamamen siyasallaşmış durumda ipe sapa gelmez saçma sapan iftiralarla yalanlarla cezaevine konuluyor bunların yalan olduğu ortaya çıkıyor bu insanın en azından tahliye edilmesi gerekiyor ama emir yükseklerden geldiği için yargı mensupları tutukluluğa devam kararı veriyor.

En büyük mağduriyet maalesef AİHM kararına rağmen Osman Kavala’ya… yine tutukluluk kararı verildi bu hafta içinde çok zalimce kararlar iki yılı geçmiş Osman Kavala sırf eleştirdiği için sırf gözönünde olduğu için iktidar tarafından cezalandırılan bir şahsiyet. AİHM’de bu tutukluluğun haksız olduğunu söyledi ama yerel mahkeme maalesef Osman Kavala’nın tutukluluğuna devam dedi. Bir insanın özgürlüğünü çok bilinçli, vicdansız, siyasi kararlarla kısıtlamış oluyorsunuz.

Öğretmen anne ve babası KHK ile ihraç edilen Bursa üniversitesinde okuyan iki kardeş öğrenci, öğrencilere ücretsiz olan ücretsiz sağlık hizmetinden yararlandırılmıyormuş. SGK "Siz KHKlısınız!" diyor. Bunun gibi KHK’lılara yönelik ihlalleri çok alıyoruz değerli arkadaşlar çok keyfi uygulamalar var kimse kendisinin denetlenebilir olduğunu düşünmüyor istediği devlet kurumunda istediği mağdura istediği haksızlığı yapabiliyor.

Melike Kaya, Sincan Cezaevi’nden bize gönderdiği mektupta, 2.5 yıllık mahpus, gencecik bir öğrencinin halini anlatmış diyor ki: "2,5 yıldır tutukluyuz. Mezuniyetime 22 gün vardı. Tek suçumuz, Kürtçe şarkılar dinlemek, seçim çalışmalarına katılmak ve Kürdüm deme cesareti göstermekti. Bir Muş Vartolu olarak Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi’nde bunu yapmamdan dolayı uzun süre dışlandım ve sonra da hapsedildim.”

Gencecik öğrencilerin hayatlarını karatmak çok kolay Türkiye’de. Mezuniyetine 22 gün kala bir insanı tutukluyorsunuz ne mezun olabiliyor ne özgürlüğüne kavuşabiliyor.

Benim için çok önemli bir vaka. Diyarbakır’da Sur’da ki olaylarda bir polis kurşunuyla öldürülen 12 yaşındaki çocuk, Helin Şen. Ben o olaylar sırasında sokağa çıkma yasakları bitiminde Diyarbakır Sur mahallesine gitmiş ve Sur’da dolaşırken Helin Şen’in öldürüldüğü, kafasının parçalandığı ve kanlar içinde yere yığıldığı yere gittim. Kurumuş kan izlerini, kemik parçalarını orada gördüm ve dehşet içinde bunu seyrettim ve çok çok üzüldüm gerçekten evinden çıkmış ekmek almaya giden bir kız çocuğuydu Helin Şen ve orada Abdullah B. İsimli bir polis memurunun kurşunuyla öldürülmüş. Bu yargılama yeni başladı aradan 4 yıl geçmiş bu yargılama daha yeni başlamış. Taksirle öldürmekten hazırlanan iddianamenin "görevsizlik" kararıyla gönderildiği Ağır Ceza Mahkemesi'nin, "Olası kastla öldürmek"ten değil, "Taksirle öldürmek"ten dava açtığı ortaya çıkmış. Aradan 4 yıl geçmiş, sonunda ancak bir mahkeme kuruluyor işte o da taksirden yargılıyor. Hani apaçık orada taksirle ilgili olabilecek bir durum görmüyorum çünkü çocuk ortada yürürken aniden vuruluyor. Helin Şen'in vurulduğu yerde, kazınamamış kanlarının olduğu yerde 'onu unutmayacağım' sözü vermiştim. Kendi kendime de ve tüm topluma bu sözü vermiştim. Bu davayı sonuna kadar takip edeceğime de burada kamuoyuna söz vermiş olayım. Helin Şen bizim içimizi çok acıtan vicdanlarımızı çok sızlatan bir masum kız çocuğuydu ve hiçbir suçu olmadığı halde kim vurduya götürüldü. 4 yıl sonra polis yargılaması başlıyor ama çok gecikmiş belli ki siyasi baskı altında bir mahkemeyle devam edecek.

Bakın yine acıması vakalar… Suriyeli Mustafa bir fabrikada çalışıyormuş, evi de yok! O fabrikada geceliyormuş kalıyormuş, orada vefat etmiş. Patron demiş ki: “Fabrika içinde bu cenazenin görülmesi doğru olmaz.” almışlar cenazeyi sokağın karşısına atıvermişler, başıma iş almayayım benim fabrikamda bu cenaze görülmesin demiş, yani bu nasıl bir vicdansızlık arkadaşlar bu kadar mı kötü olduk, bu kadar mı acımasız olduk, bu kadar mı merhametsiz olduk, bu kadar mı Allah’tan korkmuyoruz?

Bakın şu arkadaşı da görüyorsunuz bir güvenlik soruşturması mağduru fotoğrafını bize göndermiş, Abdülhalim Bitkin bir sağlık teknikeri. “Hocam, bunu herkese göster. Ben sağlıkçıyım ama şuanda hamallık yapıyorum. İşimi yapamıyorum çünkü hukuksuz nedenlerle güvenlik soruşturmam olumsuz geldi ve hastanede olmak yerine şuanda hamallık yapıyorum diye bu fotoğrafımı göster demiş.” Biz de gösteriyoruz.

Evet yine bize gelen bir şikayette, Urfa Cezaevi A24 nolu odada, Rojava'da tutuklanıp getirilen 22 kişinin kaldığı, bu kişilerin kimsesiz olduğundan beslenme ve giyecek ihtiyacının karşılanmadığı yönünde şikayetler var. Urfa 2 No’lu Cezaevi yetkililerini göreve davet ediyorum.

EN ÖNEMLİ İHLAL: KAÇIRILAN İNSANLAR

Son olarak da değerli arkadaşlar malum bahsettik bunu tekrar söyleyeyim bu yıl bitiyor yılın son basın toplantısını yapıyorum ve uzun yıllar insan hakları alanında çalışan bir insan hakları savunucusu bir siyasetçi olarak bu yılın en ağır en önemli insan hakları ihlalinin kaçırılan insanlar olduğunu söylüyorum. Bu kaçırılan, sonradan garip bir şekilde ortaya çıkan insanlar, ortaya çıkamayan insanlar bu yılın Türkiye’de ki en ağır insan hakları ihlallerini oluşturdu.

Yusuf Bilge Tunç hala ortada yok! 142 günü buldu bu insanın nerede olduğu belli değil. Ailesi perişan, 5 aya yaklaşmış durumda. Diğer kaçırılanlar 6 ay 8 ay sonra ortaya çıkmıştı bu kişi 4.5 ay oldu 5. Aya giriyor hala ortada yok ve kimse de bir açıklama yapmıyor. Hiçbir MOBESE kamerası araştırılması yapılmıyor gayet keyfi bir şekilde hareket ediliyor. AİHM Türkiye’den Adalet Bakanlığı’ndan Yusuf Bilge Tunç için sorular sordu bilgi istedi Adalet Bakanlığı’nın verebileceği bir cevap var mı bilemiyorum. Hiçbir açıklama yapılmıyor, hiçbir araştırma yapılmıyor. Herkesin gözü önünde insanların kaçırıldığı can güvenliğinin olmadığı bir ülke haline geldik değerli arkadaşlar ve tekrar söylüyorum bu yılın en ağır ve en önemli insan hakları ihlali maalesef Türkiye’de ki kaçırılan insanlar gerçeğidir. Bunu kimse örtbas etmesin. İçişleri Bakanı, iftira atarak işkencenin kaçırılan insanların üstünü örteceğini sanmasın.

Ağır insan hakları ihlallerini gündeme getirdik inşallah bunlar biter çözümlenir diyorum hepinize teşekkür ediyorum.