Kağıdın ve kalemin kapısından girme vaktidir içeri…

Suskunluğun belkide, en derin halidir yazmak.

Kelimeleri bir hizaya sokup cümleler kurmak ve o cümlelerle insanların akıllarına ve ruhlarına bir ferahlık bırakmak…

Bir yazarın en büyük ruh halidir, kelimelerden ve kalemden kaçmak.. Ama yakalandık bu sefer…

Öyle bir zaman dilimi içerisindeyiz ki, dünyanın içine dalmış kimlikleri ve kişilikleri…

Bir anda avuçlarından tutup, sonsuzluk iklimine götüren bir “Rahmet” ayı içerisindeyiz…

Ay’ların Sultanı Ramazan, kapımızı çaldı ve yavaşça geçip gidiyor…!

Oruç kiminin inancını, şişmanlatırken…

Kimininde bedenini zayıflatıyor.

Kimi bir terapi olarak görüyor..

Kimi bir beden terbiyesi…!

O Sonsuzluğun sahibinin, insanlara sunduğu en güzel hediyesidir…!

Bütün okurlarımızın, severlerimizin “RAMAZAN-I ŞERİF”ini tebrik ediyoruz…

Ve geliyoruz, söylemek istediklerimizin kapısına…

****

(R)AMA(ZAN)..!

Dilimizin en kasvetli ve iki yüzlü kelimesidir.

“Ama..” Hatta avamca söylenecek olursa, dilimizin “yal/ama” olmuş kelimelerindendir.

Halis niyetlerin, ihlaslı düşünen ve yaşayanların iflas cümlesidir “AMA..” Bu kelimeyi cümlenin bir yerinde, bırakıyor ve sonra toparla toparlayabilirsen…

Tıp terimleri arasına geçmiş bir hastalık var “Beşinci Tip Kalıtsal Duyusal Otonom Nöropati” dedikleri.

Çok sık görülmeyen bu hastalığın birkaç örneği var.

Amerika’lı üç yaşında ki kız çocuğu Gabby Gingras..!

Elini, dilini çiğneyip kanatan… Gözlerine soktuğu parmağı ile korneasını yırtan…

bu çocuk tedavisi olmayan bu hastalığı nedeniyle acı duymuyor ve beyni ağrı sinyali gitmediği için kendine zarar veriyor..

ABD’de aynı hastalığı çeken diğer bir çocuk, elini sobanın üzerine koymuş..

Anne’sinin et kokusunu farketmesiyle, anca sobadan elini zoraki çektirmişler.

Ateş’in yakıcı etkisini hiç tatmamış ve tadamayacak olan bu çocuk doğal olarak, ateşten korkmuyordu..

Yandığı zaman ağrı duymuyor, yada ne duyduğunu anlamıyordu..

Eğer biraz, acı duyabilseydi…

Ve sinir lifleri, omuruliğe iletilebilmiş olsaydı, elini yandığı an, sobadan elini çekip kurtulacaktı..!

Yandı beyler..!

Elini sobada pişirdi….

Ve hiç yüzünde acı şekillenmedi..! Şimdi hepimiz ve bütün insanlığa bu pencereden bakalım..!

Ramazan’a ve insana bu olaydan bakalım…

Hepimiz “Beşinci Tip Kalıtsal Duyusal Otonom Nöropati” içerisindeyiz…!

Açlığımızı duyuyoruz, acıları’nı duymuyoruz…

Oruç tutuyoruz, oruç bizleri tutmuyor…!

Ağızlarımızı kapatıyoruz, ama ruhlarımızla dünyayı oburca atıştırıyoruz…!

Oruç tutuyoruz, ama banka köşelerinde “FAİZ” yiyoruz…

Orucu bozan şeyleri öylesine merak ediyoruz ama İnsanlığımızı bozan şeylerin peşinde koşuyoruz…

Damaklarımız kuruyana kadar kapalı tutuyoruz ağızlarımızı, ama dimağ’larımızın kuruduğunun farkına varamıyoruz..!

Yanıyoruz…!

Yanılıyoruz…!

Biz orucu tutuyoruz belki ama…!

Oruç bizi tutmuyor…!

İftar’lar ediyoruz tuttuğumuz Oruç’lara…

Ama…!

Oruç bizimle iftihar etmiyor..!

Çünkü dünyaya sadece “mide”lerimizi kapatıyoruz…!

Oruç aç kalmak değil..!

Açı anlamaktır..!

Diyebiliyormuyuz beyler..!

Soframızda tabaklara yer açarken, insanlara, gariplere.. fakirlere..!

Yer açabiliyormuyuz..!

Ey kutsal ve kıymetli acı…!

Hissizleşmiş ruhlara, is’lenmiş…

Kirlenmiş yüreklere…

Nufüs et….!

Acı duymayıp, açlığını duyan yüreklere…!

Ey oruç..!

Bize seni tutmayı öğret…!

Sonfiçyus