Türkiye derin bir kriz ve kaos içindedir. Siyasal ve ekonomik sorunların hiç birisi için çözüm belirtisi dahi gözükmemektedir. Çözülemeyen sorunlar da giderek daha da büyüyor ve geleceğe ilişkin karamsarlık ve umutsuzluğa yol açıyor.

Sorunlar karşısında iktidarın ve yöneticilerin umursamazlığı, pişkin tavırları daha da ürkütücü olmaktadır. İşsizlik ve yoksulluğun dip yaptığı ve her gün intiharlara neden olduğu ülkemizde “işsizliğin hızla azaldığı ve ekonominin şaha kalktığı” iddiası ise tam bir trajikomik örneğidir.

Plansız ve sınırsız göçler, göçün neden olduğu yabancı düşmanlığı ve ırkçılık tehdit unsuru haline gelmiştir. İktidarın ayrıştırıcı ve ayırımcı politikaları sonucu iç barışın tamamıyla bozulduğu da ortadadır.

Buna rağmen iktidar hırsına yenik düşen yöneticilerin olumsuzlukları görmezden gelmesi gerçekten şaşırtıcı bir durumdur. İktidar ve muhalefet arasında kin, nefret ve düşmanlığın bu kadar derinleştiği ve nefret dilinin bu kadar siyasete hâkim olduğu bir dönem bilmiyorum.

Gerçekten de iktidar hırsını tanımlayacak cümleler kurmakta zorlanıyorum. Bir örnekle anlatmanın yeterince açıklayıcı olacağını düşünüyorum.

Bilindiği gibi “HARES” çölde yetişen ve develerin çok sevdiği dikenli bir bitkinin adıdır. Engellenmemesi durumunda bu dikenden yiyen deve, ağzı kanadığı için kendi kanını emerek yola devam eder.

Develer, yemeden içmeden, aç susuz üç hafta çölde yürür. Bu nedenle de çöl hayvanı olarak da bilinirler. Develerin çok sevdikleri bu diken de çölde yetişir.

“Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve.”

“Hırs, haris, ihtiras, muhteris” kelimeleri de Arapça olan “Herese” kelimesinden türemişlerdir. Hırsı gerçeğin önüne geçmiş veya amacına ulaşmak için gözlerini karartmış kişiler için de kullanılır.

“Mü’minde hırs sebeb-i hasârettir ve sefalettir” diyen Bediuzzaman,” insanlar, insana verilen cihazat-ı mâneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilâne davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur.” İfadeleriyle hırsın tahripkâr sonucunu belirtmiştir.

Umarım mevcut iktidarın hırsına dikkat çekmek için bu ifadeler yeterlidir.

İktidar, hırsının esiri olarak kendi sonunu hazırlarken, Türkiye’nin çöküşünü de hızlandırmaktadır. Bizleri de kapsayan bu durumu başka bir örnekle açıklamak isterim.

Kanuni Sultan Süleyman’ın kafasına takılan ve zihnini sürekli meşgul eden bir soru varmış:

“Çok güçlü bir duruma getirdiği Osmanlı Devleti’nin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı?” diye.

Bu sorunun cevabını almak için donemin ünlü bilgini Yahya Efendi’ye Sadrazamını gönderir.

Sadrazam gider, soruyu sorup döner.

Kanuni; “ne dedi?” diye sorduğun da Sadrazam cevabı aktarır.

“Neme lazım dendiği zaman!” dedi.

Kanuni, “Başka bir şey söylemedi mi?”

“Hayır efendim. Bir tek cümle söyledi.”

Bu cevabı uzun bir süre düşünen Kanuni, sonunda ünlü alime mektup yazar, bunun ne anlama geldiğinin açıklanmasını ister. “Çeşitli yorumlar yapıyorum, ama doğrusu nedir, onu ancak siz söylersiniz” der.

Ve ünlü alim Yahya Efendi de bir mektup yazıp, Kanuni’ye gönderir...

Mektup şöyle;

“Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık, hukuksuzluk ve yolsuzluk sıradan bir hale gelirse, işitenler de “neme lazım” deyip uzaklaşırsa, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yerse…

Bilenler bunu söylemeyip susarsa ve gizlerse…

Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkar, bunu da taslardan başkası işitmezse...

İşte o zaman devletin sonu görünür.

Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır. Halkın güven ve itimadı sarsılır. Asayişe itaat hissi kaybolur. Halkın umutları yok olur, böylece devletin yıkılması mukadder ve kaçınılmaz hale gelir..”

İktidar; hırsının, bizler de duyarsızlığın kurbanı olmak üzereyiz.

Feryadımı M. Akif Ersoy’un dizeleriyle dile getirmek istiyorum:

Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?

Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!

Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!

'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!

Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında

Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında

Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;

Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!

Abdulbaki Erdoğmuş