Şüphesiz ki modern hukukun insanlara en büyük armağanı, temel hukuk kurallarıdır.

Evrensel Hukuk Kuralları da denilen bu ilkeler, yüzyılların tecrübe ve acılar sonucu elde edilmiş çok değerli kazanımlar olup, tüm ülkelerin anayasalarında ve insan hakları sözleşmelerinde baş köşede yer almaktadır.

Anayasa Mahkememiz de birçok kararında, hukukun genel ilkelerinin varlığını kabul etmenin hukuk devletinin gereklerinden biri olduğunu ve bu ilkelerin yasa koyucu tarafından dahi yok edilemeyeceğini hükme bağlamıştır. (Örneğin, E. 1985/31 K. 1986/1, KT. 17.3.1986, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, S.22. s.115) Anayasa Mahkemesi’nin bu görüşleri çerçevesinde hukukun genel ilkeleri, yasalardan, hatta Anayasa’nın değiştirilebilir hükümlerinden de üstün bir konuma getirilmiştir” denilmektedir. YARGITAY 16. C.D. ERGENEKON BOZMA KARARI-( 21.4.2016 Tarih 2015-4672 E, 2016-2330 K.Syf.46-47 )

Anayasa Mahkemesince, kanun koyucunun bile değiştiremeyeceğini belirttiği bu çok önemli hukuk genel ilkelerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi

Yasaların geçmişe uygulanması yasağı

Suç ve cezanın şahsiliği ilkesi

Cürümlerde kastın esas olması

Kazanılmış haklara saygı ilkesi

Yargının tarafsız ve bağımsız olması ilkesi

Genel müsadere yasağı,

Masumiyet karinesi GİBİ

BUNLARIN HERBİRİ, BİRBİRİNDEN DEĞERLİ İLKELER OLUP TEK BİR MAKALEYE SIĞDIRILAMAYACAĞI İÇİN ŞİMDİLİK “SUÇ VE CEZANIN ŞAHSİLİĞİ İLKESİ” Nİ ELE ALACAĞIM.

SUÇ VE CEZANIN ŞAHSİLİĞİ İLKESİ NEDİR ?

Bu ilke özellikle ceza hukukunda önemli bir ilke olup, herkesin, sadece kendi fiilinden sorumlu olmasını ifade eder. Annesi, babası, eşi, kardeşi bile olsa, kişi ancak işlemiş olduğu suçlarla cezalandırılır. Azmettirmediği veya iştirak etmediği sürece sadece kendi eylemlerinden sorumlu olmasıdır.

Aynı şekilde bir grup, bir topluluk üyelerinden birinin bir suç işlemesi durumundu sadece o ferdin cezalandırılması ve sorumlu tutulması işlemidir.

3709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın 38-7 maddesinde “Ceza sorumluluğu şahsidir “ der.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 20. Madesinde de “ Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.” Hükmü yer almaktadır. Aynı ilke 1954 ten beri imzaladığımız ve iç hukukun da üstünde olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve BM Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinde de yer almaktadır.

İSLAM DİNİ DE SUÇ VE CEZANIN ŞAHSİLİĞİ İLKESİNİ GETİRMİŞ VE EMRETMİŞTİR.

İslâm Öncesi Arap Toplumunda kolektif sorumluluk ilkesi bulunmaktaydı

Suç ve cezanın şekli toplumun hayat tarzıyla ve değerleriyle yakından ilgili olup Câhiliye Arapları arasında en yaygın suçlar adam öldürme, yol kesme ve eşkıyalık, hırsızlık, zina, kabile disiplinini ve geleneklerini ihlâl gibi suçlardı. Cezalar da genelde öldürme, kan bedeli ödetme, dayak, hapis, sürgün, kabile himayesinden çıkarma gibi müeyyidelerdi. Ancak gerek insanların hür ve köle şeklinde iki ana gruba ayrılması, şahısların ve kabilelerin farklı sosyal mevkilere sahip bulunması, gerekse kabile birliğinin, örf ve âdetlerin ön planda olup kolektif sorumluluğun belli ölçüde devam etmesi sebebiyle cezalandırmada eşitsizlik, aşırılık veya düzensizlik olabiliyor, köle ve kadınlar efendileri ve kocalarının yerine, suçsuz kimseler de kabileleri adına cezalandırılabiliyor, bazan hayvan ve cansız eşya sorumlu tutulabiliyordu.

İslam dininin yayılmasıyla cahiliye dönemine ait zalimane ilke ve uygulamaları, kolektif sorumluluk ilkesi kaldırılmış, suç ve cezanın şahsiliği ilkesi egemen kılınmıştır.

Kur an-ı Kerim de bu önemli ilke birkaç yer de zikredilmiştir. Örneğin;“164- De ki: "O her şeyin Rabbi iken ben Allah’tan başka Rab mı arayayım? Kişinin kazandığı yalnız kendisinedir. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. (Suç işleyen, cezasını kendisi çeker, başkasına yüklenmez) Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. Hakkında ayrılığa düştüklerinizi O, size haber verecektir.” . (En’am süresi ayet 164)

Hz. Peygamber vefatından önce irad buyurduğu veda hutbesinde de “Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz” Diyerek bu önemli ilkeyi bizlere ve tüm insanlığa tavsiye buyurmuştur.

HUKUKEN VE DİNEN ÇOK ÖNEMLİ OLAN BU İLKENİN SON ZAMANLARDA SIKLIKLA GÖZ ARDI EDİLDİĞİNİ DUYMAKTAYIZ.!

Yasaların ve dinimizin emrettiği bu önemli ilkenin bizzat kamu görevlilerince ihlal edildiğini üzülerek tanık olmaktayız.Örneğin, aranıp bulunamayan kişilerin eşlerinin, anne veya babalarının göz altına alındığı, hatta tutuklandığı kamuoyuna veya haberlere yansımaktadır.Ya da belli bir sosyal gruptan birinin- bir kaçının bir suç işlemesi durumunda, tüm o sosyal grubun lekelenmeye ve suçlanmaya çalışılması işlemlerine tanık olmaktayız.

Oysa devlet yetkilileri ve kamu görevlileri, işlerini yasalara uygun şekilde yerine getirmekle yükümlüdürler. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.AY md.6

. Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.

KANUNSUZ EMİR YERİNE GETİRİLMEZ. AY md.137

Anayasa md.137 de, “ Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz.Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.” Der.

15 Temmuz sonrası görülen davalarda, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası alanların mahkeme kararlarında “ Kanunsuz emri yerine getirdikleri” belirtildiği görülmüştür.

O NEDENLE, KONJEKTÜREL HAVAYA ALDANIP KONUSU SUÇ TEŞKİL EDEN HİÇBİR EMİR YERİNE GETİRİLMEMELİ.!

Örneğin , gözaltındaki kişileri konuşturmak için işkence yapılması, kaçak kişilerin teslim olması için yakınlarının kaçırılması, göz altına alınması gibi. Unutulmamalı ki işkence ve insanlığa karşı suçlarda zamanaşımı işlemez. TCK md.94-6

Hz. Muhammed SAV veda hutbesinde, “"Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım. İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur. Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O'da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar,bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.” Buyurmuştur.

Dikkat edilirse, islamın doğduğu kutsal şehir Mekke kadar, kişilerin canları, malları ve namuslarının kutsal olduğunu veda hutbesinde Hz. Peygamber ifade buyurmaktadır. “Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!” buyurarak kardeş kavgaları ve eski husumetlerin, sapıklıkların diriltilmemesini emretmiştir.

O nedenle iyi bir vatandaş ve Müslüman olduğunu iddia eden herkesin başkasının canı, malı ve namusunu kutsal bilmeli ve yapacağı haksızlığın, Mekke şehrine yapılan haksızlık gibi olduğunu düşünerek zulüm ve haksızlıktan, kadın ve çocuklara, suçsuz insanlara zulmetmekten çekinmeli, Allah tan korkmalıdır. Dünya da alavere, dalavere ile bir şekilde kendini aklasa da, kul hakkını Allah’ ın affetmediğini, zulmün büyük bir günah olduğunu unutmamalı. Birisinin bir fiili nedeniyle suçsuz olan eş ve çocuklarına, yakınlarına eziyet etmemeli. Hele rehin alma gibi illegal yollara tevessül etmemeli. Aksi takdirde “ TCK daki “ Adam kaldırma, kişi hürriyetini tahdit, görevi kötüye kullanma” suçları ile karşı karşıya kalması kaçınılmaz olur.