HDP Türkiye Partisidir

HDP, Kürt partisi değil, Kürt sorununu önceleyen bir Türkiye partisidir. En az AK Parti ve MHP kadar yasal ve meşrudur. İdeolojik ve politik anlayışı üzerinden elbette eleştirilebilir. 

Bu eleştirilerin sınırı da ancak CHP, İYİ Parti, AK Parti veya herhangi bir parti kadardır. Daha fazlasını hak etmiyor, hele baskıyı, dışlanmayı, kapatılmayı, şiddeti hiç hak etmiyor.

Bir partinin veya ideolojik ve siyasi grubun, herhangi bir örgütün şiddet ve terör eylemleri dışında siyasi taleplerini benimsemesi, savunması veya söz konusu örgütle siyasal talepler konusunda müzakere etmesi demokrasilerde yadırganacak bir durum değildir.

Benzer gerekçelerle HDP’yi şiddet ve terörle ilişkilendirmek ya maksatlı ya da demokrasi cehaletindendir.

“Terör destekçileri”, “terörist seviciler”, “vatan hainleri”, “bunlar iyi günlerinizdir” veya “HDP açılmamak üzere kapatılmalıdır” gibi söylemler siyaset değil hamasettir. Hakikati ifade etmez.

Hele siyasetçilerin, bir partiyi kapatmayı talep etmeleri siyaset adına bir utançtır.

HDP milletvekillerinin, belediye başkanlarının ve teşkilat üyelerinin “bölücülük” veya yargı kararına dayanmadan “PKK ve teröristlerle iş birliği” gibi ithamlarla adeta linç edilmesinin haklı bir gerekçesi yoktur.

İdeolojik benzerlik, legal ilişkiler ve aynı sosyolojik tabana hitap etseler de PKK ve HDP aynı şey değildir.

PKK silahlı mücadeleyi, çatışmayı, savaşı, şiddet ve terörü bir yöntem ve araç olarak seçerken HDP siyaseti, parlamentoyu, demokratik mücadeleyi bir yöntem ve araç olarak seçmiş yasal bir partidir. 

Türk seçmen kitlesine veya herhangi bir sınıfa dayanan bir parti suçlanmayacağına göre, Kürt seçmen kitlesine dayanan ve Kürt sorununu önceleyen bir parti de suçlanamaz.

Bu bağlamda HDP, husumeti, suçlanmayı, dışlanmayı, yalnızlaşmayı ve ötekileşmeyi asla hak etmiyor.

Bir parti hakkında hangi gerekçelerle kapatma davası açılacağı ve hangi suçlardan dolayı kapatılacağı yasalarla belirlenmiştir. Talimatla dava açılamayacağı gibi talimatlarla bir parti kapatılamaz. Talimat verenlerin ve mahkemeleri baskı altına alanların suç işlediği de unutulmamalıdır.

Anayasa mahkemesinin, talimatla karar vermeyeceğine olan inancımı koruyorum. Herkes ve her parti için eşit ve adil bir hukuk egemenliği, ülkenin bekası için zorunludur.

Sorun çözmek yerine, sorunları dillendiren partileri yargı marifetiyle baskı altına almak siyaseti çözüm yöntemi olmaktan çıkarır.

Cezaevinde haksız yere tutulan Eski Eş Genel Başkanı Salahattin Demirtaş’ı, iktidarla iş birliği yapmadığı için “İmralı ile tehdit etmek”, HDP’ye yönelik siyasal tutumun boyutlarını göstermek için yeterli bir örnektir.

Ayrıca söz konusu tutumun, “İrademiz Öcalan” anlayışıyla uyumlu olduğu, demokrasi, eşitlik, hak ve özgürlük talepleri olan Kürtleri HDP ile İmralı’ya mahkûm etmeyi amaçladığı da iddia edilebilir.

Daha açık bir ifade ile her iki yaklaşım da bir “siyasal mühendislik!” gereği veya doğal kimliklerini ve bundan kaynaklanan haklarını onur ve haysiyet bilen kesimleri tehdit ve baskı altında tutarak tek merkezde kalmaları sağlanmaktadır.

Bir parti genel başkanını “İmralı’yla tehdit etmek” ve bir halkın iradesini “İmralı’ya teslim etmek” ne anlama geliyor?

Bu iki yaklaşım arasında bir “ortak payda” fark edilmiyor mu?

Peki HDP, Kürtler için neden tek seçenek olsun?

Hakkını teslim etmek gerekirse Kürt Sorunu ve demokrasi taleplerini devamlı gündemde tutan HDP’dir. Bu nedenle de ağır bedeller ödemek zorunda kalmıştır.

Bu yönüyle HDP’nin misyonunu yok saymak, politik mücadelesini görmezden gelmek haksızlık olur. Yüzlerce üyesi öldürülmüş, binlercesi göz altına alınmış ve sorgulanmıştır. Eş Genel Başkanları, Grup Başkan vekilleri, milletvekilleri, Belediye Başkanları, Teşkilat yöneticileri ağır cezalara çarptırılmıştır.

Bu bedelin karşılığı olarak da Kürtlerden büyük destek görmektedir. Ancak bu desteği bir irade teslimiyetine dönüştürmek masum ve haklı gerekçelere dayandırılabileceğini düşünmüyorum.

Özgürlük ve irade sahibi olmak her insanın ve halkın kutsalıdır. Hiçbir ideoloji, inanç, parti, lider bu kutsalın üzerinde değildir. İmralı üzerinden Kürt siyasetçilerinin tehdit edilmesi de “Öcalan irademiz” teslimiyeti de birlikte sorgulanmalıdır.

Gerçek olan şudur ki Kürtlerin büyük çoğunluğu, akıllarını din adamlarına, dincilere, dinbazlara, iradelerini de İmralı’ya teslim ederek denklemin dışına itilmişlerdir.

Akıl ve İrade sahibi olmayanların özgürleşmesi mümkün olabilir mi?

HDP üzerinde zaman zaman yoğunlaşan baskı ve tehditlerin hangi stratejilerin gereği olarak yapıldığını doğru değerlendirmek zorundayız. 

Kuşkusuz baskı ve tehditleri görmezden gelmek ve HDP’yi yalnız bırakmak, en azından siyasi erdemle bağdaşmaz.

Ancak kimlik bilinci olan Kürtleri, hak ve özgürlük talebi olanları reaksiyoner bir parti olan HDP’ye mahkûm etmek, “Türkiye partisi” iddiasına rağmen “Kürt partisi” algısını oluşturmak, “yurtseverliğin tek adresi” görmek gibi perdelenmiş söylemlerin, hiç de masum yaklaşımlar olduğunu düşünmüyorum.

Sırf HDP desteği nedeniyle on binlerce Kürt genci iş bulamamakta, akademik kariyer yapamamakta, bürokraside yükselememekte, iş ve sanat dünyasında dışlanmaktadır. 

Bunun tanımı siyasi tuzaktır. 

Kürtlerin de artık akılcı politikalarla, özgür iradeyle siyasi tercih yapmayı başarmaları gerekir. Bir partiye mecbur ve mahkûm kalmanın akılcı bir yöntem olmadığı da açıktır.

Kişisel kanaatimi belirtmek gerekirse, Kürtleri HDP başta olmak üzere tek bir partiye veya reaksiyoner siyasete mahkûm etmek Kürtlerin yararına değildir. Kürtlerin bu kör düğümden çıkması gerekir.

Bunun için de öncelikle Türkiye Partisi iddiasıyla siyaset yapan bütün partilerin Kürtlere kendi kimliklerini koruyarak siyaset yapma zemini sağlamaları gerekir

Ortak paydası “eşit yurttaşlık” olan her siyasi parti, söz konusu açılımı yaparak demokrasiye, çoğulcu siyasete ve toplumsal barışa katkı sunması her şeyden önce ülkemizin yararına olacaktır.

Abdulbaki Erdoğmuş