Yaşanan ve yaşanmakta olan zamanın; ölçütlerinden bir tanesi sayı ve başarıdır. Elde ettiğiniz başarıların sizi haklı, edindiğiniz kalabalıkların sizi doğru gösterdiği bir zamandayız.

Rene Guenon bunu “niceliğin egemenliği” olarak tanımlıyor. Başarının içi her zaman dolu olmayabilir. İçi boş bulunan başarılarda ortaya konabilir.

Başarı her zaman hakikat ölçüsü olarak kullanılamaz, hatta hakikatin ölçüsü hiçbir zaman başarı olamaz diyebiliriz.

Herkes hakikatin başarı kazanmasını ve herkesin hakikatin yanında yer almasını temenni edebilir olması güzeldir. Fakat bu temenni her zaman gerçekleşmeyebilir. Temenni ile gerçeklik birbirine uymadığında onu uyuyor ve uyuşuyor gibi göstermek hakikate karşı bir sahtecilik olur.

Fakat hakikat…

Asla kendi asliyetinin dışına çıkmaz..!

Hakikat parmak hesabıyla belirlenmez. Parmak hesabıyla belirlenebilen şey niceliktir, nitelik değil. İnsanların çokluk halinde hakikate cephe almaları hakikati değiştirmez. Onların hakikat nezdinde bir cephe tutmuş olmaları da hakikati değiştirmez.

Hakikat, kendisi ne ise, o olarak kalmaya devam eder.

Hakikatin kendisi yanında veya karşısında yer alanların azlığıyla da, çokluğuyla da etkilenmez; o, daima kendisi olarak var olur.

Övüncün ve sevincin ölçütü olarak başarı kullanılırsa ve başarının ölçütü olarak da sayıya ve kalabalıklara müracaat edilirse, bu durumda sayılan, ölçülen, ağırlığı hesaplanabilen bir başka iş yapılmış olur, fakat bu işin hakikat indindeki değerinin ne olduğu sorulursa, onun hesap ve kitabının ayrıca yapılması gerekir.

"Bütün dünya ayağa kalktı.” Veya hatta “ Artık çok güçlü bir ülkeyiz, Sırtımız yere gelmez.” demenin, ancak edebi bir mübalağa değeri söz konusu olabilir.

Belki farklı bir düzlemde onun da ifade ettiği bir anlam bulunabilir, fakat o anlam, ifade sahibinin anlatmak istediğinden farklı bir anlamdır. O anlam, olsa olsa, böyle bir ifadeye yer verenin zihinsel karmaşasının değilse, hamaset duygusunun ifadesi olabilir.

Hakikati sayıya vurarak ölçmek isteyen, gene de içten içe ve derinden derine şunu sezinliyor olmalı ki, temenni ettiği katılım gerçekleşmediğinde, vicdanlarda tortulanmış olan ve hala söndürülememiş bulunan tepkilerin var olup olmadığını sorgular.

Öyle ya, bütün teşviklere, dayatmaya, tehdide ve her şeye rağmen, insanlar, bazılarını sürüklemek istediği bir cephede yer almayı reddedebiliyorsa, bu işin içinde bir iş olmalı değil midir?

Bu işin içinde bir eksikliğin olduğunu sezinleyenler, belki o eksikliğin ne olduğunu ebediyen bulamayacak ve fakat o eksiklik, o eksik kalan değer, hakikatin sayılara gelmeyen mahiyeti, birilerini durmadan… ama durmadan rahatsız etmeye, huzurlarını kaçırmaya devam edecektir.

Sayılarla ve oy oranlarıyla doyuma ulaşmış ruhlarına.!

Hiçbir başarı huzur getirmeyecektir..!

Ne güzel de söylemiş..

Üstad:

Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!

Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:

Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,

Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden...

Üstad gibi dansettiremeyiz belki kelimeleri…

Ama kendimizce güne ve zamana bir nasihat bırakıp…

İstirahat edelim..

Görüşmek üzere..

“Peşinizden koşsa da binlerce, milyonlarca Ahali

Onlarca seçim kazansanız da..!

Saltanatınız ve sultanınız bilsin ki..

Ha BİNALİ Ha Bir Ali…!

Çıkmadıkça üzerinizden, O batı gömleği…

Getirmektesiniz, İzmihlali…!