Bir ifsad çalışması olan İstanbul Sözleşmesi nihayet feshedildi. İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesine farklı kesimlerden farklı tepkiler geliyor.

Yeni Şafak Gazetesi yazarı Yusuf Kaplan, "Zokayı yutmayalım lütfen. İstanbul Sözleşmesi’nde şiddetle, nefretle karşı çıktığımız yer burası işte: Birileri kadına cinayeti önleme kılıfı altında, bütün dünyada eşcinsel ilişki biçimlerini meşrulaştırma, dayatma ve yaygınlaştırma, dolayısıyla aile kurumunu çökertme amacı güdüyor! Buna aslâ göz yumulamaz ve izin verilemez!" diye yazdı.

Kaplan'ın "Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni çöpe gönderdi, nihayet!" başlıklı yazısı şöyle:

"Cumhurbaşkanımız Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedildiğini açıkladı.

Böylelikle Türkiye, kadın cinayetleri maskesi altında eşcinsel, sapkın evlilikleri yasayla dayatan ve ailenin temeline dinamit koyan lanet olası Sözleşme’den çıkmış oldu,çok şükür.

Bu sözleşmenin kadın cinayetlerini korumakla bir alakasının olmadığını, aileyi çökertmeyi amaçladığını anlattık durduk yıllarca Ankara’da, hükümette, ülkenin her yerinde ve platformunda... Sonunda Cumhurbaşkanımız, kadın cinayetlerini azaltmak şöyle dursun artıran bu sözleşmeyi iptal ederek milletin feryadına kulak vermiş oldu.

Burada tarihe kayıt düşmek adına, nasıl mücadele verdiğimizi gösteren “Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden derhal çıkmalıdır!” başlıklı yazımı bir kez daha paylaşıyorum sizlerle...

“KADIN CİNAYETİ”, “KADINA ŞİDDET” İŞİN MASKESİ, KILIFI!

Kadın cinayeti gibi kangrene dönüşen bir sorunun o ürpertici Pınar Gültekincinayetinden sonra sosyal medyada gündeme oturması kaçınılmazdı elbette.

Konu, kadın tecavüzü, cinayeti ve şiddeti’ydi.

Nasıl tartışıldı peki bu konu?

Şöyle: “Eğer İstanbul Sözleşmesi iptal edilirse, bu cinayetler kontrolden çıkar, dolayısıyla Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkması cinayettir!” denildi!

Konu, Pınar Gültekin cinayeti’ydi. Ama konuşulan, İstanbul Sözleşmesi’nin kadın cinayetinin önlenmesinde bir kurtarıcı olduğu iddiası!

Birincisi, İstanbul Sözleşmesi’nde kadın cinayetine, kadın şiddetine ilişkin çok şey var. Fakat bu yasa uygulamaya konulduğu zamandan bu yana kadına yönelik cinayet ve şiddet olaylarında azalma değil, artma hatta katlanma olmuş!

Demek ki, neymiş? İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik cinayet ve şiddet olaylarını azaltmamış aksine artırmış, üstelik de katlayarak artırmış!

Bütün rakamlar, veriler, kadına yönelik şiddet, tecavüz ve cinayet olaylarında İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmaya başlanmasından bu yana patlama olduğunu göstermesine rağmen birileri neden ısrarla İstanbul Sözleşmesi’ni ölümüne savunma ihtiyacı duyuyor peki?

İkinci dikkat çekeceğim nokta tam bu soruyla ilgili: İstanbul Sözleşmesi’nde kadına yönelik şiddet, cinayet, tecavüz sorunlarının hepsi maske, kılıf. Asıl dert “toplumsal cinsiyet eşitliği” ve “cinsel yönelim tercihi” (madde 3) gibi kavramlarla sapkın eşcinsel ilişki biçimlerini yasayla meşrulaştırmak ve yasa yoluyla topluma dayatmak!

Zokayı yutmayalım lütfen!

İstanbul Sözleşmesi’nde şiddetle, nefretle karşı çıktığımız yer burası işte: Birileri kadına cinayeti önleme kılıfı altında, bütün dünyada eşcinsel ilişki biçimlerini meşrulaştırma, dayatma ve yaygınlaştırma, dolayısıyla aile kurumunu çökertme amacı güdüyor!

Buna aslâ göz yumulamaz ve izin verilemez

Kadına şiddetle, cinayetle ilgili başka yasa yapamayacak kadar aptal mı bu ülkenin hukukçuları?

Hasta mısınız siz?

Kimi aldatıyorsunuz?

Eğer bütün bunları bilerek yapıyorsanız bu toplumun altını sinsice oyacak, aileyi sinsice ortadan kaldıracak tehlikeli bir oyun oynuyorsunuz demektir ve bu tezgâhınız er geç deşifre edilip suratınıza çarpılır!

POLONYA KADAR OLAMAYACAK MIYIZ?

Tıpkı Polonya’da olduğu gibi...

Polonya, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıyor.

Gerekçesi sarsıcı!

Polonya Adalet Bakanı Zbigniew Ziobro, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış gerekçesini açık, net ama son derece sarsıcı bir şekilde şöyle açıkladı:

“İstanbul Sözleşmesi, kabullenemeyeceğimiz sakıncalı ideolojik dayatmalar içeriyor. Meselâ bunlardan biri, ‘toplumsal cinsiyet’ düşüncesi. Buna göre cinsiyet doğuştan değil, herkesin sosyo-kültürel kararına göre belirleniyor. Bu ideolojik varsayıma dayanan sözleşmeye göre, sözleşmeyi imzalayan devletler genç nesillere, bu ‘değer ve düşünceleri’ öğretmek için eğitim sistemini değiştirmek zorunda. Önemli olanın sosyo-kültürel tercihlerimize göre belirlediğimiz cinsiyet olduğunu söylüyor. Bunu yanlış buluyoruz ve reddediyoruz.”

Yanarım yanarım da, şu Müslüman ülkede Polonya Adalet Bakanı kadar İstanbul Sözleşmesi’ni açıkça ve son derece tutarlı, güçlü bir şekilde reddeden bir devlet adamı çıkmadı, ona yanarım! (Çığlığımız karşılığını buldu ve çıktı nihayet!)

Kadın cinayetini kimse savunamaz! Bu sözleşmenin asıl meselesi de kadına yönelik şiddet, cinayet değil. Milleti aptal yerine koymayın!

Kadın cinayeti maskedir, işin kılıfıdır!

Kaldı ki, biraz önce de dikkat çektiğim gibi, kadın cinayetini önleyecek yasa yapmaktan âciz mi Türkiye?

Oysa burada asıl amaç, eşcinsel ilişkilerin ve evliliklerin yasal hâle getirilmesi, yasayla dayatılması ve ailenin çökertilmesidir!

Böyle bir sözleşmenin adının “İstanbul Sözleşmesi” olarak adlandırılması ise yüzkarası!

Polonya Adalet Bakanı’nı dinlerken, İstanbul adının geçmesinden yüzüm kızardı, bu ülkenin her bir insanının da, yöneticisinin de bu videoyu izlediklerinde yüzlerinin kızaracağından, İstanbul’un adının insanı soysuzlaştıracak bir sözleşmenin adı olmasından çılgına döneceklerinden eminim.

Türkiye, böylesine iğrenç bir amaçla hazırlanan, cinsiyetsiz bir dünya inşasının kilometre taşlarını döşeyen yüzkarası bir anlaşmadan derhal çıkmalıdır!

Yoksa yasayla kendi ellerimizle kendi toplumunun altını oyma cinayetine imza atmış insanlar olarak tarihe geçeceğiz -Allah muhafaza!"