Gazeteci Fehmi Koru, kendisine ait sitede kaleme aldığı yazıda İstiklal Caddesi saldırısını kaleme aldı. "Canlar alan eylem  var, faili ve onun işbirlikçileri de belli, ancak eylemciye atfedilen itiraflar dışında örgütsel bağ tam kurulamıyor. Ne olacak şimdi?" sorusunu yönelten Fehmi Koru, "Bu soruya son 10 yıl öncesinin herhangi bir diliminde sağlıklı bir cevap bulmak mümkündü; şimdi ise bilgi alma ve bilgiyi yayma kanalları olması gereken açıklıkta çalışmadığı için kafa karışıklığından kurtulmak çok zor. Göreceksiniz, bunun zararı en fazla siyasi ortamı etkileyecek." yazdı.

İşte, Fehmi Koru'nun dikkat çeken o yazısı:

Türkiye’nin gözbebeği İstanbul’un kalbi mesabesindeki İstiklal Caddesi’nde meydana gelen ve altı insanın ölümüne, çok sayıda insanın yaralanmasına yol açan patlamadan sonra, hem eylemci kadının yakalanması hem de onunla irtibatlı olduğuna inanılan 50’den fazla kişinin gözaltına alınması bana eski bir sloganı hatırlattı:

“Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar” sloganını…

Güvenlik güçlerinin kendilerinden beklenen cevvaliyeti göstermesi ülke açısından sevinilecek bir durum.

Eylemin hemen ardından devletin başka birimlerinin de hiç vakit kaybetmeden devreye girdikleri fark ediliyor.

Mesela bir mahkeme olayın üzerinden dakikalar geçmeden yayın yasağı koyabildi.

O yasağın konulmasını bir bakanlığın talep ettiği öğrenildi.

Gazeteleri, TV kanallarını görevlerini yerine getiremez hale getiren yayın yasağıyla birlikte, devletin bir başka biriminin de interneti erişilmez kılan bir uygulamayı devreye soktuğu anlaşıldı. Sosyal medya kullanıcıları bu durumdan etkilendi.

Herkes, ne olup bittiğini, o sırada bir yurtdışı geziye gitmek üzere olan Cumhurbaşkanı ile aynı sıralarda sınır ötesi bir ziyaretten dönen konunun ilk elden sorumlusu bir bakanın yaptığı açıklamalardan öğrenmeye çalıştı.

Verdiğim kronoloji, devletin bu tür olağandışı bir gelişme sonrasında yapılacaklarla ilgili bir ‘tedbirler akışı’ bulunduğuna işaret ediyor.

Her birinin karşısında bir ‘tık’ kutusu bulunan bir tedbirler akışı…

İstiklal Caddesi’ndeki patlama olayında o kutucukların her birine hiç vakit kaybetmeden birer ‘tık’ konulabildi.

Devlet çarkı olağandışılık durumlarına hazırlıklıymış…

Çark olay sonrasında çalıştı.

Peki ya öncesinde?

Ülkemizde beş milyon kadar yabancı -bir bölümü ‘mülteci’ statüsünde- insan yaşadığını biliyoruz. Bunların çoğu Suriye’de patlak veren savaştan kaçan insanlar. Onlar için inşa edilmiş özel bölgelerde yaşayanlar yanında ülkenin dört bir köşesine yayılmış Suriyeliler de var.

Yalnız Suriyeliler mi aramızda?

Ankara’da önce ilaçla uyutulmuş sonra da bıçakla öldürülmüş beş Afgan’la ilgili haber bu hafta medyaya yansıdı. Katil yine bir Afgan’mış ve ülkesine kaçarak izini kaybettirmiş…

Bu haberden Suriyeli -ve bir dereceye kadar Iraklı- Arap yanında, sayıları tam bilinmeyen bir de Afgan nüfusun ülkemizde yaşadığı anlaşılıyor.

İstanbul’da kırmızı bültenle aranan bir Sırp uyuşturucu baronunun yakalandığı haberini de okumuş olmalısınız. Adamın İstanbul’da yaşadığı villanın bahçesinde cesetler arandı. Aynı ülkeden başkaları da İstanbul’u mesken tutmuş.

Listeyi uzatmayayım. Anlatmaya çalıştığım, ülkemizde ‘vatandaş’ statüsü bulunmayan yabancıların önemli bir yekuna ulaştığıdır.

Beş milyondan fazla yabancı.

İstanbul’daki patlama sonrasında bilgimiz dahiline giren bir yeni gerçek daha var: Ülkemiz sınırlarından içeriye girdiklerinde kayıt altına alınan ‘mülteci’ statüsündekiler ile turistik veya başka amaçla Türkiye’ye gelmiş ve burayı mesken tutmuş insanlara ek olarak, bir de hiçbir yerde kaydı bulunmayan yabancılar da aramızda yaşıyorlar.

Eylemci kadın öyle biri.

Bir rivayete göre dört ay önce, bir başka rivayete göre de bir yılı aşkın bir süre önce Suriye’den gelip İstanbul’a yerleşmiş o eylemci kadın.

Üstelik, kalacağı bir yer bulma imkanına kavuşması yanında bir tekstil atölyesinde çalışmaya da başlayabilmiş…

Hiçbir yerde kaydı bulunmadığı halde…

Patlatıldığında canlar alacak bomba malzemesine de sahip olabilmiş kadın eylemci.

Oturduğu semtten İstiklal Caddesi’ne, oradan da evine gidip gelecek kadar yaşadığı kenti de tanıyabilmiş…

Kendisiyle irtibatlı oldukları için gözaltına alınan kişilerin bayağı fazla sayısı -50’den fazla oldukları haberleşti- eylemcinin hayli sosyalleşmiş olduğuna da işaret ediyor.

Eylemini gerçekleştirene kadar böyle bir potansiyel eylemci kadının varlığının ve niyetinin farkına varılmamış olmasını nasıl izah edebiliriz?

Ciddi bir soru bu.

Olan olduktan sonra devletin önceden belirlediği ‘tedbirler akışı’ mükemmel çalıştı, alınması gereken tedbirler -hatta fazlasıyla- alındı. Yayın yasağı, internetin felç hale getirilmesi, bakanlığın, yargının, BTK’nın devreye girmesi, normal yoldan insanlara ulaşması engellenmiş bilgilerin Cumhurbaşkanı ve bir bakan tarafından yapılan tek taraflı açıklamalarla aktarılması… Bunların hepsi birbiri ardına uygulamaya konuldu.

Ancak öncesi büyük bir boşluk.

O boşluk yüzünden de zihinler karışık.

PKK/PYD/YPG ile irtibatlı görülen eylemin, bir Arap kadın ve sayıları 50’yi bulan ve hemen hepsinin Arap kökenli olduğu anlaşılan işbirlikçileri tarafından gerçekleştirilmiş olması şablona tam uymuyor.

Kendisinin suçlandığı eylemleri kabulde hiç nazlanmadığı bilinen PKK’nın bu eylemi üstlenmediği de görüldü.

PYD/YPG örgütleriyle bağları sebebiyle eylemle ilgili olarak ABD de suçlanmaktaydı; ABD büyükelçiliği o ithamları iddiayı yalanlayarak kabul etmedi.

Canlar alan eylem var, faili ve onun işbirlikçileri de belli, ancak eylemciye atfedilen itiraflar dışında örgütsel bağ tam kurulamıyor.        

Ne olacak şimdi?

Bu soruya son 10 yıl öncesinin herhangi bir diliminde sağlıklı bir cevap bulmak mümkündü; şimdi ise bilgi alma ve bilgiyi yayma kanalları olması gereken açıklıkta çalışmadığı için kafa karışıklığından kurtulmak çok zor.

Göreceksiniz, bunun zararı en fazla siyasi ortamı etkileyecek.