İslami Analiz yazarı, Mehmet Yavuz Ay, Hertaraf'ta ‘Müslüman Oğulları Kızları İslam’ı Terk Ederken’ başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Ay, çocuklardan önce anne babalarının durumunu analiz etmek gerektiğini belirterek ‘İnanmak, Müslüman olmak; bir bilinç, sorgulama, hâli sürekli yenileme, korku ve ümit arasında bir dinamizm taşımıyorsa sıradanlaşıyor. Kulluk alışkanlığa dönüşüyor. Anne ve babalar inanç, kulluk ve diğer insanî eylemlerini dondurduklarında durgun bir suya dönüşüyorlar. Kendisini sorgulamayan, özeleştiri yapmayan, yaşadıklarını temel değerlere dayandırmayan anne / babalar; değişim ,dönüşüm, yeniden formatlanma yeniden tanımlanma sağanağı altında olan çocuklarının can simidi olamıyorlar. Anne ve babaların İslâmî görüntüleri ile namaz/oruç/hac gibi ibadetleri dışında; algı, bilinç ve tarzlarıyla geleneğe dayalı bir hayatları olduğunu çocuklar ayırt edebilecek durumda değiller. Çocuklar, ilk örnekleri anne babaların donmuş, durağanlaşmış, cazibesiz, renksiz, zaman dışı dindarlığına baktığında Müslüman kimliği taşımayı istemiyorlar. Bir süre sessiz kalıyorlar. Tanrısız, yönsüz, köksüz, belirsiz sanal alemin koridorlarında yeni bir varoluş, kimlik ve anlam kazanma peşinde koşuyorlar’ ifadelerine yer verdi.

Yazının tamamı şöyle:

Çocuklarımız dine karşı ilgisiz, umursamaz hâle nasıl geldiler?

Çocuklara sıra gelmeden önce ebeveynlerin durumunu analiz etmemiz gerekiyor.

Daha doğrusu bütünlük arz eden kapsamlı bir yüzleşmeye ihtiyacımız var.

Ademoğlu tek bir fizikî duruş, durağan kalp terennümü, sabitlenmiş bir ruh hali içinde ömrünü geçirmez.

Neredeyse hayattaki tüm vaziyet alışlar; kalbinde, zihninde, bedeninde cana  gelir:

Yüce Yaratıcı’ya kulluk, idrak, tefekkür, tercih, davranış, yardımseverlik gibi olumlu dinamikler…

Kendini beğenmişlik, öfke, kin, nefret her türlü günahı işleme, aşırı önemsenme isteği… 

Keskin dönüşümler içeren ferdî, sosyal, kültürel, düşünce, kanaat ve inanç(sızlık) patlamaları gibi…

Tüm “girdi”ler yeni kuşakların inanç, kanaat, söylem ve eylemlerinde “çıktı”ya dönüşüyor.

Aslında biz büyükler iyiler sınıfında, çocuklar kötüler parantezinde olabilir mi?

Üzerinde düşünmemiz gereken hususların hepsi burada ele alınamasa da temel unsurlara bakmaya çalışalım:

Allah’ın çeşitli evrelerden geçirerek bizzat yarattığı insan; akıl ile donatılarak, düşünme yeteneği verilerek, inanç ve eylemlerini gerçekleştirecek güç ve iradeye sahip kılınarak, gönderildiği dünya,  farklı bir anlam kazanmıştır.

Değerler göstergesinin olumlu/olumsuz en uç noktalarına  dek kendine yer bulur insan… Hayatın zıtlıklarla anlam kazanması, müspet/menfi özellikleri bünyesinde barındıran insanla doğrudan ilişkili gözükmektedir…

İnsan hafızası, geçmişe geleneğe bağlılığı, alışkanlıkları değere dönüştürmektedir.

Müslüman, temel değerlerini koruma dışında muhafazakâr olamaz.

Namazda, Yaratıcının divanında da Müslüman, tek bir duruş/vaziyet alış/donmuş bir hâl ile bulunmaz.

Şerefli bir Müslüman, Yüce Yaratıcı’nın karşısında kulluğunu yerine getirirken  birçok rüknün birleşiminden doğan  hareketli bir bütünlüğün resmini çizer.

Öncelikle, inanmak, neye dair olursa olsun yiğit kadın ve erkeklerin işidir.

İnanmak vasıfsızlıktan kurtulma, elek üstünde kalma, seçkin bir yere sahip olma eylemidir.

Öncü olmaya niyet etmek, yola çıkmak, hakikatin peşinde olmak, insanlık tarihi boyunca bedel ödemeyi adeta zorunlu hâle getirmiştir.

İnsanla anlamlı kılınan ne varsa; ruh, beden, organlar… Hafıza için tarih, aşk için kalp, göz için sima, kulak için ses… Türlü renklerle bezenen tabiat, gökyüzü, deryalar… Hayvanlar ve bitkiler alemi…

Zıtlıklar üzerinde kurulu dünyada verilen her nimet; mutluluğun, şükrün, hakça bölüşümün bir kaynağı olarak çok az zaman dilimlerinde hayata rengini vermiştir.

 İnsanda yer bulan olumsuz özellikler tarih boyunca birey ve toplum üzerinde kötülüklerin yaygınlaşmasını hızlandırmıştır.

Allah’a kul olma derdi olmayan, iyilik üretmeyen, örnek insan olma ülküsü taşımayan insan; doğal olarak iyiliklere engel olma, kötülükleri yayma bağlamında bir işlev üstlenmektedir.

İnanmak, Müslüman olmak; bir bilinç, sorgulama, hâli sürekli yenileme, korku ve ümit arasında bir dinamizm taşımıyorsa sıradanlaşıyor. Kulluk alışkanlığa dönüşüyor.

Anne ve babalar inanç, kulluk ve diğer insanî eylemlerini dondurduklarında durgun bir suya dönüşüyorlar.

Kendisini sorgulamayan, özeleştiri yapmayan, yaşadıklarını temel değerlere dayandırmayan anne / babalar; değişim ,dönüşüm, yeniden formatlanma yeniden tanımlanma sağanağı altında olan çocuklarının can simidi olamıyorlar.

Anne ve babaların İslâmî görüntüleri ile namaz/oruç/hac gibi ibadetleri dışında; algı, bilinç ve tarzlarıyla geleneğe dayalı bir hayatları olduğunu çocuklar ayırt edebilecek durumda değiller.

Çocuklar, ilk örnekleri anne babaların donmuş, durağanlaşmış, cazibesiz, renksiz, zaman dışı dindarlığına baktığında Müslüman kimliği taşımayı istemiyorlar. Bir süre sessiz kalıyorlar. Tanrısız, yönsüz, köksüz, belirsiz sanal alemin koridorlarında yeni bir varoluş, kimlik ve anlam kazanma peşinde koşuyorlar. 

Büyük devrimci peygamberlerin getirdikleri ilkeler, yöneticilerin değersizleştirme çabalarına maruz kaldığından, çocuklar ötekileştirilme korkusuyla inançlarından, kimliklerinden uzaklaşıyorlar.

Vahye dayalı evrensel ilkeler, topyekûn saldırı altında. Egemen  madde medeniyetinin  ürettiği tüm yıkımlar, cinayetler, soykırımlar, adaletsizlikler ve sömürülere rağmen insanlar bu bataklığın dışına çıkmayı düşünmüyorlar. Cennetlerini bataklık üzerinde kurmaya ikna olmuşlar.

Anne ve babalar olarak Müslüman olmaktan öte Müslüman kalma irademizi, vahye dayalı, hayatın içinde, iyilikleri çoğaltan, aktif, müjdeleyici, kolaylaştırıcı biçimde ortaya koymalıyız.

Tanrısız çağın rüzgârlarını anlayıp karşılık verecek, değişim ve dönüşüme açık bir örnekliği inşa etmek zorundayız. İmanımızın eylemlerimize hükmettiği yeni bir “Ahlâkî Başkaldırı”nın fitilini hep beraber ateşleyelim. Çocuklarımız için geleceğimiz için…