Bence KHK'ler doğru ve hukuka uygun. Uygun görülmeli. Bakışımız bu yönde olmalı. Nihayetinde bakış bizim bakışımız, istediğimiz gibi bakabilmeliyiz. Değildir, diyenler çok muhtemelen bir örgütle en azından iltisaklıdır. Kendisinin 'olmadığını' düşünmesi bir şey değiştirmez. İnsan bazen hiç farkında olmadan da bir örgüte üye ya da iltisaklı olabilir. Doğrusu bu şekilde düşünmek. Aksi bana çok saçma görünüyor artık.

KHK’lilere yapılan eziyet doğru ama ne yazık ki eksik…

KHK’lilere yönelik idari, yargısal ve toplumsal tavrı, muhalefet partilerinin bu konuda da ‘oyuna gelmeyen’ yaklaşımını yürekten destekliyor, ancak ne yazık ki bazı eksiklikler olduğunu düşünüyorum.

Tamam, dört başı mamur bir hukuk devletinde yaşıyoruz, kabul. Yine de KHK’lilere yönelik bu denli hukuki ve insani bir yaklaşım hakikaten gerekli mi; sormadan, düşünmeden edemiyorum doğrusu.

Öncelikle, KHK’lerin anayasaya/hukuka uygun olduğunun ‘düşünülmesinden,’ buna ‘inanılmasından’ yanayım. Dört yıl önce bazı tereddütlerim vardı, ancak zaman içinde ben de doğruyu gördüm. Anayasa hükümleri bazen göründükleri gibi olmayabilir. Okuyanlar, onların ‘aslında’ ne demek istediğini göremiyor, anlayamıyor olabilir. Ayrıca anayasa nihayetinde kul yapısı ve bazı milli manevi değerler söz konusu olduğunda, ona körü körüne bağlanmanın gerekli olduğunu savunmak bana makul görünmüyor.

Misal, anayasa ‘mahkeme kararlarının’ bütün ‘organlar’ bakımından bağlayıcı olduğunu hükme bağlıyormuş. Kimmiş o organlar? Tek tek isim vermiş mi? Ali seni de bağlar, Veli seni de, Mehmet sakın görmezden gelme vs. demiş mi? Yöneticiler nereden bilecek kendileri için bağlayıcı mı değil mi? Her hükme daha geniş, daha ferah bakılmalı. Zira bir yönetici, “bağlayıcı diyor ama beni kastetmiyor muhtemelen,” diye düşünebilir ki haklı da olur.

Bundan aylar önce pasaportumdaki tahdidin kaldırılması için ‘ilgili’ birime başvurmuştum. Kapıdan çıkarken gayrı ihtiyari “En geç 60 gün içinde bir cevap gelecek, değil mi?” diye sordum. Neden? Çünkü, ‘idareye’ başvuru ve 60 gün içinde yanıt gelmezse ‘zımni ret’ gibi bir takım çok affedersiniz Batı kaynaklı ezberler nedeniyle. Memur yüzüme bakıp “O süre bizim için geçerli değil,” dedi. Öyle ya, neden herkes için geçerli olsun ki böyle bir kural.

Devamında, “Peki tahdidin kalkıp kalkmadığını nasıl öğreneceğim, postayla bildirilir mi yoksa buraya geleyim mi?” diye sordum. Memur, iki hafta sonra gelip kontrol etmemi önerdi. Tamam, dedim. İşimi sağlama almak ‘adına’ üç hafta sonra gittim. Memur, “Henüz kalkmamış,” dedi. Bunun üzerine, “Bir daha ne zaman geleyim?” sorusunu yönelttim. Memur, “Hayır, gelmenize gerek yok, artık yanıt evlere gönderiliyor,” dedi. Hemen ardından, “Siz yine de uğrayın ama, ne olur ne olmaz,” diye ekledi. Peki, diyerek çıktım.

İşte o gün o memurun rahatlığı ve kurallara yaklaşımı, hukuk konusundaki hassasiyeti, benim de anayasa, hukuk ve KHK’ler konusunda mutlak bir aydınlanma yaşamama neden oldu.

Bence KHK’ler doğru ve hukuka uygun. Uygun görülmeli. Bakışımız bu yönde olmalı. Nihayetinde bakış bizim bakışımız, istediğimiz gibi bakabilmeliyiz. Değildir, diyenler çok muhtemelen bir örgütle en azından iltisaklıdır. Kendisinin ‘olmadığını’ düşünmesi bir şey değiştirmez. İnsan bazen hiç farkında olmadan da bir örgüte üye ya da iltisaklı olabilir. Doğrusu bu şekilde düşünmek. Aksi bana çok saçma görünüyor artık.

Malumunuz AYM 9/8 bir karar verdi ve ‘imzacı akademisyenlerin’ imza attığı metni ifade özgürlüğü kapsamında kabul etti. Bu, toplumun ya da idarenin değil AYM’nin sorunu, kusura bakmasınlar. İki açıdan sorunlu bu vahim karar: Öncelikle, olmaz olsun böyle ifade özgürlüğü. Neymiş, devlet ve yönetenler sert biçimde eleştirilebilirmiş. Yok ya! Dünyanın neresinde olurmuş acaba böyle bir şey. Türkiye hukuk sisteminin ve idarenin özgürlük sevdalısı oluşu böyle suistimal edilir mi? Ben o sekiz üye gibi düşünüyor ve akademisyenlerin terör destekçisi olduğu kanısıyla hareket eden AYM üyelerini kutluyorum.

İkinci sorun ise o kararın gereğinin yerine getirilmesi gerektiği yönündeki yorumlar. Bazı sözde akademisyenler ve sözde hukukçular, AYM kararının üzerinden bir yıl geçtiğini ve hâlâ görmezden gelindiğini dile getirmekte ısrar ediyor. Bak sen! Mahkeme bir karar verdiyse verdi, kime ne! Anayasa’nın 153/son maddesi ‘bağlayıcı’ diyor olabilir. Anayasanın her dediği yapılacaksa, çok affedersiniz ama, idare neden var? Şaşkınlıkla okuyorum bu yöndeki değerlendirmeleri. Hem bakın AİHM Başkanı Türkiye’ye geldi. Kapalı Çarşı’yı gezerken muhtemelen Beyazıt kapısı yakın olduğu için uğradığı İstanbul Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada AYM’nin bu kararını övdü. Peki, illa uyulmalı dedi mi? Ya da ‘neden uygulanmıyor?’ diye sordu mu? Eleştiri yöneltti mi? Eh bu sözde hukukçular daha mı iyi biliyor mahkeme başkanından. Başkan, karara konu olan işleri yapan insanlar tarafından alkışlandı. Neden? İşte bunlar hep hukuk ve anayasa…

Bir bakanın, “ben AYM başkanına bu konulardaki rahatsızlığımı ilettim” deyişi bu bakımdan son derece yerindeydi. Olması gereken bu. Ne yani siyasetçiler rahatsızlıklarını iletemeyecek mi yargı organlarına? Pışık! Herkes kafasına göre karar versin o zaman. ‘Hukuk devleti,’ hukukun devleti yönetenlerin taleplerine göre şekillenmesini gerektiren bir ilkedir. Hukuk devletinden beklenen ‘öngörülebilirlik’ amacı da, idarecilerin duygu ve düşüncelerini ‘öngörerek’ hareket etmeyi anlatır. Aksi yöndeki yorumlar, birlik ve beraberliğe zarar verir. Yeri gelmişken, tüm hukuka giriş kitapları bu yorum çerçevesinde gözden geçirilmeli ve evrensellik noktasında âdeta milli beraberliğin altını oyan sözde tanımlar ayıklanmalı.

Şunu da eklemeden geçemeyeceğim. Ne yazık ki ilk aylarda ben de diğer sözde yazarlarla aynı yanılgıya düşüp OHAL KHK’lerinin OHAL ‘konusu’ ve süresiyle ‘sınırlı’ olması gerektiğini, önlemlerin kalıcı hale getirilemeyeceğini vs. yazdım. Neden? Anayasa’nın gereği olduğu düşüncesiyle. Pişmanım. Anayasanın bağlayıcılığı safsatasına kapıldım ne yazık ki. OHAL darbe girişimi nedeniyle ilan edildi diye, yalnızca o konuya ilişkin kararlar alınması beklentisi kadar akıl almaz bir şey olur mu! Anayasa ve ilgili yasa bu konuda kafa karıştırıcı hükümler içeriyor olabilir. Bu durumda değiştirilmesi gereken o anayasa ve yasadır. Bunu yapmak yerine, idarenin anayasaya aykırı davrandığını iddia etmek terör örgütlerinin ekmeğine yağ sürmek değilse, nedir?

KHK’lilere yönelik diğer uygulamalardan ve gerek siyasetçilerin gerekse diğer toplumsal kesimlerin değerlendirmelerinden de son derece memnumun.

Yukarıda ‘imzacılar’ dedim. Bir de darbe girişimi sonrasında işlerinden edilen on binlerce yurttaş var. Çoğu hakkında açılmış bir soruşturma yok. Bir kısmı yargılanıp beraat etti. Bu somut veriler hiç kimseye hiçbir şey ifade etmemeli. ‘Kurum kanaatiyle’ işlerinden edilenlerin bunu hak ettiğini düşünüyorum. ‘Kurum kanaati’ her şeyin, tüm hukuk kural ve ilkelerinin önünde olmalı. Doğrusu bu. Bir hukuk kuralı ya da mahkeme kararının, herhangi bir kamu kurumunun idarecisinin ‘kanaatinden’ daha etkili olabilmesini kabullenemiyorum. ‘Hukuka uygunluk’ takıntısı tümüyle terk edilene kadar da bu ülkedeki temel sorunlar noktasında kolay kolay çözüm üretilebileceğini sanmıyorum.

Devlet, darbe girişiminin ardından, itiraz etmek isteyenler için bazı başvuru yolları işaret etti. Bence hiç gerek yoktu ama yine de hukuka uygunluk isteği ağır bastı demek ki. Dediler ki, önce komisyon, oradan idari yargı, oradan AYM’ye başvuru, oradan AİHM… Yaklaşık 15-20 yıllık bir süreç. Acele işe şeytan karışır. Daha ne olsun, hakikaten itiraz edenler ne ister, anlamakta zorlanıyorum. Gerçi süreyi biraz uzattılar ama şu meşhur ‘Komisyon’un herhangi bir süre ile sınırlanmış olmasını sindiremiyorum inanın. Adamlar komisyona atandılar, bir de üstüne belli bir süre içinde karar vermeleri mi beklenecek? Bu hangi vicdana sığar? Şu ana dek imzacılarla ilgili tek bir karar vermemelerini takdirle karşılıyorum. Sağolsunlar. Görevlerinin hakkını veriyorlar. Bazı kararlarını ise kişiler vefat ettikten sonra açıklıyor ki, kabul edelim en doğrusu bu.

KHK’liler konusunda lüzumsuz hukuksal tartışmalar dışındaki muhtelif yaklaşımlar da övgüyü hak ediyor.

Örneğin ‘sivil ölüme’ mahkum edilmeleri. Eh askeri vesayet sona ermedi mi, elbette sivil olacak. Kişisel olarak, bunun âdeta en kabul edilebilir yaklaşım olduğu kanaatindeyim. Yatıp kalkıp yaşadıklarına şükretsinler. Yine, medeniyetimiz noktasında işsiz kalanlara ‘ağaç kemirilmesi’ önerisi de çok değerliydi. Gerçi ormanların muhafazası noktasında bazı zararlara yol açma ihtimali var tabii. Belki bu sorun, önerinin ‘kurumuş ağaçları kemirsinler’ şeklinde revize edilmesiyle aşılabilir. Vin vin…

Kimi siyasetçilerin FETÖ ile ilgili açıklamalarını da aynı heyecan ve mutluluk dairesinde takip ediyorum. Geçenlerde iktidar partisinin önemli düşünce insanlarından biri, FETÖ’nün siyasete sızmayı hiç düşünmediğini, söyledi. Kesinlikle aynı kanıdayım. Şu yaşıma geldim; bugüne dek iktidar cenahından bir Allah’ın kulunun ‘Cemaat’ ile ne herhangi bir muhabbetine, ne tek bir fotoğrafına, ne övücü bir konuşmasına, ne Türkçe Olimpiyatları’ndaki bir görüntüsüne vs. tanık oldum. Doğruya doğru. Kendilerini kutluyorum, bu çok önemli bir başarı ve hakkı verilmeli. ‘Siyasete sızdı’ diyenlere ‘kargalar’ gülsün. Ya da başka bir kuş, karga noktasında ısrarcı değilim.

İnternette bazı bankaların KHK’lilere hesap açmadığını vs. okuyor ve çok mutlu oluyorum. Doğrusu bu. Sanki herhangi bir yurttaşmışçasına, bir bankada hesap açma noktasında girişimde bulunmaları âdeta bir şuursuzluk belirtisi. Açmasınlar efendim. Yine, KHK’lilerin iş bulmalarının engellenmesi de yerinde bir uygulama. Ha keza, bir kısmının çocuklarını okula kaydetmekte zorlanması, veli toplantılarına davet edilmemesi, çocuklarının dışlanması gibi uygulamalar da medeniyetimiz dairesinde düşünülmesi gereken doğru işler. Tüm bu uygulamalarda ‘hukukun’ gerekleriyle değil, kişisel ya da kurum kanaatleriyle hareket edilmesi yerinde uygulamalar. Neymiş efendim, kişi beraat etmiş. İyi de sor bakalım, idarenin içi rahat mı? Hayatta en önemli şey iç rahatlığı, bunu bilir bunu söylerim.

Beni çok etkileyen ve medeniyet dairesinde heyecanlandıran durumlardan biri de, ihraç edilen insanların bir kısmının eş dostları ve aileleri tarafından dışlanması. Dünyanın bizi kıskanmasının nedenlerinden bir olan ‘değerlerimiz’ bakımından olması gereken, bu. Görünce yol değiştirmek, bir gün önce birlikte yemek yediği insanın telefonunu rehberden silmek, komşuluk ilişkisini bitirmek gibi davranışlar olumlu ve özellikle belli kesimlerin omurga yapısı hakkında hayli fikir verici.

Tabii ‘demokrat’ kesimin KHK’ler konusundaki doğru tavrını da anmadan geçmemeli. İyi de… hımm… yani ama… onlar da… işte hukuk filan… bilemiyorum… suçsuz olabilir ama… Doğrusunu yapıyorlar. Hukuk kuralları herkese yüz verecek şekilde ele alınmamalı. Her hukuksal değerlendirmede ‘acaba kim sevinir?’ diye düşünülüp ola ki karşı olduğumuz birilerinin işine gelecekse, ona göre hareket edilmeli.

KHK’liler konusunda bugüne dek idarenin ve toplum ortalamasının tavrını takdir etmekle birlikte yine de bazı konularda yeteri kadar cesur davranılmadığı kanısındayım. Şöyle ki:

Örneğin darbe girişiminin ilk günlerinde, asıl mesleği sütlaç satmak olan mümin bir belediye başkanının ‘darbeci mezarlığı’ önerisi yeteri kadar destek bulmadı. Çok yazık. Oysa yalnızca darbe girişiminde doğrudan yer alanlar değil, KHK’lilerin tümü için böyle bir uygulama ciddiyetle gündeme alınabilirdi. Neyse ki geç kalınmış değil. Vefat eden bir KHK’linin, çok affedersiniz âdeta normal bir vatandaşmış gibi defnedilmesi bana lüzumsuz derecede insaflı görünüyor. Gerçi zaman zaman ‘imam cenaze namazını kıldırmak istemedi’ nevi olumlu haberler okuyorum ama yine de bu işler kişilerin inisiyatifine bırakılmamalı.

İlk günden itibaren düşünüp önerdiğim ‘farklı kıyafet’ uygulaması var ki, şu ana dek hayata geçirilmemiş olmasını anlamakta zorlanıyorum. Tek tip kıyafet ya da kıyafetin görünür bir yerine nakşedilecek KHK harfleri, toplumun geri kalanının KHK’liler ile ‘sosyal mesafesini’ korumasında yararlı olur. Beden dokunulmazlığı, özel hayat gibi Zihni Sinir hukuksal engelleri umursamanın gereği yok. Önemli olan toplum ve devletin bekası. KHK’lilerin ortalık yerde rahatça, âdeta herhangi biriymişçesine dolaşması kabul edilemez. Malumunuz geçen seçimde YSK’nin kimi ‘hukukçu’ üyeleri, her türlü takdirin üzerinde doğru bir yorumla, ‘KHK’lilerin oy kullanamayacağına’ karar vermişti. Ne yazık ki çoğunluktaki üyeler bu görüşe katılmadı. İşte farklı kıyafet uygulaması, oy verseler de hiç olmazsa sandık başında hak edilen muameleyle karşılaşmalarını sağlayabilir.

Tabii bunlar dışında başkaca öneriler de getirilebilir. Örneğin ‘kamusal fayda’ noktasında aşı denemelerinde öncelikle KHK’liler kullanılabilir… ya da geçen hafta gündeme gelen ‘kitap okuma’ cezası çeşitlendirilip KHK’lilerin hiç olmazsa bir H. B. Kahraman çalışması okumaya mecbur bırakılması sağlanabilir… Gerçi biraz orantısız ceza olabilir ama KHK’liler, CHP içi ‘Mustafa Kemal mi yoksa Atatürk mü demeli?’ tartışmasına dahil edilebilir… Buna mukabil, bir kişinin öneri sunma çabasıyla olabilecek işler değil bunlar muhterem okur. Ortak düşünmeyi, birlikte karar almayı, âdeta bir beyin fırtınası yapılmasını gerektiriyor.

Bu ‘beyin fırtınası’ için öncelikle üniversitelerimize başvurulabileceğini hatırlatmaya herhalde gerek yok. KHK’lilere hak ettikleri eziyet konusunda yaratıcı öneriler getiren akademik çalışmalara ‘maddi teşvik’ sunulması, verimi artıracaktır. Yine, vin vin.

Ezcümle, KHK’lilere yönelik idari, hukuki, siyasi ve toplumsal yaklaşımdan ve uygulamalardan son derece memnumun. Emeği geçenlere teşekkür borçluyum. Memleketimize ve insanımıza yakışan bu çizgidir. Buna mukabil, yapılanların yeterliği noktasında âdeta hümanizm adına bazı eksiklikler olduğunu da, üzülerek ifade etmek zorundayım…

KAYNAK, GAZETE DUVAR, MURAT SEVİNÇ