Kocaeli Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi Ömer Faruk Gergerlioğlu ÖFG TV 92. Bölümünde Avukat Arif Ali Cangı ile İzmir Depremini İnsan Hakları Ortak Platformu Genel Koordinatörü Feray Salman (İHOP) ile de Avrupa İşkenceyi ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele ve Cezayı Önleme Komitesi Raporlarını Konuştu!

Video: https://www.youtube.com/watch?v=p7qsZGUD3aE&t=167s

Avukat Arif Ali Cangı: Deprem sigortası, deprem vergileri ile toplanan para neredeyse çıkartılıp buraya harcanması gerekiyor. Bunu sormaya kalktığımız zaman suçlu pozisyonuna giriyoruz.

Feray Salman: CPT Raporuna göre alıkonulan bazı kişiler polis memurlarının şok cihazlar kullanarak kendilerine elektrik verildiğini de iddia etmişler, bütün bunlara bakınca neleri hatırlıyoruz aslında? Biz 1990’larda benzer iddiaları hatırlıyoruz.

ÖFG TV 92. BÖLÜM

Herkese merhaba yeni bir ÖFG TV programından herkese merhaba diyoruz. Değerli izleyenler her hafta salı günü saat 21.00’de size haftanın önemli konuları ve yaptığımız çalışmalar hakkında bilgiler sunduğumuz ÖFG TV programına tekrar başlıyoruz. Bu hafta iki önemli konuğumuz olacak. 1.’si malum bu hafta Türkiye’nin en önemli gündemiydi İzmir depremi. 2.’si ise Avrupa İşkence Komitesi’nin yayınladığı rapor dolayısıyla Feray Salman ile görüşeceğiz. Öncelikle Av. Arif Ali Cangı ile görüşeceğiz. İzmir’den kendisine bağlanacağız. Depremi yaşadılar, oldukça üzücü ve ağır bir depremdi, gerçekten sarsıldık ve İzmir’de deprem haberinden sonra ölüm ve yaralanma haberleri, mal kaybı, hasar haberleri gelmeye başladı ve biz konuyu daha ayrıntılı anlamak ve anları yaşamak için ve daha ayrıntılı bir şekilde neden depremin olduğu, depremin önlenebilirlik oranı, depremde can ve mal kaybını nasıl azaltılabileceği hususu, alınması gereken tedbirleri; Av. Arif Ali Cangı ile konuşacağız. Hoşgeldiniz Arif Ali Bey.

Av. Arif Ali Cangı:  Hoşbulduk hocam.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Öncelikle çok geçmiş olsun. Önemli bir deprem atlattınız, hasarlar oldu, can ve mal kayıpları oldu, sözü size bırakayım. Neler yaşadınız? Nasıl bir şiddetti? O anları yaşadıklarınızı, anlatırsanız daha sonra da diğer konulara geçeriz.

Bir taraftan hummalı bir çalışma var, bir taraftan yakınlarını arayanlar var, öyle ki yakınlarını herkese anlatan bugün çıkan soyadı Perinçek’ti sanırım. Çocuğun babası gazetecilere onu anlatıyordu yanı başımızda. Kızım enkaz altında, onu bekliyoruz, onu duyurun daha çok özen göstersinler diye çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor

Av. Arif Ali Cangı: Öncelikle şunu belirtmekte yarar var, İzmir Depremi diye anılıyor ama İzmir depremi değil. Bu Ege denizinde oluşan bir depremin İzmir’e etkisi ile oluşan bir yıkımla karşı karşıyayız. İzmir fay hatları olan ve deprem bölgesi olan bir yer ayrıca İzmir’in fay hatlarında oluşan bir deprem değil. Ege Denizi’nde oluşan bir depremin İzmir’e etkilerini yaşadık ve 20 saniyenin üzerinde bir sarsıntı, Cezaevinden dönüyordum o yüzden ben hissetmedim. Kendimi şanlı mı saymalıyım bilmiyorum ama öbür taraftan duyduğum zaman, sevdiklerimizin durumu, ilk aklımıza gelen yakınlarımızın durumu oluyor, Allah’tan sağlıklarında sorun yok, sağlıkları yerinde herhangi bir göçük altında kalma olmadı ancak öbür taraftan ofisin olduğu binanın 100 metre ilerisinde ki Rıza Bey Apartmanı çöktü ve apartman çöktüğü andan itibaren oradaki tanışık olduğumuz için meslektaşlarımızın durumunu merak etmeye başladık. İlk önce bir arkadaşımız sağ çıkartıldı, sonra 3 arkadaşım aynı ofiste olan birisi baba-oğul bir diğeri akraba 3 arkadaşın araması beklentimiz devam etti, 1 arkadaş daha yaralı çıkarıldı ancak daha sonra baba oğul iki meslektaşımızın cesedine ancak ulaşılabildi. Oradaki yıkımın olduğu yerde ki manzaradan biraz söz etmek istiyorum. Zira özellikle pazartesi günü orada epey bir kaldım. Bir taraftan hummalı bir çalışma var, bir taraftan yakınlarını arayanlar var, öyle ki yakınlarını herkese anlatan bugün çıkan soyadı Perinçek’ti sanırım. Çocuğun babası gazetecilere onu anlatıyordu yanı başımızda. Kızım enkaz altında, onu bekliyoruz, onu duyurun daha çok özen göstersinler diye çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor doğal olarak o da kendi çocuğunun şeyinde ki bir mucizevi şekilde sağ çıktı. Hummalı bir çalışma arama kurtarma ekipleri müthiş bir çalışma içinde, sağlık ekipleri bir çalışma içinde. Öbür taraftan gördüğüm bir olumsuzluğu söylemek istiyorum, zira bu tür afetlere öncesinde ve sonrasında hazırlıklı olmadığımızın bir göstergesidir. Bir koordinasyonsuzluk hali söz konusu. Örneğin göçükten bir şeyler çıkartılıyor, konuyor, bir insan ölü mü canlı mı, kimdir nedir hiç kimse bilmiyor. Herkese oraya yığılıyor ve bilgi almaya çalışıyor. Gazeteciler orada, televizyon ekipleri orada bilgi almaya çalışıyor. Oysa çok basit bir şekilde koordinasyondan bir görevliye bir megafon verilip, şimdi şu yaşlarda bir kadın, erkek çıktı, şu boyutlarda, çok sevinçliyiz ya da cenazesini çıkarabildik, başımız sağ olsun diye duyulsa, oradaki o kalabalık o kadar toplanmayacak.

İzmir’de son dönemlerde Covid-19 vakaları çok artmıştı zaten, çok kalabalıklar oluştu, merak edip gelenler var, bazı önlemler alındı ama merak edip gelenler de var. Orada kendisinin faydası yok ama kalabalık yapıyor.

Benim korkum o kalabalıklarda Covid salgınının çok yoğunlaşması, İzmir’de son dönemlerde çok artmıştı zaten, çok kalabalıklar oluştu, merak edip gelenler var, bazı önlemler alındı ama merak edip gelenler de var. Orada kendisinin faydası yok ama kalabalık yapıyor. Toplumsal bilinç ile ilgili bir şey, bunu sağlayacak olan da ilgili kurumların depremi, deprem gerçeğini gündemde tutması ile olacak bir şey. Deprem gerçeğini gündemde tutamadığımız sürece, bugün İzmir’de yarın başka bir yerde bu acıları yaşamamız olası. O nedenle hiç depreme kızmaya hakkımız yok.

Kocaeli depreminden sonra kontroller sıklaştırıldı, deprem yönetmeliği değiştirildi, buna rağmen yeni binalarda ciddi hasarlar var. Ancak çok lüks gökdelenlerde kazıklar ile temeli derine inenlerde hasar görünmüyor çünkü ciddi bir salınım payı var.

Deprem değil bina öldürür diye bir söz var zira göçen Rıza Bey Apartmanının yanındaki binalar hasarlı da olsa ayakta. Öbür tarafta hiç hasar görmemiş binalar var, daha da ilginci yolun karşı tarafında eskiden Manavkuyu mahallesinde 2 katlı binalar var, en az 40 50 yıllık binalar vardır ve o binalarda hiç çatlak dahi yok. Onlar da hiçbir hasar yok, daha sonra yapılan yüksek binalarda hasar var çünkü burası eskiden bostan tarlası, bamya tarlası, Bornova’nın en iyi bamyalarının yetiştiği yerdir. Tarihe baktığımız zaman iki tane derenin alüvyonları ile dolan yer. Bir taraf koca dere kuzey taraflarında, bir tarafta güneyde Adliye’nin hemen dibinden geçen ve çoğu yeri kapatılmış olan çay var. Ve bu iki çayın getirdiği alüvyonlar ile yıllarca kendinden dolan alanlar. Kendinden dolan alanlarda çok bereketli topraklarken ne yazık ki orada bamya yetişmiyor, bamya yerine koca koca binalar dikilmiş vaziyette, üstelik hiçbir önlem alınmadan, kontrol yapılan binalar. Birkaç yıllık binada ciddi hasar var. Düşünebiliyor musunuz? Kocaeli depreminden sonra kontroller sıklaştırıldı, deprem yönetmeliği değiştirildi, buna rağmen yeni binalarda ciddi hasarlar var. Ancak çok lüks gökdelenlerde kazıklar ile temeli derine inenlerde hasar görünmüyor çünkü ciddi bir salınım payı var. Yatıp kalkan binalar ama onlardan da ciddi hasar alanlar var. Böyle bir gerçek ile karşı karşıyayız bence bu depremi anlamak gerekirse, irdelemek gerekirse depremin İzmir’de Bayraklı ’da Manavkuyu bölgesinde ki etkisine bakmak lazım. Başka bir yerlerde etkisi yok öyle ki; Kocadere kuzeydeki olanın kuzeyi Osmangazi Mahallesi. Osmangazi’de eski yerleşim yeri; Bayraklı mahallesine bitişik.

Bulunduğum ev ablamın oturduğu ev, Osmangazi’de. Bir tane sıva çatlağı yok, neden? Çünkü buranın zemini tarihsel olarak dağın etiğinde zemini sağlam, öbür taraf ise körfez. Dolmuş ve dibi sıvı.

Eski binalar var yeni apartmanlar da var eski binalar baya eski, yıpranmış binalar, onlarda yıkılma olmuştur diye kaygılanmıştım ama hiçbir şey yok. Bulunduğum ev ablamın oturduğu ev, Osmangazi’de. Bir tane sıva çatlağı yok, neden? Çünkü buranın zemini tarihsel olarak dağın etiğinde zemini sağlam, öbür taraf ise körfez. Dolmuş ve dibi sıvı. Bana kalsa orasını hiç yapılaşmaya açılmaması lazım ama gelin görün ki Adliye Binası 1998-2000 yılında oraya taşındı, üstelik körfezin kıyısına yapıldı, Adliye binası. Adliye binasının gelmesi ile yapılaşma yoğunluğu arttı orada çünkü avukatların adliyeye gidip gelenlerin, adliye ile işi olanların oraya, yakına gelme isteği oluştu ve binalar yapıldı. Çok sayıda avukat burada. Bende buraya taşındım. Bu aslında davetiyedir, buranın zemini zayıf olduğu bilindiği halde siz oraya Adliye yaparsanız adliye ki topluma örnek olması gereken ya da herhangi bir yanlışlık varsa, adaletsizlik varsa, onu düzeltmesi gereken, yeni suçların önlenmesi için engel olması gerekirken mekanizmanın çalıştığı yer ancak 1998-2002 döneminde İzmir.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: yayınımızda bir kesinti var ama sanırım düzeltilecek teknik bir sıknıtı. Yayınımız tekrar düzeltilecek.

Av. Arif Ali Cangı: Bağlantıda bir kopma oldu o yüzden kesildi.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: İzmir şu anda her gün sıkıntıların olabildiği bir yer. Sözünüzün yarım kaldığı yerden tekrar.

Bayraklı, körfez kıyı şeridi gökdelenler bölgesi olarak planlanmaya başladı. Manhattan yapacağız diye kimi belediye başkanları adayları reklam yapmaya başladılar. Yapmayın, etmeyin burası körfezin uzantısı, zemini zayıf, buradaki binalar ne kadar derin temel atarsanız atın yine zayıf olacak dediysek de dinleyen olmadı.

Av. Arif Ali Cangı: Adliyenin taşınmasını konuşuyorduk, 1998-2002’de yönetimde olmamdan dolayı bizzat tanıktım. Adliye binası yapılmaya başlandığı zaman kent çevre konusunda duyarlı olan avukatlar, bizler orası çok yumuşak bir zemin, adliye binasını oraya yapmayın diye çok itirazlarda bulunduk ama ancak yapıldı, henüz daha şantiye halindeyken adliyenin bir kısmı taşındı ve baro olarak zemin tespiti yaptırıldı, izin belgesi olmadığı ortaya çıktı. İnşaat halinde yapı kullanma izin belgesi verilmemiş bir binaya adliyeye taşınmaya başlandı. Baro olarak taşınmanın durdurulması talebinde bulunduk ve idari mahkemesine dava açtık. Bu davayı yerel mahkemede o binada oldu. O dava sırasında yapı kullanma izin belgesi düzenlendi, dava konusu kalmadı. Öyle kötü bir olay ki; vatandaşlar bunu duyunca herkes tepki göstermeye başladı, vatandaş dedi ki: “Yapı kullanma belgesi olmadan hiçbir şey bağlamadılar, elektrik su bağlamıyorlar, nasıl oluyor da adliye binası olabiliyor.” Adliye binası bunu yaparsa... işte bu örnek üzerinde durulması gereken bir şey. Şimdi yapılması gereken çok şey var ama bu somut olay üzerinden İzmir Adliyesi’nin niye oraya seçildiğinin sorgulanması gerekiyor. Kimler orayı istemiş? Niye orası seçilmiş? Orası seçildiği zaman zeminin zayıf olduğu bilinmiyor muydu? Biliniyordu, nasıl izin verilmiş? Bunların sorgulanması gerekiyor, çünkü ardından gerçekten kıyı şeridi, Bayraklı, körfez kıyı şeridi gökdelenler bölgesi olarak planlanmaya başladı. Manhattan yapacağız diye kimi belediye başkanları adayları reklam yapmaya başladılar. Yapmayın, etmeyin burası körfezin uzantısı, zemini zayıf, buradaki binalar ne kadar derin temel atarsanız atın yine zayıf olacak dediysek de dinleyen olmadı. Uzun yıllar buranın planları, imar planları dava konusu oldu. İmar planları zemin iptalleri gerçekleşti. Daha sonra zemin etüdü yapıldı ve o zemin etütleri çok tartışmalı bir zemin etüdü, bağımsız akademik meslek odalarına itiraz etti, zemin etütü, o zemin etütü ile planlar kabul edildi, orası gökdelenler bölgesi, orası başka bir İzmir olmaktan çıktı başka bir çehreye büründü. Öyle ki İzmir’in ana arterlerinden Ankara asfaltının kıyısında iki tane yüksek bina var. Eğer daha yüksek bir depremde o binalardan bir tanesi yıkılacak olursa, İzmir’in dışarı ile bağlantısı kesilir. İzmir boğulur, yardım almadan ölür gider. Bunu yıllardır söylüyoruz ancak bunu söylediğimiz zaman İzmir’in gelişmesini engelleyenler olarak değerlendiriliyor. Biz söylemiştik demek istemiyoruz ama gelinen noktada İzmir’in faylarında kırılma olmadığı halde, İzmir depremi olmadığı halde 70 80 km uzaklıktaki kuş uçuşu uzaklıktaki bir depremin yarattığı etki gerçeği ortaya çıkarmış durumda.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Şunları sormak isterim. Saros depremi veya Ege Denizi depremi İzmir’i böyle etkilemişse, İzmir merkezli deprem ne yapar, daha büyük tehlikelere yol açabilir. Bilinçsiz yapılaşma olduğunu söylüyorsunuz, oldukça önemli şeyler söylüyorsunuz çünkü zemin etüdü yapılmadan örneğin Adliye binasının bölgeye taşınması, yapılması, yapı denetim izni verilmeden çalışmalara başlanması ve yeni yapılan binaların ağır hasarlar görmesi, bunun yanında 40 50 yıllık binaların sağlam kalabilmesi çarpıcı hususlar demek ki hem zemin ile ilgili yeni yapılan binalarda dikkat edilmeme olayı var. Bunu görüyoruz, peki siz şu anda ne yapıyorsunuz Arif Ali Bey. İşyeriniz, eviniz oldukça ağır bir hasara uğramış, neler yapıyorsunuz? Bunlardan da biraz haber verirseniz yaşadığınız hali anlamak, yaşamak isteriz.

280 Milyon ile karşılanabilecek bir şey değil maliyet açısından. Maliyet karşılanacaksa buranın zararı karşılanacaksa, yaralar sarılacaksa öncelikle buranın bu bölgenin afet bölgesi ilan edilmesi gerekiyor.

Av. Arif Ali Cangı: Ölümlerin olduğu, halen enkaz altında insanların canlarının olduğu gerçekliği karşısında bizimkinin aslında söylenecek dert edilecek yanı yok ama sadece bizim durumumuz açısından söylemiyorum o bölge bir ada olarak düşünün, onun tamamıyla ağır hasarlı ve orada yaşayan insanlar var, iş yerleri var. O yaşayan insanların bir kısmı yakınlarının yanına yerleşti ki onlardan birisi de benim ablamın evindeyim, bir kısmı da yakını olmadığı için çadırdalar şu anda. İzmir’in bu bölgedeki parklarda, açık alanlarda çadırlarla dolu şu anda çadırlarda yaşıyorlar. Ciddi bir mağduriyet var. Öncelikle can kayıpları çok can yakıcı başımız sağ olsun, yaralılara acil şifalar diliyoruz, bu tür olaylarda sıcaklığı geçtikten sonra gerçek zarar, gerçek hasar ortaya çıkar, gerçek zarar gerçek hasar televizyonlardan gösterildiğinden daha büyük. 280 Milyon ile karşılanabilecek bir şey değil maliyet açısından. Maliyet karşılanacaksa buranın zararı karşılanacaksa, yaralar sarılacaksa öncelikle buranın bu bölgenin afet bölgesi ilan edilmesi gerekiyor. Sayın vekilim bu konuda sizlerin mecliste bir afet bölgesi ilan edilmesi için çalışma yapmanız gerekecek, İzmir Barosu Başkanı sevgili Özkan Yücel gelen bütün milletvekillerine bunu tavsiye ediyor, burayı afet bölgesi yaptırın ki hasarlar giderilebilsin. Diğer türlü AFAD’ın Çevre İl Müdürlüğü’nün, Belediye’nin yapacağı yardımlar gerçek mağdurlara ulaşıp ulaşmayacağı belli değil, ciddi bir yıkım oldu, hepimiz etkilendik, bir şekilde yaşam devam ediyor ve yaşam devam ettiği için de o yaralarında sarılması gerekiyor. Örneğin sabah ben duruşmaya gitmek zorunda kaldım, duruşma var ve dosyanın bir tanesi büroda. Dedim ki: “Sayın yargıç dosyasız giriyorum, ağır hasarlı binada.” Böyle bir hayat sürdüğü için bunun bir an önce tespitlerinin yapılması, yıkılması gerekenler bir an önce yıkılması, bir saat önce programdan avukat grubunda bir haber geldi; hasarlı binadan eşyalar çıkartılma asansörle, binalar yanmaya başlamış, binalar her an çökebilir, artçı sarsıntılar daha da zayıflatıyor, böyle bir risk de var, binaların çoğundan eşyalar dahi alınamayacak. İnsanlar eşyasız dışarıda kalacaklar, söylenen rakamlar ile o zararların giderilme şansı yok o nedenle, buranın bir yasal bir güvenceye kavuşturulması gerekiyor. Yürütme organının dileyene göre, isteyene göre olmaması gerekiyor ciddi mağduriyetler uzun yıllar devam edecek. Bir taraftan yardımlar fazla geliyor ama yardımlar ile sorunları çözmek zor, kaldı ki devletin işi, görevi bu. Deprem sigortası, deprem vergileri ile toplanan para neredeyse çıkartılıp buraya harcanması gerekiyor. Bunu sormaya kalktığımız zaman suçlu pozisyonuna giriyoruz. Bunun peşine düşmek gerekiyor, bunun hesabının sorulması gerekiyor, eğer deprem vergileri başka yerlere harcanmışsa bunun hesabının da sorulması gerekiyor.

HDP olarak Grup Partimizde sorduk. Deprem paraları, deprem vergileri nereye harcandı, maalesef bu konuda canımız önceden de çok yandı. Kocaeli depremini yaşamış birisi olarak ve deprem bölgesi bir vekili olarak bu sorunlara hem dikkat çektik, deprem yıldönümlerinde de basın açıklamaları yaptık ama büyük bir lakaytlık, büyük bir laubalilik gördük.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Bunu Arif Ali Bey HDP olarak Grup Partimizde sorduk. Deprem paraları, deprem vergileri nereye harcandı, maalesef bu konuda canımız önceden de çok yandı. Kocaeli depremini yaşamış birisi olarak ve deprem bölgesi bir vekili olarak bu sorunlara hem dikkat çektik, deprem yıldönümlerinde de basın açıklamaları yaptık ama büyük bir lakaytlık, büyük bir laubalilik gördük. Maalesef bunun bir etkisini de siz yaşıyorsunuz, deprem vergileri şu anda yağmanın, talanın, yolsuzlukların, usulsüzlüklerin bir yürütme tarafından ne yapıldığı belli olmayan bir şekilde belirsiz bir halde, yine bahsettiğiniz husus son derece önemli İzmir’in afet bölgesi olmasının önemine dikkat çekiyorsunuz çünkü böyle hani aperatif yardımlar ile geçici bir tedbir durumu ile bu kalıcı hasarın indirilemeyeceğini, afet bölgesi ilan edilerek maddi, manevi hasarların ancak böyle giderilebileceğini söylüyorsunuz. Biz de bunun takipçisi olacağız, bahsettiğiniz ağır hasar bölgeyi tanımlayabilir misiniz? Bu bölgenin tamamen ikamete kapatılması gereken bölgeyi kastediyorsunuz hem zemin açısından hem de alınan hasar açısından hangi bölgeyi kastediyorsunuz.

Paranız yoksa zemini zayıf, binada oturmak zorunda kalıyorsunuz, diğer tarafların kirası 4-5 bin lira, 15 bin-20 bin olanlar var. Siz en fazla 1500-2000 liralık kira verebiliyorsunuz. 2 bin kira verdiğiniz yerde zemin zayıf. İnşaat usulüne uygun yapılmamış.

Av. Arif Ali Cangı:  Manavkuyu bölgesi Adliyenin bulunduğu bölge. Özkanlar semtine kadar zaten yıkımın olduğu yer, hasarların olduğu bölge, Ankara asfaltından dediğim gibi Osmangazi’ye doğru bir bölgeden bahsediyoruz, mutlaka bu aşamadan sonra gerek merkezi yönetim gerekse İzmir Yerel yönetimi buraya el atması gerekiyor. Yeni baştan zemin etütlerinin yapılması gerekiyor. Hiç hasar görmediğini düşündüğümüz binalarda da öyle bu sarsıntı kimi hasarlara yol açma olasılığı var o nedenle, zayıf olan tehlikeli olan binaların yıkılması gerekiyor. Bana kalsa, öyle bir iradem olsa, öyle bir gücüm olsa, buranın tamamen de binalardan temizlenmesini eskiden olduğu gibi bamya tarlası olmasını tercih ederim, onu öneririm çünkü bir taraftan da gıda krizi yaşıyoruz. Gıda kıtlığı yaşıyoruz ama öbür taraftan da canımız pahasına binalar dikiliyor. Bu yıl olamayacağının farkındayım, Türkiye’de ki politikalar, beklentiler, ne yazık ki toplum beklentilerinde olabiliyor hiç olmazsa bunların genelindeki tüm binaların taranması zemin etütlerinin yapılması ve hasarlı olanlarının yıkılması, yeni bina yapılmaması veya yapılacaksa çok para harcanıp yapılanlar gibi zeminini sağlam atılması gerekiyor siz canınızı koruyacak bir binada oturabilmeniz için zengin olmanız gerekiyor. Paranız yoksa zemini zayıf, binada oturmak zorunda kalıyorsunuz, diğer tarafların kirası 4-5 bin lira, 15 bin-20 bin olanlar var. Siz en fazla 1500-2000 liralık kira verebiliyorsunuz. 2 bin kira verdiğiniz yerde zemin zayıf. İnşaat usulüne uygun yapılmamış. Bir anlamda orta ve alt sınıfları az gelirleri orta sınıfı bir anlamda ölüme terk ediyorsunuz.

İstanbul Kanalı, Kanal İstanbul projesinden vazgeçilse, kaç tane kent kurulur. Ne sorunlar çözülür, nerelere para harcanıyor.

Sosyal devlet olmanın gereği bu, sosyal devletseniz siz, Anayasada yazması yetmiyor, onun eşitliği var, hiç olmazsa insanların sağlıklı barınacakları bir ortama sahip olmalarını sağlamamız gerekiyor. Kimse bize demesin bu devletin gücü yok, mali gücü yok demesin. Nerelere para harcanmıyor? Örnek İstanbul Kanalı, Kanal İstanbul projesinden vazgeçilse, kaç tane kent kurulur. Ne sorunlar çözülür, nerelere para harcanıyor. O nedenle bence toplum olarak bu ihtiyacımızı, bu isteğimizi haykırmamız gerekiyor.

Ölen kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz, yaralı kardeşlerimize acil şifalar diliyoruz, büyük acılar yaşanıyor gerçekten biz uzaktan insanların kurtarıldığı anda büyük sevinç yaşıyoruz, sizler bizle bu sevinçleri yaşıyor

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Arif Ali Bey biz size tekrar çok çok geçmiş olsun diyoruz, ölen kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz, yaralı kardeşlerimize acil şifalar diliyoruz, büyük acılar yaşanıyor gerçekten biz uzaktan insanların kurtarıldığı anda büyük sevinç yaşıyoruz, sizler bizle bu sevinçleri yaşıyor, birisinin cenazesi çıkarıldığında çok üzülüyoruz, gerçekten çok üzücü çok travmatik bir olay, Kocaeli’nde de bunu yaşadık. Yıllarca bu acılar unutulmadı. Maddi ve manevi alanda çok büyük hasarlar oldu, ben sizin yaşadıklarınızı çok iyi anlıyorum özellikle de kardeşlerimizden sizlerle görüşmek istedik, konuyu ayrıntılı anlatmak üzere; programımızın bu bölümünü buradan bitiriyoruz, son olarak bir iki cümle eklemek isterseniz buyurun biz bu hafta da 1. Bölümü bitirmiş olacağız son sözler sizde Arif Ali Bey buyurun.

Av. Arif Ali Cangı: Gölcük depremi göz önüne alındığı zaman.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Bir sıkıntı oldu herhalde. İnternet bağlantılarında biraz sıkıntılar var, bu sıkıntılar ile beraber bu programı yapmak zorundayız. İzmir ve çevresindeki deprem gerçekten bize depremsiz bir hayatın olamayacağını, depremle yaşamak zorunda olduğumuzu hatırlatıyor, kesinlikle depremi unutabileceğimiz bir hayat mevzu bahis değil, biz bunu her yerde görüyoruz. Gereken tedbirler alınmıyor. Buyurun Arif Ali Bey.

Bu binaları yapandan izin verene kadar, denetlemeyenlere kadar herkesin kolektif bir suç ortaklığı var. Bu suç ortaklığının üzerinde durmak gerekiyor

Av. Arif Ali Cangı: Depremler, doğal afetler de oluşan hasarların, mağduriyetlerin bir suçluları var. Aslında kolektif bir suç işleniyor. Bu binaları yapandan izin verene kadar, denetlemeyenlere kadar herkesin kolektif bir suç ortaklığı var. Bu suç ortaklığının üzerinde durmak gerekiyor, tabi bu toplumsal olarak bilinç ile ilgili bir şey, hafızamızı taze tutmamız gerekiyor. Balık hafızalı olmamamız gerekiyor, Gölcük depremini yaşadıktan sonra şimdiye kadar gerek deprem öncesi önlemler gerekse deprem sırasında canını korumaktan arama, kurtarmasına, diğer ihtiyaçların karşılanmasına kadar aslında tam anlamıyla hazırlıklı olmalıydık, tam olmalıydık. Bunun mali kaynakları için vergiler toplandı ancak yine unuttuk. Ne zaman deprem oluyor yine hatırlanıyor. Benim önerim hepimizin hafızamızı taze tutmamız. Bundan sonraki yaşantımızda bu doğal olaylarda iç içe deprem ile yaşayacağımızı gözden kaçırmamız gerekiyor eğer bu ülkede kendi kuşağımız için, çocuklarımızın geleceği için yaşanabilir bir ülke olmasını istiyorsak, yanlış olan şeylere ortak olmamak, yanlış yapanlara itiraz etmek, sessiz kalmamaktan başka bir yol ben bilemiyorum. Hepimize geçmiş olsun gerçekten üzücü bir durum yaşadık umarım ki başta İzmir’de olmak üzere tüm Türkiye’ye hepimize bu yaşadığımız felaket ders olur. Bu olaylardan çok dersler çıkarırız. Teşekkür ederim.

Yapı denetim izni vs. olmadan hiçbir size hizmet vermez ama devlet kendi binası, ki bunun ihalesi nasıl oluyor nasıl bitiyor hep karanlıktır, oralardan irinler akar ve kendi binasının güvenliğini almayan bir devlet ile karşı karşıyayız

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Biz de çok teşekkür ederiz. Bize bu sıkıntılar arasında zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Umarım maddi manevi hasarları bir an evvel atlatırsınız, sıkıntılar biter ve biz de bize düşeni yapacağız, mecliste bu anlattığınız sorunları gündem edeceğiz, sizlere iyi günler diliyorum.

Değerli izleyenler Av. Arif Ali Cangı ile görüştük, kendisi bir hukukçu ve zaten çevre konularına duyarlı, çarpık kentleşmeyi isteyen, takip eden, deprem gerçeğini bilen ve öncesinde de bu uyarıları yapan bir insan ve bahsettiği bölge hem zemin açısından son derece sıkıntılı bir bölge hem de yapılmadaki kalite düşüklüğü açısından son derece kötü bir bölge düşünün devlet özelde bir ev yaptığınız zaman sizden yapı denetim izni vs. olmadan hiçbir size hizmet vermez ama devlet kendi binası, ki bunun ihalesi nasıl oluyor nasıl bitiyor hep karanlıktır, oralardan irinler akar ve kendi binasının güvenliğini almayan bir devlet ile karşı karşıyayız, yapı denetim izni olmadan çalışmaların olmadan başlayan bir bina ile karşı karşıyayız, bunun etrafında olan yapılaşma sonrasında da o sıkıntılı bölgede büyük hasar oluşturduğu bir gerçek ile karşı karşıyayız. Programımızın ilk bölümünü burada bitiyoruz.

Türkiye’de işkence, kötü muamele ve hukuksuzlukları hepimiz takip ediyoruz, kaçırılmalar var, işkenceler var, kötü muameleler var

Programımızın ikinci bölümünde değerli bir konuğumuz var Feray Salman İHOP Genel Koordinatörü. Kendisi ile çok önemli insan hakları konularını konuşacağız. Türkiye’de işkence, kötü muamele ve hukuksuzlukları hepimiz takip ediyoruz, kaçırılmalar var, işkenceler var, kötü muameleler var, en son biliyorsunuz Türkiye gündemine oturdu bunlar, biz zaten insan hakları savunucuları olarak takip ediyoruz. Bir fotoğraf aniden Türkiye gündemine oturdu, cezaevinde bir mahpus tek kişilik bir hücrede hayatını kaybetmişti, bizim için çok yeni bir hadise değildi ama kamuoyu büyük bir şok yaşadı, tek kişilik bakımsız kötü bir hücrede bir mahpus hayatını kaybediyordu ve bu fotoğraf cezaevlerindeki kötü muamele ve işkencelerin bir tablosu oluyordu, yine geçtiğimiz haftalarda Van’dan gelen bir haber helikoptere bindirildikten 3 gün sonra kemikleri kırılmış, Beyin kanaması geçirmiş, iç kanaması geçirmiş 2 kişinin hastanedeki son halinin haberi hepimizi dehşete düşürüyordu ve iki gün öncede Hakkari’de yine 61 yaşında ahırına giderken vurulan bir vatandaşın öyküsü. Bunlar bitmiyor Türkiye’de! Türkiye’de kamu yönetimi ile bireyler karşı karşıya geldiği anda çok önemli ihlaller olabiliyor. İşte bütün bunları konuşacağız, Türkiye gerçeğini konuşacağız. İnsan hakları alanındaki işkence ve kötü muameleler ne durumda? Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin yayınlanan bir raporu var ve bu rapor oldukça önemli hususlara ki iktidarın elinden geldiği tüm çaba ile engellemesine rağmen vurgu yapıyor, biz bu konuları çok değerli bir insan hakları savunucusu ve uzun yıllardır birlikte çalıştığımız insan hakları ortak platformu genel koordinatörü Feray Salman ile konuşacağız, hoş geldiniz.

Bir cezasızlık meselesinin, ki hukukun üstünlüğü meselesinin aslında ne kadar erozyona uğradığını görüyoruz.

Feray Salman: Genel koşullar bakımından baktığımız zaman fena değilim ama içinde bulunduğumuz ve son İzmir’de yaşadığımız 101 kişinin hayatını kaybettiği bir ortamda aslında ruhen iyi olmadığımı söylemem lazım. Bu aslında Türkiye’de son 5 yıldır aslında çok ağır bir biçimde yaşadığımız pek çok şey, aslında bizi ruhen iyi hissetmemizin önüne engel oluyor aslında, hem sizin bahsettiğiniz işkence ve kötü muamele, zorla kaybetme ki kısa dönemde zorla kaybetme meseleleri, bu kadar hani pervasızca işlenebiliyor bu ülkede ama aynı pervasızlık ile aslında Marmara depremi deneyimi varken ve bu kadar bunca bilgi birikimi onun üzerine oturmuş son derece önemli bir bilgi birikimi varken, ranta teslim olmuş bir sistem ile devam ediyor olmanın yarattığı huzursuzluk var, bütün bunlar ile nasıl baş edeceğimize, baş etmeye gayret ediyoruz gücümüzün yettiği ölçüde aslında, hepsinin arka planında baktığımız zaman bir cezasızlık meselesinin, ki hukukun üstünlüğü meselesinin aslında ne kadar erozyona uğradığını da görüyoruz. O nedenle iyiyiz diyemeyeceğim ama biraz iyi hissetmesek iyi olur. İyi hissedilmeyebileceğiniz bir ortam için mücadele etmekten de gurur duyuyoruz onur duyuyoruz. Bunun için sizin çabalarınızı da gerçekten takdir ediyorum ve bir insan haklarını savunan bir milletvekilini mecliste görmekten gerçekten sayıları çok az olduğunu bildiğimiz bir gerçek aynı zamanda bu mücadeleyi devam ettirdiğiniz için meclisin içinde size de taktir etmek gerçekten sağ olun. Bir önceki bölüm ile ilgili bir şey ifade etmek istiyorum, bir yandan şehir plancısıyım dolayısıyla aslında Türkiye’de kent oluşumu az biraz mesleki bir yerden görme şansımız var.

Hak temelli bakış açısı meselesini kent planı ile bütünleştirebiliyor muyuz diye baktığımız zaman bu kadar deprem afet demiyorum. Deprem doğal bir olay ama ortaya çıkan sonuç aslında felaket ve bu felaketler aslında insan eliyle gerçekleştiriliyor.

Tabi bütün bunlara bakınca Türkiye’de ki kent oluşma, kentsel gelişme, kentsel yenileme gibi meselelerin arka planında Arif Beyin de biraz önce ilettiği gibi bir sosyal devlet anlayışı yok, hele hak temelli bir bakış açısı hiç yok. Yani hak temelli bakış açısı meselesini kent planı ile bütünleştirebiliyor muyuz diye baktığımız zaman bu kadar deprem afet demiyorum. Deprem doğal bir olay ama ortaya çıkan sonuç aslında felaket ve bu felaketler aslında insan eliyle gerçekleştiriliyor. Deprem felaketi demekten de kendimi imtina etmeye çalışıyorum. Böyle bir ortamda aslında devletin en temel görevi yaşam hakkını korumak için sadece yasak ile alakalı değil bütün bunlar bakımından da Türkiye’nin sicili çok da temiz değil ama aynı zamanda pozitif yükümlülüğü var, olması gereken bütün tedbirleri alacak, bunu kentsel alana koyduğumuz zaman kent planlamasının arka planında hem bir yandan yurttaşlarının yurttaş olmayanların da kendi egemenlik alanı içerisinde yaşayan herkesin yaşam hakkını korumak ile yükümlü, bu bakımdan baktığımız zaman depremin olma olasılığının olduğu ve sürekli depremlerin olduğu bu depremlerin sürekli kırıklar bölgesinden bahsediyoruz. Türkiye’nin yarı yarıya kırmızı görünüyor. Bu durumda bir kent planının arka planındaki yapacak olan şeylerden bir tanesi yaşam hakkının korunması ile ilgili.

Avukat arkadaşlara, insan hakları savunucularına, hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı var. Bayram Oteli ile ilgili iç hukukun yetmediği ve AİHM’e gidilen davalar var, bunların sonucunda verilmiş kararlar var

Bütün bunların olmadığını görüyoruz, bu anlamda belki bu programı hem İzmir’de ki bu ortaya çıkan felakete ilişkin, arkadaşlara hatırlatmak istiyorum. Avukat arkadaşlara, insan hakları savunucularına, hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı var. Bayram Oteli ile ilgili iç hukukun yetmediği ve AİHM’e gidilen davalar var, bunların sonucunda verilmiş kararlar var, bunların sonucunda sadece müteahhitleri cezalandırmanın yetmediği, müteahhidin böyle davranmasına olanak sağlayacak olan ortama bakılması gerektiğini ve bu ortama bakılmadığı sürece aslında bu tür ihlallerin olabileceğini söyler. Kaldı ki Anayasa Mahkemesi’nin de verdiği bir kararda; aslında tamamen bunun ile ilgili dolayısıyla Türkiye yaşam hakkının korunmak ile ilgili önlemleri almakla görevli öte yandan mahkemelerin verdiği adil yargının verdiği ya da yargının verdiği doğru kararları uygulamalı. O nedenle pek çok açıdan bu felaketi çoğaltan pek çok nedenle karşı karşıyayız buna da bakmak gerektiğini düşünüyorum.

CPT’nin ilk işlevlerinden bir tanesi özellikle kapalı kurumlarda alıkonulma yerlerinde ve diğer kapalı kurumlarda işkencenin, kötü muamelenin insanlık dışı muamelenin cezalandırmanın, ortadan kaldırılmasına katkıda bulunduracak bir ziyaret sistemine sahip ve Türkiye bunu kabul etmiş.

Benim bu programda aslında yer alma nedenlerimden bir tanesi Avrupa İşkenceye karşı Avrupa Konseyi’nin bünyesinde yer alan Türkiye’nin 1989’dan beri aslında onaylayarak yürürlüğe soktuğu bir sözleşmenin denetim organının Türkiye’de ki faaliyetleri ile alakalı. Bu işkence Avrupa İşkencenin ve insanlık dışı ve onur kırıcı muamelenin veya cezanın önlenmesi kalitesi, CPT diye biliyoruz daha çok kullanılıyor, Türkçe kısaltmasından ziyade CPT’yi herkes hemen hemen biliyor bende CPT olarak bahsedeceğim. CPT’nin aslında Türkiye CPT’nin ilk işlevlerinden bir tanesi özellikle kapalı kurumlarda alıkonulma yerlerinde ve diğer kapalı kurumlarda işkencenin, kötü muamelenin insanlık dışı muamelenin cezalandırmanın, ortadan kaldırılmasına katkıda bulunduracak bir ziyaret sistemine sahip ve Türkiye bunu kabul etmiş. Dolayısıyla CPT raporlarının böyle bir Türkiye’nin Anayasa’sının 90. Maddesi itibariyle gayet yetki tanıdığı, AİHM gibi bir verdiği tavsiyelerinin yerine getirilmesi beklenen bir komiteden bahsediyoruz kaldı ki bu komitenin üyeleri o sözleşmeyi onaylamış bütün Avrupa Konseyi üyelerinden bu komiteye üye gider ve Türkiye’nin halihazırda üyeleri vardır.

Hiçbir biçimde ne olağanüstü koşullarda ne de normal koşullarda işkence ve kötü muamelede yapılamaz, devletin de bunu güvence altına almasıdır. CPT’nin rolü devletlerin bunu yerine getirmesinde ona yardımcı olacak bir unsur olarak da tanınmaktadır.

Bu rapor aslında Türkiye’de ki bütün işkenceyi ortadan kaldıracak, işkence insanlık onuruna aykırıdır, başka yerlerde niye insanlık onuruna aykırı bir muameledir? Yasaklardan bir tanesidir, hiçbir biçimde ne olağanüstü koşullarda ne de normal koşullarda işkence ve kötü muamelede yapılamaz, devletin de bunu güvence altına almasıdır. CPT’nin rolü devletlerin bunu yerine getirmesinde ona yardımcı olacak bir unsur olarak da tanınmaktadır. Böyle baktığımız zaman CPT’nin özellikle Olağanüstü Hal ilanından hemen sonra ki Olağanüstü Haller bu tür fiillerin ortaya çıktığı, çıkma potansiyelinin çok yüksek olduğu durumlardır dolayısıyla hızlı bir gelişi olmuş 2016 yılında. Tarihleri de aslında neredeyse 1 ay sonra, Olağanüstü Hal ilan edildikten 1 ay sonra CPT Türkiye’de çeşitli kurumları, kapalı kurumları, Silivri, Ankara’da ki Başkent Voleybol sahası geçici bir gözaltı merkezi olarak kullanıldı, İzmir, Edirne E Tipi Cezaevi’ni ziyaret etmiş ve o dönem 2016’da Türkiye’nin çeşitli sosyal medya araçlarında ve bazı söylemlerde, resmi söylemlerde kötü muamele ve işkencenin olduğuna dair görüntüler seyrettik aslında. Dolayısıyla yakalanan, darbe teşebbüsü iddia edilen kişilerin yakalanma anları, yakalanma sonrası durumları, gözaltındaki durumlarına ilişkin olarak pek çok şey aslında Türkiye’de hepimizin şahit olduğu manzaralardı.

Devlet ancak izin verirse bu raporlar kamuya yayınlanıyor. 3 senedir olan biten olduktan ve sivil gözetimin dışında, denetimin dışında o raporda ortaya çıkan tespitler, herhangi bir biçimde ele alınması mümkün olmadı, OHAL Döneminde de gerek cezaevlerini inceleme yapmak ne kadar zor olduğunu biliyoruz.

2016 yılındaki dolayısıyla böyle bir rapor son derece önemli bir rapordu çünkü aslında tekrar altını çizmek istiyorum Olağanüstü Hal durumunda da işkence yasağından feragat edemezsiniz, dolayısıyla hak olarak uyulması gereken bir yasadır. Suç ne olursa olsun, kim olursa olsun, yakalandığında, yakalanma sırasında ve alıkonulduğunda görmesi gereken muamele bir insana yakışır muameledir, suçu ne olursa olsun, dolayısıyla bütün suç meselesine de yargı bakar ve gerekli cezayı verir başka hiç kimsenin kendi başına bir şey söylemesi, yapması, onu suçlu bulması ve cezalandırması diye bir şey söz konusu olamaz kaldı ki devlet görevlilerinin de bunu işlemesi ağır bir suçtur zaten. 2016 raporunu biz nedense görmüyoruz, devlet aslında 2016 raporunun paylaşılmasına izin vermedi. Ben bir şey hatırlıyorum; 2016’ı OHAL’in tedbirlerini raporlamasına şahit oldum. O dönemde Meclis’in İnsan Hakları Komisyonu devletin izin verdiği bir CPT raporuna ki Abdullah Öcalan’ın koşulları ile ilgili bir CPT raporuydu, geçmişte yapılmış bir rapordu OHAL’den çok önce yapılmış bir rapordu; devletin izni ile açıklanabilen bu raporların karşısında Meclis’in İnsan Hakları Komisyonu’nun üyeleri dediler ki: “Yabancılara bak nasıl tam da zamanında yayınladılar bu raporu.” Aslında devlet izin vermişti o raporun yayınlanmasına. Pek çok manipülasyonu izlemek mümkün. 2016 raporuna hala hükümet yayınlanmasına izin vermedi, daha sonra CPT’nin 2017 yılında 2016’da verdiği tavsiyelerin ve tespit ettiği olguların ve bu olguların üzerinden verdiği tavsiyelerin nasıl yürütüldüğüne dair bir ikinci bir ziyaret yaptı ki bu ziyaret aslında periyodik bir ziyaretti dolayısıyla Türkiye bunu ne zaman yayınladı 2017’de yapılan ziyaretin raporunu? Ki 2017’de teslim edilmiş bir rapordu ki CPT böyle çalışıyor. Devlet ancak izin verirse bu raporlar kamuya yayınlanıyor. 3 senedir olan biten olduktan ve sivil gözetimin dışında, denetimin dışında o raporda ortaya çıkan tespitler, herhangi bir biçimde ele alınması mümkün olmadı, OHAL Döneminde de gerek cezaevlerini inceleme yapmak ne kadar zor olduğunu biliyoruz. İzleme komiteleri zaten lav edilmişti, yerine yeni izleme komiteleri kuruldu, bütün bunlara da baktığımız zaman bir bahane edilebilecek, doğru tedbirlerin alınmasını sağlayabilecek herhangi bir müdahale de mümkün olmadı ki olması gerekirdi çünkü bu aslında kolektif bir çabadır, işkence ile mücadele, siyasi irade çok önemlidir, bu siyasi iradenin yanı sıra ortaya çıkarmak, bu ortaya çıkarılanı siyasi iradenin altında giderebilecek sivil toplumun son derece ve insan hakları örgütlerinin, insan hakları savunucularının önemli bir delili. Dolayısıyla 3 sene önce tespit edilmiş olgular ile karşı karşıyayız 2017 raporunda.

2019 yılı CPT’nin ziyareti daha var, Türkiye’nin 2019 raporunun da yayınlanmasına izin verdi çünkü aslında 2019 CPT raporunun 2017’de verdiği tavsiyeler bakımından nelerin gerçekleştiğini ve nelerin gerçekleşmediğine dair tespitlerde bulundu.

2018 yılında CPT tekrar bir özel amaçlı bir ziyarette bu, özel amaçlı ziyaretlerde ortaya çıkan şikayetlerden de kaynaklı olarak periyodik ziyaretlerinin dışında özel amaçlı ziyaretler yapabiliyor. Bu özel amaçlı 2018 yılında psikiyatri hastaneleri ve sosyal yardımlaşma kurulu ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile ilgili kapalı durumlar ile ilgiliydi bu raporda yok şu an. 2017 raporuna izin verildi 3 sene sonra yayınlandı, 2018 yılındaki rapor bilmiyoruz ne zaman onay verilecek ve kamusal alan ve bizler 2018’de tespit edilmiş sıklıkları görebileceğiz. Fakat şöyle bir şey oldu, 2019 yılı CPT’nin ziyareti daha var, Türkiye’nin 2019 raporunun da yayınlanmasına izin verdi çünkü aslında 2019 CPT raporunun 2017’de verdiği tavsiyeler bakımından nelerin gerçekleştiğini ve nelerin gerçekleşmediğine dair tespitlerde bulundu. Türkiye aynı zamanda bu raporları verirken kendi raporunu da yanıtını da yayınlanmasını verdi. Burada garip olan bir şey var. O kadar Türkiye ile alakalı bir şey ki o kadar bizimle alakalı bir şey ki; CPT’nin yazdığı raporları maalesef ne Adalet Bakanlığı’nda ne ulusal önleme mekanizması olarak yetkilinin bilgiyi Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun sayfasında bulamıyorsunuz, yok! Sanki bu raporlar yok! Sanki Türkiye’de aslında herkes İngilizce bilir ve sanki herkes Türkiye’de Avrupa Konseyi’nin işkenceye karşı komitesinde rahatlıkla bulabilir ve okuyabilir bir şekilde bir algı mı var bilmiyorum asli nedeni şeffaf olmama meselesi bu raporların Türkçe ’ye çevrilmiş olması, çevrilmiş mi bilmiyoruz, kamusal alana ait değil, çevrilmişse bile bunu bana olan sorumluluğu nedeni ile işkence ile nasıl mücadele ettiğini ya da yetki verdiği bir mekanizmanın bulduğu bulguların ne olduğunu benimle paylaşmak zorunda, bir yurttaş olarak bunu bilmeliyim.

2017 raporu 2020’de açıklanıyor, 2018 raporu açıklanmamış, 2019’a izin veriyor, 2020’de artık nihayet açıklanıyor, 2016 zaten ortada yok bir de böyleyken kamusal alanda rapor da yok! Yani gerçekten çok trajikomik bir durum var ortada

Ömer Faruk Gergerlioğlu: 2017 ve 2019 raporları sonunda açıklandı ama Adalet Bakanlığı sitesinde yok! Siz bunu CPT sitesine girip çevirip, oradan edinebiliyorsunuz veyahut da haber ajanslarına yansıdığı kadarıyla kamuoyu bilebiliyor, zaten bu kadar geciktirme var. 2017 raporu 2020’de açıklanıyor, 2018 raporu açıklanmamış, 2019’a izin veriyor, 2020’de artık nihayet açıklanıyor, 2016 zaten ortada yok bir de böyleyken kamusal alanda rapor da yok! Yani gerçekten çok trajikomik bir durum var ortada, çok üzücü gerçekten ağlasak mı gülsek mi bu kadar gizleme çabası, ne diyorsunuz bunlara

Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nin sunduğu raporlar var, yolsuzluk raporları var, yolsuzluk ile mücadele raporları, ben bu raporların farkında değilsem, ben bu raporları bilmiyorsam, ben bu ülkede devletin yolsuzluk ile mücadele etme bakımından ne yaptığını, nasıl tepkiler aldığını, nelerin boşlukta kaldığını bilmiyorsam aslında beni yurttaş olarak kabul etmiyor anlamına gelir.

Feray Salman: Bu aslında bir yandan incitici bir şey aslında. Biz insan hakları meselesini nasıl tanımlarız, insan haklarında görevli, insan haklarını tesis etmek ile, insan haklarını ihlal etmemek ile insanların haklarının ihlal etmemekle yükümlü bir görevliler vardır ki kamu idaresi gücü elinde bulundurandan, kaynakları elinden bulunduranlara bahsediyoruz. Bir de siz gibi ben gibi bu ülkede, dolayısıyla kamu idaresinin aslında af örgütlerini hak öznesi olarak görmesi gerekiyor ama bu raporların gizlendiği sürece bu raporlara ilişkin olarak sadece bu raporlara değil pek çok şeye aslında, Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nin sunduğu raporlar var, yolsuzluk raporları var, yolsuzluk ile mücadele raporları, ben bu raporların farkında değilsem, ben bu raporları bilmiyorsam, ben bu ülkede devletin yolsuzluk ile mücadele etme bakımından ne yaptığını, nasıl tepkiler aldığını, nelerin boşlukta kaldığını bilmiyorsam aslında beni yurttaş olarak kabul etmiyor anlamına gelir. Ben bir yurttaş değilim, devlet bana ne söylerse onu kabul etmek ile mükellef bir varlık haline dönüşüyorsunuz. O nasıl bir varlık bilmiyoruz. Bu topraklarda yaşayan, bu topraklarda doğmuş olan, bu topraklarda hayatını idame ettirecek olanlara karşı bir sorumluluk duymadığı, dolayısıyla asıl zincir bu deprem meselesi de böyle. Yani oraya nasıl izin veriliyor, o müteahhide nasıl olanak sağlanıyor? Oradaki yolsuzluk ile nasıl mücadele ediliyor, bu yolsuzluğu yapanların kamu ihalesinin içerisinde yer alanlar dahil olmak üzere nasıl cezalandırıldığını bana söylemesi lazım ki ben rahatlıkla bir yurttaş olarak bir hak öznesi olarak bu ülkede güvenli yaşadığımı, sağlık içerisinde yaşayacağımı, yoksulluktan uzaklaşacağımı, kaynaklara erişimin mümkün olacağını bileyim, aslında mesele böyle bir mesele.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Büyük bir sistem meselesi olduğunu söylüyorsunuz, eğer ki millet kendisini yönetsin diye bir intikam idaresi ile oluşturmuşsa, adil, eşitlikçi, demokratik bir şekilde yönetim olmalı ama böyle olmadığını görüyoruz ve hayatımızın her yerine yansıyor. Deprem oluyor, binalar başımıza yıkılıyor, yangın oluyor bakıyorsunuz büyük zararlar görüyoruz, ormanlarımız yanıyor kamu idaresinin hatalarından ve en önemlisi de devletin çok güçlü olduğu alanda vatandaş ile karşı karşıya geldiği alanda kaçırılmalar işkenceler kötü muameleler en vahim haller olarak karşımıza çıkıyor. Peki Feray Hanım raporun içeriği konusunda neler dersiniz? Raporun içeriğini konuşmak gerekiyor, ayrıntılı çok önemli 3 yıl sonra açıklanan bir raporun içeriği gerçekten çok çok önemli biz haftalardır programı sizinle yapmak istiyoruz. Türkiye’de gündem değişiyor biliyorsunuz, içeriği konusunda neler biliyorsunuz? Son yaşanan olaylar biliyorsunuz, biz insan hakları savunucuları biliyorsunuz, işkence, kötü muamele ama bir anda tüm Türkiye toplumu bu olaylar ile ilgileniyor. Bakıyorsunuz Van’da 2 kişi helikoptere bindiriliyor, sonra perişan bir şekilde bulunuyor. Gümüşhane Cezaevi’nde bir mahpus sonu böyle cenazesi bulunuyor, şok edici fotoğraflar, ne diyorsunuz, rapor neler diyor?

2016’da verilen bazı uygulamaların ve tavsiyelerin anlaşılan o ki; şöyle 30 günlük gözaltının kısaltılmış olması, avukata erişilmesi bakımından 2017’de ki bulgular 2016’nın gerçekten vahim olduğunu söylüyor

Feray Salman: Aslında tabi bütün bunları belki 2017 çünkü 2016’nın üzerine kurulu bir rapor ve 2016’da verilen bazı uygulamaların ve tavsiyelerin anlaşılan o ki; şöyle 30 günlük gözaltının kısaltılmış olması, avukata erişilmesi bakımından 2017’de ki bulgular 2016’nın gerçekten vahim olduğunu söylüyor aslında. 2016’yı okuyoruz aslında.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: 2016 zaten çok çok vahim olduğu için açıklanmasına izin verilmedi çok vahim bir tablo var 2017 biraz hafiflese de yine de çok vahim.

2017’de polis nezareti altında bulunan, yani polis karakollarında bulunanlar bakımından özellikle alıkonulan kişilerden çok sayıda işkence şikâyeti alınmış yani fiziksel olarak kötü muamele bulunduğuna dair böyle tarifliyor işkenceye karşı komite

Feray Salman: Öyle görünüyor, CPT aslında 2017’de bazı epeyce ziyarette bulunmuşlar, Ankara, Batman, Diyarbakır, İstanbul, Siirt, Trabzon’da ki il Emniyet Müdürlükleri bunların gözetiminin altındaki polis karakollarına bakmışlar. İstanbul ve İzmir’de ki geri gönderme merkezlerine bakmışlar, Batman, Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Siirt ve Trabzon’da ki cezaevlerini ziyaret etmişler. Dolayısıyla bütün bunlar bakımından birkaç başlık altında gidersek 2017’de polis nezareti altında bulunan, yani polis karakollarında bulunanlar bakımından özellikle alıkonulan kişilerden çok sayıda işkence şikâyeti alınmış yani fiziksel olarak kötü muamele bulunduğuna dair böyle tarifliyor işkenceye karşı komite çok fazla şikayet almış, bu şikayetlerin büyük bir kısmı yakalama sırasında kullanılan aşırı güç kullanımı ile alakalı imiş. Alıkonulan pek çok kişinin büyük bir kısmı itiraf elde etmek veya bilgi almak amacıyla ya da bir ceza olarak kolluk durumlarında fiziksel kötü muameleye maruz bırakıldıklarını iddia etmişler, komite üyelerine.

Alıkonulan bazı kişiler polis memurlarının şok cihazlar kullanarak kendilerine elektrik verildiğini de iddia etmişler, bütün bunlara bakınca neleri hatırlıyoruz aslında? Biz 1990’larda benzer iddiaları hatırlıyoruz.

Alıkonulan bazı kişiler polis memurlarının şok cihazlar kullanarak kendilerine elektrik verildiğini de iddia etmişler, bütün bunlara bakınca neleri hatırlıyoruz aslında? Biz 1990’larda benzer iddiaları hatırlıyoruz, dolayısıyla işkenceye 0 tolerans söylemi altında da oluyor. Bir şey daha bunları dinlerken bir şeyi daha hatırlayalım; Olağanüstü koşullarda işkence yapmak yasaktır. Telafi edilemeyecek bir yasaktır, bütün bunlar aslında işkenceye 0 tolerans ile alakalı alınmış tedbirlerin, yeterince kurumsal bir yapıya bürünmediğini ve işkenceye müsaade etmeyecek hangi koşullarda olursa olsun, kim olursa olsun, işkence yapmayacak bir kültürün oluşmadığını gösterir aslında. CPT bazı vakalara bakmış, o vakaların ne olduğunu bilmiyoruz çünkü CPT bu raporu yayınlarken ayrıntılı olarak vaka vaka vermiyor, bazı örnek vakaları çıkarıyor ama arkasında kocaman bir yığıntı var bunları da deşifre etmiyor, bu prensiplerinden bir tanesi. Bazı vakalarda iddia edilen kötü muamelenin işkence kabul edilecek ağırlıkta ve şiddette olduğunu görmüş, 2017’de. Siz düşünün 2016’yı! Psikolojik sözlü taciz, özellikle alıkonulan kadınlara yönelik şikayetlerin çok olduğunu belirtiyor ve dolayısıyla CPT diyor ki: “Bu en üst düzeyde, siyasi irade tarafından çok güçlü ve çok kesin mesajların verilmesi gerek.” Yani buna Cumhurbaşkanı’nı kastediyor, bunun hiçbir biçimde kabul edilemez olduğunu, her kim yaparsa yapsın cezalandırılacağını içeren mesajların verilmesi gerekir. Oysa diyor bir yerinde raporun 2019  raporunda saptamış, 2019 raporu ile 2017 raporu birbiri ile eşleşiyor, 2019 raporunda da diyor ki: “Bazı Bakanlık görevlilerinin üst düzey bakanlar ve görevlilerinin söylemleri maalesef bu 0 toleransı söyleminin tersine bir bu tür belirli kişilere karşı işkence yapılabileceğine ilişkin bir mesaj olarak algılanabilir dolayısıyla bundan vazgçmek gerekir ve işkencenin yasak olduğunu, işkence ve kötü muamelenin yasak olduğunu yüksek sesle tekrarlamak gerekir.” bunu hem 2017’de güçlü bir şekilde söylüyor hem 2019 raporunda söylüyor, demek ki aslında hani bütün bu süreç içerisinde de bu güçlü mesajın gelmediğini görüyoruz.

OHAL Döneminde Kanun Hükmünde Kararnameler ile sadece OHAL’e özgü olarak bazı gözaltı koşulları değiştirildi, usuller değiştirildi, farklı usuller uygulandı, tabi 2017 raporunda aslında bunun ne kadar uzun olduğunu söylüyor

Alıkonulma koşulları ile ilgili olarak hem OHAL Dönemindeki geçici OHAL Döneminde Kanun Hükmünde Kararnameler ile sadece OHAL’e özgü olarak bazı gözaltı koşulları değiştirildi, usuller değiştirildi, farklı usuller uygulandı, tabi 2017 raporunda aslında bunun ne kadar uzun olduğunu ama bu uzunluğa karşı gözaltı, hem bunların aslında standartlarının ötesinde olduğunu aynı zamanda karakolların ziyaret ettikleri karakolların kişileri 24 saatten daha fazla o tür mekanlarda tutmanın aslında kötü muameleye denk gelebileceğini söyledi, dolayısıyla polis karakollarında gözaltına alınan kişilerin temiz havaya, ışığa, sahip olmasını, güvence altına alması gerekir çünkü kapalı kurumlarda bütün bunların yapılması aslında kötü muameleye yol açardan hareketle ki standartlar da bunu söylüyor zaten, Türkiye’nin de kabul ettiği standartlar bunlar, dolayısıyla 24 saatten uzun alıkonulma süreleri için karakolların hiçbir biçimde uygun olmadığını söylüyor ziyaret ettiklerinde ve yapısal sorunları var diyor. Şimdi 2019’a bakalım dolayısıyla buralarda doğal ışığa erişim yok, çok sınırlı erişim gibi bir egzersiz yapma olanağının olmadığı 2017’de özellikle bir hücreye bu kadar kapalı bir ve uygun olmayan koşullarda birden fazla insanın tutulduğunu, bunun da aslında dolayısıyla kötü muameleye tekabül edecek bir sonuç yarattığını söylüyor aslında. Bazen çünkü şöyle bir şey olmuş; 7 metrekarelik bir hücrede 4 kişinin tutulduğu bulgulara rastlamış, tespit edilmiş. Dolayısıyla bunların da aslında insanlık dışı kötü muameleye denk düştüğünü söylüyor ve dolayısıyla Türkiye’ye aslında bu tür koşullarda 14 güne kadar 30 günden 14 güne indirildi 2017’nin başında zorlamalar ile ve Avrupa Konseyi ve farklı komitelerin zorlamaları ile 14 gün düşürülmüştü, bu 14 günün de fazla olduğuna bu 14 günün doğru dürüst uygulanması gerektiğine ve bunun aşılmaması gerektiğine dair önergelerde bulundu.

OHAL ilan edildikten sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde bir gözaltı odasında daha sonra dosyadan çıkan kamera görüntüleri ile Gökhan Açıkkollunun nasıl böyle üst üste 5-6 kişinin böyle bir ağıl gibi bir ortamda kaldığını ve orada şeker hastası bir öğretmenin kalp krizi geçirerek vefat ettiğini biz görüntülerde izledik

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Bahsettiğiniz konu son derece önemli, CPT raporları 3 yıl gizlense de biz hani bir devlet kazası oldu herhalde ki gözaltı merkezlerinde ölen insanların nasıl öldüğünü bile, nasıl orada insanlık dışı koşullarda kaldığını bile gördük, biliyorsunuz. OHAL ilan edildikten sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde bir gözaltı odasında daha sonra dosyadan çıkan kamera görüntüleri ile Gökhan Açıkkollunun nasıl böyle üst üste 5-6 kişinin böyle bir ağıl gibi bir ortamda kaldığını ve orada şeker hastası bir öğretmenin kalp krizi geçirerek vefat ettiğini biz görüntülerde izledik, hepimiz izledik, dehşet içinde izledik. O üstü örtülmeye çalışılan halin bir kazara ortaya çıkmış görüntüsü ile aslında CPT’nin ne kadar önemli bir iş yaptığını anladık, ne kadar önemli bir işin üstünün örtülmeye çalışıldığını anladık, burada böyle bir devreye girmiş olayım, sözü size bırakayım.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun aslında bir işkenceyi önleme görevi var, hem Birleşmiş Milletlerin işkenceye karşı sözleşmesi uyarınca hem de aslında Avrupa Konseyi’nin ilgili sözleşmesi uyarınca, aslında bu görevi onun yapması gerekiyor yani ya da CPT’nin yaptığı bu raporun ardında ki eminim görmüşlerdir, biz görmedik

Feray Salman: Burada bir şeyi daha hatırlamak gerekiyor, Türkiye’de biliyorsunuz insan hakları ulusal insan hakları kurumu, kuruluşları Paris prensiplerine uygun olduğu, sürekli olarak ısrarla iddia edilen kurum. OHAL Dönemi’nde pekişti. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun aslında bir işkenceyi önleme görevi var, hem Birleşmiş Milletlerin işkenceye karşı sözleşmesi uyarınca hem de aslında Avrupa Konseyi’nin ilgili sözleşmesi uyarınca, aslında bu görevi onun yapması gerekiyor yani ya da CPT’nin yaptığı bu raporun ardında ki eminim görmüşlerdir, biz görmedik ama 2016’yı 2017’yi bu kadar geç gördük ama pek çok kamu kuruluşu bu raporların farkında, Adalet Bakanlığı başta olmak üzere. TİHEK’te Adalet Bakanlığı’nın bu anlamda yakın iş birliği içerisinde olması gereken, ya da görmesi gereken, bakması gereken, izlemesi gereken bir örgüt aslında kamu kurumu olsa da. Öyle bir şeyi yaptığını görmüyoruz. Atamaları da gecikti. Yeni atamaları gelişti, zaten bağımsız bir yapısı yok, şimdi bizim CPT raporlarını diyelim ki; Bakanlıklar bunu yayınlamadılar, yayınlanmasına izin vermediler, yayınlanmasına izin verildiği andan itibaren onu insan hakları ortak platformunun çevirmesi değil, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun çevirmesi beklenirdi ve Türkiye’nin yanıtlarının da çevrilmesi gerekirdi ve bu yanıtların aslında ne kadar orada tespit edilen bulguları giderdiğini, gerçek anlamda yapısal problemleri giderecek hangi önlemlerin alındığını ya da alınmadığını tespit edip onu üzerinden yürümesi gerekirdi aslında. O gayreti bulmayınca, o gayreti görmüyoruz, yapıyorlar mı bilmiyorum. Yapıyorlarsa yazmaları lazım, yapıyorlarsa gerçekten web sitelerinde ne yaptıklarını, nasıl çalıştıklarını, bu eksiklikleri giderecek hangi tavsiyelerde bulunduklarını açıkça yazabiliyor olmaları lazım.

CPT: “2015’de ziyaret ettim bu ziyaretten bu yana alıkonulan göçmenlere ilişkin rejimin değişmemiş olmasından dolayı kaygı duyuyorum.”

Dolayısıyla böyle bir şey var. Şimdi bu biz hep tabi bu ülkede CPT’de bunu taktir ile karşılıyor, Türkiye’nin özellikle mülteciler meselesinde ki sınırlarını açmış olmasını, bu kadar mülteciye ev sahipliği yapıyor olmasını çabalarını taktir ile karşılıyor fakat şimdi onlar bakımından da geri gönderme merkezleri çok büyük problem taşıyor. İşkence ve kötü muamele bağlamında diğerlerini bir tarafa bırakıyorum pek çok sorun yaşanıyor aslında ama şimdi diyor ki: “2015’de ziyaret ettim ben.” 2017 raporundan okuyorum size: “2015’de ziyaret ettim bu ziyaretten bu yana alıkonulan göçmenlere ilişkin rejimin değişmemiş olmasından dolayı kaygı duyuyorum.” Diyor, bunun anlamı şu bizim 2015 raporu Türkçe mi? Değil. 2015’e dönmemiz lazım, 2015’de ne tespit ettiğine bakmamız lazım, yayınlayıp yayınlamadığını kontrol etmedim açıkçası, dolayısıyla dönüp bakacağım programdan sonra, endişesini ifade ediyor. Diyor ki: “Esasen ziyaret edilen tüm kurumlarda bulunan yabancıların çoğu Türkiye’de ki cezaevlerinde mahpuslara uygulanan rejimden çok daha kısıtlayıcı bir rejime tabi tutulmuştur. Yabancıların çoğu günün büyük bölümünde odalarında kilit altında tutulmuş ve herhangi bir dinlence faaliyetinde bulunma imkânı elde edememişlerdir.” Bu inanılmaz ağır bir cümle.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Cezaevleri kötü, ama geri gönderme merkezleri ondan da kötü.

Atatürk Havalimanı Transit bölgesinde, ülkeye kabul edilmeyecek kişiler, yolcular bakımından bir alıkonulma mekânı var. Bu mekânda hiç doğal ışığa erişim yok ve açık hava ile ilgili bir şey yok, çünkü bunlar biraz önce sizin ifade ettiğiniz havasız kalma, bir yandan fiziksel sonuçlar yaratırken bir yandan ruhsal sonuçlar yaratıyor

Feray Salman: Ziyaret ettikleri bakımından söylüyor bu raporu, herkes bakınca görür. Özellikle İzmir Harmandalı ve Işıkkent Geri Gönderme Merkezleri’nde açık havada egzersiz imkanını erişimi ile ilgili pek çok sorun yaşandığını söylüyor. Küçük küçük örneklerde veriyor. Orada bir anda refakatiz çocuklar bakımından göç idaresinin aldığı bazı tedbirler var, bu çocukları geri gönderme merkezlerinde tutmama bakımından bunu taktir ederken, bu girişimi ama ebeveynleri ile yaşayan bakımından yani geri gönderme merkezinde ebeveynleri ile olan çocuklar bakımından ise aslında o çocukların ruh sağlığına zarar verebilecek ciddi olumsuz psikolojik sonuçlara sebebiyet verebileceği bir yaşam ortamının var olduğunu söylüyor. Bu kapalı kalma, kilitli kalma, açık hava egzersizinin olmaması, çocuklar bakımından özen gösterilmemiş olmaması, çocuğun yüksek yararının buralarda hiç devreye girmemiş olması meselesinin çocuklar bakımından da çok ağır sonuçları olabileceğini düşünülüyor. Dolayısıyla ve uzman eksikliğinden bahsediyor, bir sürü yapısal sorundan bahsediyor; İstanbul Atatürk Havalimanı Transit bölgesi ki aslında Türkiye’de mülteci hakları ile uğraşan arkadaşlarımız ve avukatlarımız ve sivil toplum örgütleri bunun altını çok çizmişlerdi, benzer bir saptamayı CPT de yapıyor. Bu Atatürk Havalimanı Transit bölgesinde, ülkeye kabul edilmeyecek kişiler, yolcular bakımından bir alıkonulma mekânı var. Bu mekanda hiç doğal ışığa erişim yok ve açık hava ile ilgili bir şey yok, çünkü bunlar biraz önce sizin ifade ettiğiniz havasız kalma, bir yandan fiziksel sonuçlar yaratırken bir yandan ruhsal sonuçlar yaratıyor, ışığa hiç erişmemenin yarattığı pek çok ruhsal sorun ve fiziksel ortaya çıkarabileceği fiziksel sorunlar var dolayısıyla bunlar bakımından bu odalarda herhangi bir biçimde değişiklik yapılmamış olmasının 2015’de verilmiş olan tavsiyelerinin yerine getirilmemiş olmamasından, altını çiziyor ve bunların uygun hale getirilmesi bakımından önerisini tekrarlıyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Değişen bir şey olmamış diyor yani.

CPT: “Sadece son yıllardaki ülkedeki cezaevinin nüfusunun katlanarak artmasından değil, aynı zamanda bu sayının Türk makamları tarafından tahmin edildiği gibi önümüzdeki yıllarda artmasından dolayı endişelerini de dile getirmek ister.”

Feray Salman: Değişen bir şey olduysa da bu değişen şeyler, yapısal olan sorunları işkence ve kötü muamele sonucu doğurabilecek durumları ortadan kaldırmadığını söylüyor açıkçası. Dolayısıyla, şimdi cezaevleri ile ilgili baktığımız zaman cezaevlerinde özellikle ona hepimiz şahit olduk aslında izledik, baktık, rakamlarını topladık, şikayetler yansıdı medyaya, kalabalıklık sorunu aslında. Bu hani diyor ki CPT: “Sadece son yıllardaki ülkedeki cezaevinin nüfusunun katlanarak artmasından değil, aynı zamanda bu sayının Türk makamları tarafından tahmin edildiği gibi önümüzdeki yıllarda artmasından dolayı endişelerini de dile getirmek ister.” Diyor. Dolayısıyla azaltmaya yönelik bir şey olmaktan ziyade Türk yetkililer 2017’ de demişler ki: “Dahası var bunun.” Özellikle hani aslında buna karşı Türk yetkililerinin verdikleri yanıt da CPT bakımından yeterli bulunmamış. Yeni cezaevleri açacağız ki var programda biliyoruz, 2021 yılı itibariyle 228 yeni cezaevinin inşa edilmesi gibi bir bilgiyi vermişler, CPT’ye ya da bu farklı tahliye, adli kontrol, toplum yararına çalışma gibi tedbirlerin aslında yetersiz olduğunu söylüyor, çünkü diyor: “ Tutuklu sayısı cezaevlerindeki tutuklu sayısı, sen bunlar ile ilgilenmediğin sürece ve bunu aslında tutuklular ile ilgili Avrupa Konseyi’nin Bakanlar Komitesi’nin tavsiyelerine uygun bir biçimde bunu yönetmediğin sürece tutukluluk meselesini ne yeni cezaevleri ne de bu tür şeyler bu sorunun yapısal olarak çözülmesine katkıda bulunmaz.” Diyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Yani 2017 yılında sanırım 5 yıl içinde 228 cezaevi yapacağız, vaadi var. O rakamı hatırlıyorum ama CPT yetkilileri tutukluluk şartlarının pek düzelecek gibi olmadığını raporlamışlar diyorsunuz.

CPT mahpus başına en az 4 metre kare yaşam alanının bulunmasını sağlamak için mutlaka tedbir almak lazım ve hukuki statüleri, kendilerine isnat edilen suç ne olursa olsun tüm mahpuslar için aktivite rejiminin önemli ölçüde iyileştirmek amacıyla acil önlemler almasını tavsiye ediyor.

Feray Salman:  Evet raporlarmışlar ve diyor ki: “Komite Türk makamlarını Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin ilgili tavsiyeleri ve komitenin son ziyaret raporunda sunduğu ayrıntılı görüşler doğrultusunda; 2016 raporu, cezaevlerinde nüfus enflasyonunu azaltmak için eylemlerde bulunmaya ve aşırı kalabalıklaşma sorununu ortadan kaldırmak için çabalarını yoğunlaşmaya davet eder ayrıca yürütülen politikaların tam olarak anlaşılmasını ve desteklenmesini sağlamak, böylece yargılama öncesinde gereksiz alıkoymalarda ve ceza uygulamasından kaçınmak için savcılık ve yargı makamları nezdinde eğitim de dahil olmak üzere uygun önlemler alınmalıdır.” diyor. 2019 raporunda bunu görmüyoruz. Bu tavsiyeler tekrar ediyor aslında. Bu tabi koğuşlarda mahpus başına en az 4 metre kare yaşam alanının bulunmasını sağlamak için mutlaka tedbir almak lazım ve hukuki statüleri, kendilerine isnat edilen suç ne olursa olsun tüm mahpuslar için aktivite rejiminin önemli ölçüde iyileştirmek amacıyla acil önlemler almasını tavsiye ediyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Mahpus için 4 metre kare yaşam alanı kastediyor değil mi?

İstanbul hukukunu üretmiş bir bilgi birikimi, aklı ve deneyimleri ile Birleşmiş Milletlerin İstanbul Protokolü’nü kabul etmiş kabul edilmesini sağlamış bir ülkeyiz

Feray Salman: Bulunduğu yatakhanesinde öyle. Şimdi sağlık hizmetleri için pek çok soruna el atıyor. Bu ülke İstanbul hukukunu üretmiş bir bilgi birikimi, aklı ve deneyimleri ile Birleşmiş Milletlerin İstanbul Protokolü’nü kabul etmiş bir ya da orada hani kabul edilmesini sağlamış bir ülkeyiz biz. Öyle bir bilgi deneyimimiz, eğitimli, donanımlı insanlarımız var bizim ama bütün bunlara rağmen aslında sistemin bunu sürdürülebilir kılabilmesi gerekirken aslında, sürdürmüyor olması çok önemli. Sağlık hizmetleri ile ilgili hem doktor hem de hemşire eksikliğinden endişe duyuyor ama aynı zamanda da aslında bu tür muayenelerin aslında doktor sağlık muayenelerinin sistemsiz olmasında, o mahpusun hastalıklarına duyarlı olan bir tedavi sisteminin uygulanmamasından bahsediyor. Aynı zamanda da aslında gördükleri muameleyi de sadece cezaevlerinde değil polis karakollarında da aslında yakalandıktan sonra götürdükleri sağlık hizmetleri, sağlık merkezlerinde çoğu kez 2017 yılında kolluk kuvvetlerinin doktorun yanında yer aldığı bir uyarı var. Bu pratikten vazgeçilmişti diye biliyoruz biz ama anlaşılan o ki o pratiklerin hepsi aslında bir tarafa bırakılmış ve uygulamaların hepsi bir tarafa bırakılmış. Tabi komite aslında diyor ki; pek çok sorun var, bu programı dinleyenlerin, bu raporu merak edenlerin girebilecekleri bir site var orada bulacaklar her iki raporu da hem 2017 hem 2019’u.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Açık adresini verebilirsek izleyenlerimizi, bu raporları Türkçe olarak nereden bulabiliriz?

https://www.insanhaklariizleme.org adresine girdiğiniz zaman o yaklaşık 1800’e yakın dokümanın bulunduğu yerde ‘CPT’ araması yapın hemen bu raporlara erişeceksiniz.

Feray Salman: https://www.insanhaklariizleme.org diye bir ve biz bu veri tabanında aslında devletin yapması gereken bir görevi üstlenmiş durumdayız. Mümkün mertebe elimizdeki olanaklar el verdiği ölçüde bu tür raporları, bizi ilgilendiren, ülkemizi ilgilendiren, ülkemizde yaşayan hak öznelerini ilgilendiren raporları, standartları, tavsiyeleri Türkçe ‘ye çevirmeye gayret ediyoruz, orada bulacaklardır. Yani internette yazılma biçimi ile ben dümdüz okuyorum. https://www.insanhaklariizleme.org adresine girdiğiniz zaman o yaklaşık 1800’e yakın dokümanın bulunduğu yerde ‘CPT’ araması yapın hemen bu raporlara erişeceksiniz. Arkadaşlar bunu bulabilirler. Şimdi aslında bu raporda tabi aynı zamanda bu raporlarda ulusal önleme mekanizmalarına da bir çağrı var ve CPT diyor ki: “ Türk makamlarının yeni ulusal önleme mekanizmasını” TİHEK’ten bahsediyor çünkü Türkiye İnsan Hakları Kurumu böyle bir kapalı danışma süreçlerinin ardından Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu olmuştu ama hani ulusal önleme mekanizması da onun içerisinde yer aldı.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Toparlayabilirsek Feray Hanım programımızın süresi itibariyle.

İşkenceye 0 tolerans sadece söylemde kalamaz. 0 toleransı gerçekleştirmek için hem Anayasa’nın sağladığı hem Anayasa’nın 90. Maddesi ile sahip olduğunuz bütün standartları hayata geçecek önlemleri tedbirleri alacak

Feray Salman: Bu raporlar derin raporlar. Burada önemli olan şey şu:

1-) 0 tolerans sadece söylemde kalamaz. 0 toleransı gerçekleştirmek için hem Anayasa’nın sağladığı hem Anayasa’nın 90. Maddesi ile sahip olduğunuz bütün standartları hayata geçecek önlemleri tedbirleri alacak, buna kaynak yaratacak ve sivil toplumunun gözetim mekanizmaları, sivil gözetimi gerçek anlamda hayata geçirecek tedbirlerin alınması ile işkenceye 0 telorans söz konusu olabilir. Dolayısıyla ve 0 tolerans söylemi verildikten sonra asla bunun incinmemesini sağlamak gerekirdi bu da epeyce hepimize düşüyor. Siyasi iradeye, kaynakları, gücü ellerinde bulunduran, kapalı kurumların yönetimlerini elinde bulunduran bunlar konusunda adalete erişim meselesinde yargının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin oradaki her bir meclis üyesinin sadece insan hakları komisyonunun değil ama her bir meclis üyesinin işkenceye 0 toleransın nasıl gerçekleşeceğine dair gözleyici olması, denetleyici olması gerekiyor ve yurttaşların da öyle.

Biz ilkesel ve kavramsal olarak işkenceye karşıyız ve hiçbir şekilde yürütmeyi, kamu idaresini elinde tutanların işkence yapma ve üstünü örtme yapma yetkisi olmamalı, normal bir demokraside hukuk devletinde bunların olmaması gerekiyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Anlaşılan işkenceye 0 tolerans ile ilgili yürütmenin ve maalesef yürütmenin hâkim olduğu meclisin komisyonunun öyle bir faaliyetini göremiyoruz. İşkence vakaları maalesef ne kadar üstü örtülmeye çalışılsa da STK raporları, baro raporları ve CPT raporları ile ortaya çıkıyor ister istemez. Gerçekler, biz bunları mecliste gündeme getirdiğimizde Feray Hanım yürütme yetkilileri rahatsız oluyorlar ama şunu unutuyorlar yarın öbür gün onların başına gelse biz yine insan hakları savunucuları olarak onlara da karşı çıkacağız. Biz ilkesel ve kavramsal olarak işkenceye karşıyız ve hiçbir şekilde yürütmeyi, kamu idaresini elinde tutanların işkence yapma ve üstünü örtme yapma yetkisi olmamalı, normal bir demokraside hukuk devletinde bunların olmaması gerekiyor. Çok teşekkür ediyoruz. Çok önemli çok derin bir konuyu, çok önemli bir raporu bize özetlemeye çalıştınız, gözaltı merkezleri, geri gönderme merkezleri ve cezaevlerinden bahsettiniz, çok önemli bilgiler verdiniz. İzleyenlerimize düşen aslında raporu ayrıntılı bir şekilde incelemek. Böyle sadece uzmanından dinleme ile kalmayalım, Feray Hanım adresi verdi: https://www.insanhaklariizleme.org adresinden CPT araması yaparsanız CPT raporunu bulabilirsiniz değerli izleyenler. Ayrıntılı bir şekilde okumak tüm vatandaşların hakkıdır, okuması gerekir, ne oluyor? Ne bitiyor? Neden bu raporlar açıklanmak istenmemiş? 2016 raporu açıklanmamış, 2017 raporu neden 3 yıl sonra açıklanmış? İşte böyle derine inerek ortamı ülkeyi anlamak için bu raporları okumak gerekiyor. Çok teşekkür ederiz Feray Hanım bize zamanınızı ayırdınız, çok değerli bir özet yaptınız ve çok değerli bir iş yapıyorsunuz. İnsan Hakları Ortak Platformu’nda yıllardır sizi biliyoruz, tanıyoruz, beraber çalıştık yıllarca. Çok önemli değerli işler yapıyorsunuz, programımıza katıldığınız için çok teşekkür ediyoruz. Elinize, yüreğinize sağlık diyoruz ve size hoşça kalın diyoruz efendim.

Feray Salman: Ben teşekkür ederim, iyi çalışmalar, iyi yayınlar, yolunuz açık olsun.

Ömer Faruk Gergerlioğlu: Çok teşekkür ederim, çok sağ olun. Değerli izleyenler bugün de programımızın sonuna geldik, iki önemli konuğumuz vardı, İzmir’e bağlandık Av. Arif Ali Cangı bize İzmir’de ki insan eliyle oluşturulmuş felaketi anlattı işin doğrusu, doğal bir olayı nasıl olur da önleyemediğimiz ve bizim elimizde bir felaketin nasıl ortaya çıktığını açıkladı, insan eliyle onun nasıl olduğunu açıkladı

Yine ikinci bölümünde de çok değerli insan hakları savunucusu Feray Salman İnsan Hakları Ortak Platformu Genel Koordinatörü bize 2017-2019 CPT raporlarının özetini verdi. Derin çok önemli detaylı raporlar bunlar, nereden ulaşabileceğinin adresini de verdi, biz de buna aracılık ettik, 2 değerli konuğumuza da çok çok teşekkür ediyoruz, haftaya salı günü saat 21.00’de buluşana kadar hepinize iyi geceler diliyorum, hoşça kalın.