Hatırlanacaktır 10 yıl önce Türkiye-Suriye dostluk gösterileri..! Eşleriyle birlikte tatil yapan Erdoğan ve Esed görüntüleri..! Ortak Bakanlar Kurulu ve ortak basın toplantıları…! Vizesiz geçişler, Futbol maçları, İstanbul-Şam romantik gezileri..!


Böyle bir tablo karşısında hangimiz, gelinen bu noktayı tasavvur edebilirdik? Emevi Camii’nde Cuma namazı kılmak üzere Suriye topraklarına rejimi devirmek ve Türkiye kontrolünde yeni bir rejim tesis etmek için on binlerce silahlı unsurun sevk edilebileceğini nasıl düşünebilirdik ki?


İktidarın, “Neo Osmanlıcılık” ve “Turancılık” sentezi ile “Müslüman Türk'ün nidasıyla dünyayı titretecek!” bir “İttihat Terakki” hastalığına yakalanacağını nerden bilebilirdik? Cebren de olsa, geçmişte Laik-Türkiye Cumhuriyeti’nin korumasını üstlenen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeni bir “hilafet ve saltanat” uğruna bir Müslüman ülkesine saldıracağını kim tahmin edebilirdi ki?


Soruları çoğaltmak ve mazeret üretmek kolay. Oysa her şey apaçık ortadaydı ve olup bitenler bir proje çerçevesinde şekilleniyordu; BOP..!


Suriye’de olup biteni doğru anlamak için 2002’den itibaren BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) eş başkanlığını yürütün Türkiye’nin, bu süre içerisinde izlediği, uyguladığı Ortadoğu politikalarına bir göz atmanın, karanlıkta kalan çok şeyi aydınlatacağını düşünüyorum.


İddialara göre, Davos’taki "Gazze-Orta Doğu’da Barış Modeli" oturumunda İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e karşı “van minüt!” (one mınute) çıkışı, bir “kurgu” olarak planlanıp hayata geçirilmişti. Yine iddialara göre, BOP’nin başarıya ulaşabilmesi için öncelikle Arap ve Müslüman âleminin güveni ve desteğinin sağlanması gerekiyordu.!


Gerçekten müthiş bir çıkıştı ve dünya kamuoyunda fazlasıyla yankı bulmuştu. Müslüman ve Arap âlemini ise kendilerinden geçirmişti. İlk defa, dünyaya canlı olarak yayın yapan TV ekranlarında şok edici bir gelişme yaşanmıştı, dönemin Başbakanı Erdoğan, İsrail cumhurbaşkanının yüzüne "Sesin çok yüksek çıkıyor. Bu suçluluk pisikozunun göstergesi. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlarda çocukları nasıl vurduğunuzu biliyorum" demişti.


Her ne kadar daha sonra Erdoğan, tavrının moderatöre olduğunu ve “herhangi bir şekilde ne İsrail halkını ne Cumhurbaşkanı Perez'i ne de Musevi halkını hedef aldım” dese de mesaj yerini bulmuş, özellikle Müslüman unsurlar arasında büyük bir coşkuya neden olmuştu. Kim tutardı artık İslamcıları?


Takdir edersiniz ki o günlerde aksini haykırmak “linç” edilmek için önemli bir gerekçe oluşturuyordu. Buna rağmen uyarılarımızı yapmaktan geri durmadık ancak linç edilmesek de uyarılarımızı ve eleştirilerimizi, bizi yakından tanıyanlar dışında dikkate alan pek olmadı. Çünkü olup bitenleri bir “tiyatro oyunu” olarak düşünmek İslamcılar ve Sünni çoğunluk için imkansızdı..!


Şimdi ise Sünni çoğunluk ve İslamcılar dâhil, her kesimde ciddi tereddütler oluştu. İddialara göre “van minüt!” çıkışından amaç; Müslüman halkı büyüleyip zehirli balı yedirdikten sonra BOP’nin yolunu açmak ve Ortadoğu’da büyük kargaşa yaratarak İsrail için tehdit oluşturan bütün unsurları ortadan kaldırmakmış!


Öyle mi, bilmiyorum ancak bu süreçte, Türkiye-İsrail arasında siyasi, ekonomik ve askeri ilişkilerin hiç zarar görmemesi, aksine daha da güçlendirilmiş olması “kurgu” iddialarını güçlendirmektedir. Bu kadar öfke, kin, düşmanlık söylemleri ve meydan okumalara rağmen Türkiye-Israil ilişkilerinin zarar görmemesi sizce de manidar değil midir?


Diğer taraftan dostluk, kardeşlik üzerinden yürütülen Müslüman Kardeşler Teşkilatı, Filistin (Hamas), Irak-Kürdistan, Libya ve Suriye ilişkilerinin sonuçlarına baktığımızda çok daha farklı bir durumla karşılaşıyoruz. Şiddet ve teröre hiç bulaşmamış Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın ve lideri Muhammed Mursi’nin Türkiye rehberliğinde ve desteğinde neler yaşadığı ve akıbeti ortadadır. En yakın ve dost ilişkiler içinde olduğumuz Irak-Libya ve Suriye ise İsrail için tehdit ve tehlike oluşturması bir tarafa, bugün itibariyle uzun yıllar artık istikrara kavuşmaları imkansız hale gelmiştir.! Türkiye’nin “milli davası!” haline getirilen Filistin ise adeta dondurucuya kilitlenmiştir. En başından itibaren Filistin’in değil Hamas’ın, Kudüs’ün değil Gazze’nin sahiplenmesi, bu kurgunun bir parçası olarak değerlendirilmektedir.


Kurgu veya değil, gerçek olan; İsrail için tehdit olabilecek unsurlar, Türkiye’nin de yardımıyla bertaraf edilmiş veya zayıflatılmıştır. Filistinlilere, başkenti KUDÜS olan bir devlet beklerken, Trump’ın “yüzyılın barış projesi” olarak açıkladığı İsrail-Filistin sorununun geldiği-getirildiği sonuç ortadadır. Hamaset dışında verilen tepkileri bilen var mı? Kudüs, bütünüyle el değiştirmek üzere planlanırken hamaset yarışı devam ediyor!
Ümmet liderliği (!), İslam kardeşliği (!), Türk birliği (!), Turan ve Kızıl Elma yolculuğu (!), Musul-Kerkük-Rojava Petrol yatakları serap olup kayboldu..! Türkiye’nin Bölgede ve dünyada ilişkisi bozulmadan devam eden tek ülke İsrail devleti oldu. Türkiye, kazandıklarıyla değil, başkalarına kaybettirdikleriyle ancak övünebilir.!
Suriye’de olup-biteni bu değerlendirmelerin dışında tutmamız mümkün mü?

Türkiye’nin “Barış Pınarı” başta olmak üzere Suriye’ye yönelik operasyonların BOP’nin tamamlayıcı unsurlarından biri olduğu düşünülemez mi? “Rejim şubat ayı içinde o noktalardan (TSK’nin İdlib’deki “gözlem noktaları”ından) çekilmezse Türkiye gereğini bizzat yapacak” tehdidi kimin adına, neden yapılıyor? Kim, kimi topraklarından çıkarıyor? Bu, yeni bir savaşın başlangıcı mı?


İran ve Suriye ordusuyla savaşmak veya geri çekilmek dışında pek bir şansı görünmeyen Türkiye’nin, nasıl bir tercih yapacağını henüz bilmiyoruz. İktidarın devam edip etmeyeceğini de bu tercihin belirleyeceğini düşünüyorum. Gözü kararmış bir iktidarın sağlıklı bir karar alması kuşkusuz kolay değildir. Ancak Suriye’deki gelişmeler Türkiye için nihai ve hayati bir karar aşamasına doğru yaklaştığı çok açıktır. Kirli vekalet savaşından vaz geçmek, geri çekilmek iktidarın, savaşı sürdürmek ise Türkiye’nin yıkımı olacağı sonucunu çıkarmak, kanaatime göre hiç de öngörüsüzlük olmayacaktır..!


Bizler, iktidar için değil, ülkemiz için kaygı duymalıyız. Türkiye’nin yıkımını, daha çok zarar görmesini önlemek için İktidarı gitmeye, ayrılmaya zorlaması gereken siyasi muhalefet ve sivil iç dinamiklerdir. Bunun için düşünmeyi, sorgulamayı yapmak, yakın ve gelecek tehlikeyi fark etmek yeterlidir.!
Bu ülke hepimizindir, geleceğini düşünmek ve gereğini yapmak hepimizin görevi olmalıdır.!


Abdulbaki Erdoğmuş