Milli Gazete Yazarı Fatma Tuncer, ‘Yalakalığın, yağcılığın, münafıklığın ödüllendirildiği bir çağda yaşıyoruz’ dedi.

Milli Gazete Yazarı Fatma Tuncer, ‘Yalakalığın, yağcılığın, münafıklığın ödüllendirildiği bir çağda yaşıyoruz’ dedi.

Tuncer yazısının devamında ‘Elbette böyle bir dönemde hakka tabi olup bu uğurda bedel ödeyenler bir elin parmakları kadar az olacaktır. Çoğunluğu oluşturan din tacirleri ve onların yönlendirdiği kitleler rüzgâr nasıl esiyorsa o yana doğru savrulmakta ve Allah’ın dinini menfaat elde edecekleri, iş adamlarına, tüccarlara, siyasilere göre yorumlayarak ceplerini doldurmaya çalışmaktalar. Oğulları-kızları ihaleler üzerinden servet edinen bu kişiler yaşanan haksızlıklara karşı seslerini çıkaramıyor, sessiz kalıyorlar. Çünkü hakkı söyledikleri takdirde dünyevi menfaatlerinden olacaklarını bilmekteler. Ve ne acıdır ki, ahiret kazancına karşı dünyevi imkânları tercih edip bu bedbaht hayatı tercih ediyorlar’ tespitinde bulundu.

Müslüman mezarlığına gömülen köpek

Adamın biri ölen köpeğin cesedini alır ve insanoğlu insan mezarlığına gömer. Görenler zamanın kadısına gider ve adamı şikâyet ederler. Kadı adamı çağırır ve niçin böyle yaptığını sorar. Adam son derece rahat bir tavırla, “Köpeğin vasiyeti bu yönde idi ben de bu vasiyet gereği onu buraya gömdüm” der. Kadı öfkelenir ve adama çıkışır. Adam aynı üslupla, “Efendim köpek kadıya da 10.000 dirhem vermemi istemişti” der. Bunu duyan kadı tavrını hemen değiştirir ve “Köpeğin ölümü bizi fazlasıyla üzdü” der. İnsanlar kadının bu tavrına şaşkınlıkla bakar ve bir anlam vermeye çalışırlar. Kadı insanlara döner ve “Köpeğin geçmişini araştırdım Ashab-ı Kehf’in köpeği Kıtmir’in soyundan geldiğini öğrendim” der. Çevrenizde bu hikâyenin kahramanı olabilecek birçok insan vardır öyle değil mi? Yalakalığın, yağcılığın, münafıklığın ödüllendirildiği bir çağda kadının tavrı pek de yabancı gelmedi sanırım. Zira insan olmak ve insan kalabilmek büyük bedeller ödemeyi gerekli kılıyor. Ve ne yazık ki bedel ödemeyi pek az kişi göze alabiliyor.

Resulullah, nefsin terbiye edilmesini, kişinin tutum ve davranışlarını ahlaki değerler eksenine çekebilmesini büyük cihat olarak tanımlamıştır. Kişinin nefsanî duygularını insanileştirmek için çaba göstermesi düşmanla baş başa savaşmaktan daha zor bir şeydir. Zira bunun için kişinin para, mülk, kariyer, makam mevkii karşısında tavizsiz bir duruş sergilemesi ve bir çok şeyden vazgeçmeyi göze alması gerekir. İnsanın inandığı değerler uğruna, yoksulluğa, yalnızlığa gerektiğinde çileye rıza göstermesi ve vaat edilen cafcaflı hayatı reddedip teslimiyet göstermesi sanıldığı kadar kolay değildir. Bunun için kişinin güçlü bir iman, tereddütsüz bir teslimiyet ve takva sahibi olması gerekir. Bunun için kişinin sevdiğini Allah için sevmesi yerdiğini Allah için yermesi ve Allah’ın rahmetini bütün hücrelerinde hissetmesi gerekir. Bunun için kişinin Allah’la rabıtasını güçlü tutması ve ahirete görür gibi inanması gerekir. Bugünün şartlarında bu vasıflara sahip olmak zor ama imkânsız da değil. İnanan ve inandığı gibi yaşamaya azmeden her insan bu kategoride yer alabilir.

Din tacirlerinin çok fazla prim yaptığı bir dönemde yaşıyoruz. Taze Yasin okudum diyenler, yanmaz kefen satıyorum diyenler, mehdiyim deyip ortaya çıkanlar hiç olmadığı kadar itibar görüyor. Elbette böyle bir dönemde hakka tabi olup bu uğurda bedel ödeyenler bir elin parmakları kadar az olacaktır. Çoğunluğu oluşturan din tacirleri ve onların yönlendirdiği kitleler rüzgâr nasıl esiyorsa o yana doğru savrulmakta ve Allah’ın dinini menfaat elde edecekleri, iş adamlarına, tüccarlara, siyasilere göre yorumlayarak ceplerini doldurmaya çalışmaktalar. Oğulları-kızları ihaleler üzerinden servet edinen bu kişiler yaşanan haksızlıklara karşı seslerini çıkaramıyor, sessiz kalıyorlar. Çünkü hakkı söyledikleri takdirde dünyevi menfaatlerinden olacaklarını bilmekteler. Ve ne acıdır ki, ahiret kazancına karşı dünyevi imkânları tercih edip bu bedbaht hayatı tercih ediyorlar…