Kuşkusuz 15 Temmuz 2016 tarihi, temel hak ve özgürlükler temelinde ülkede yaşananlar hesaba katıldığında bir dönüm noktasıdır. Bu olumsuz süreci 28 Mayıs 2013 Gezi olayları ve 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonları ile başlatmak ve ilişkilendirmek daha anlamlı ve isabetli olacaktır. 2000’li yılların başında büyük umutlarla kurulan ve hemen sonrasında seçimden büyük bir başarı ile çıkan AK Parti, oldukça geniş tabanlı bir perspektifle halkın büyük bir kesiminin beğenisini kazanarak iktidara yürümüştü. Kurulan yeni hükümet, temel hak ve özgürlükleri önemseyen, tozlu raflarda umutsuzca bekleyen Avrupa Birliği’ne üyelik müzakerelerine de özel önem vermişti.

Benzer şekilde ekonomideki gözle görülür iyileşmelerin yaşanması ile birlikte özellikle muhafazakâr mahallenin tamamına yakınında AK Parti ile ciddi bir yakınlaşma yaşanmıştı. Bütün bu gelişmeler AK Parti’nin sağ cenahta geniş bir taban bulmasına neden olmuştu. Cemaat ve tarikatların da geniş desteğini alan siyasal İslamcı ideolojiye sahip AK Parti, kendisine destek veren kişi ve kitleleri devletin kaynakları ile besleyerek kendi ideolojisinin yılmaz savunucularına dönüştürmüştü. Daha açık bir ifadeyle, geniş bir kitle siyasal İslam(cılık) sosu ile mideden bağlanmıştı.

Uzun yıllar iktidarda kalmanın avantajları ile resmi kurum ve kuruluşlar, iktidar sahiplerinin ideolojilerine yakın kimselere teslim edilmişti. Eski “Hizmet Hareketi/Cemaat”, yeni “FETÖ” de, bu süreçte iktidarın icraatlarını yazılı ve görsel medyası ile destekliyordu. Böylece gücü eline alan siyasal İslam(cı) iktidar, hukuku siyasetin köpeği olarak tanımlayan karanlık zihniyet ile birlikte el ele vererek havadan sudan bahanelerle dünkü kankalarına bir anda azılı düşman kesilivermişti. Milyonlar şaşkındı. Bir anda iktidar sahipleri yıllarca ülkede var olan ve eğitim, sağlık, sendika gibi resmi olarak geniş bir alanda faaliyet gösteren bir yapıyı terörist ilan etmiş ve vatan haini olarak itham etmişti. Acı olan ise bu kuruluşlar hem terörist olarak tanımlanırken, aynı zamanda devlete vergilerini vererek resmiyetlerini sürdürüyorlardı. Meydanlarda en üst perdeden yapılan sert ve acımasız siyasi söylemler, etik ve ahlak sınırlarını zorluyordu. Olanlara anlam veremeyen insanların önemli bir kısmı, malum yapının resmi kurum ve kuruluşları ile bağlantılarını üyelik ve müşteri gibi sıfatlarla sürdürüyordu.

Derken, bir anda 15 Temmuz 2016 hain darbe teşebbüsü yaşandı. İnsanlar daha ne olup bittiğini fark etmeden, devletin resmi gazetesinde çarşaf çarşaf isimlerinin ilan edildiğini, bin bir emekle kazandıkları mesleklerinden atıldıklarını ve tüm dünyaya terörist ilan edildiklerini gördü. Olanlar bununla da sınırlı değildi. On binlerce hatta yüz bini aşan sayıdaki insan tutuklandı ve tevkif edildi. Hayatlar karardı, aileler yıkıldı, insanlar genç yaşta kanser oldu, öldü, intihar etti. Ağaç kökü yemeye mahkum edildi. Özel sektörde iş bulamadı. Sonuç itibariyle ailesi ve yakınları ile birlikte milyonları bulan sayıdaki insan topluluklarına sosyal soykırım yaşatıldı. Üç yıldan daha fazla zamandır zulümler, dramlar, işkenceler… hala devam ediyor.

Ülkenin en seçkin akademisyenlerinin bu çalkantılı döneme girerken barış arzusunu dile getirdikleri için görevlerinden ihraç edilmeleri, ülkede yaşanacak bu olumsuzlukların adeta habercisiydi. Her ne kadar genel görüntüde malum yapı ile vuruşma var gibi görünse de, doğrusu bu süreçte iktidara muhalif olan, güç karşısında diz çökmeyen hatta diz çökmekle yetinmeyip düşman bellediklerini düşman belleyip yandaşlık ve trol rolüne girmeyen herkes, ideolojisi ne olursa olsun, mağdur edilmiştir.

Elbette hain darbe girişimi, bir ülkeye yapılan en büyük kötülük, ihanet ve cinayettir. Devletin bu hain saldırı karşısında büyük bir refleks göstermesi son derece doğal ve yerinde bir tepkidir. Bu çerçevede açığa almaların, kovuşturma ve soruşturmaların yapılması ciddi devlet olmanın gereğidir. Bu durumda vatandaş devletinden yaş ile kurunun, haklı ile haksızın, hain ile masumun, terörist ile vatanseverin, hülasa suçlu ile suçsuzun ayırt etmesini beklemektedir. Kurumsal hukuk devletinden beklenen de vatandaşın bu beklentilerinin en ince detaylarına kadar sonuçlandırılarak evrensel hukukun gereğini yerine getirmektir.

Pekâlâ böyle mi oldu? Maalesef ki öyle olmadı! Ne mi oldu? Şunlar oldu!:

Ülke Olağanüstü Hal (OHAL) sürecine alınarak hukuk acımasız bir kıskaca alındı. Medya tek ses olarak Saray’a bağlandı. İşte bu aşamadan sonra ülkede yaşanan zulüm, dram ve cevirler halktan gizlendi. İnsaflı bireysel çıkışlar, haykırışlar, hakperestçe sözler ve söylemler peşinen takibe alındı ve ilgili mercilerce takibat gerçekleştirildi. Sosyal medyada dahi insanların hak ve adaletten yana duygu ve düşüncelerine imkan verilmedi. Bu bağlamda Sayın Alparslan KUYTUL beyefendiye yapılanlar en somut ve acı örnektir.

Bütün bu oluşlar sürecinde yüzbinlerce sayıya ulaşmış mağdur kitle adeta lal kesildi, derdini ve meramını anlatacak bir merci bulamadı. Bu acımasız süreçte yaşadıklarını çevresi ve sevenleri ile paylaşamayan, teselli vesilesi bulamayan bazı mağdur ve mazlumlar en değerli varlıkları olan canlarına kıyarak intihara bile yöneldi. Yaklaşık üç yıl gibi uzun bir zaman diliminde, kimsenin muttali olamadığı dile getirilemeyen yürek yaralayıcı dramlar yaşandı.

31 Mart 2019 tarihinde gerçekleştirilen yerel seçimlerde iktidar partisinin özellikle büyük şehirlerde mağlubiyetler yaşaması, iktidarın muhalifi olan kitlenin yeniden cesaret kazanmasına vesile oldu. Özellikle haksız ve absürt bir tarzda yenilenmesi sağlanan 23 Haziran 2019 İstanbul seçiminin, iktidarın aleyhine ve muhaliflerin lehine büyük bir zaferle sonuçlanması, muhalif kitlenin daha güçlü bir moral kazanmasına neden oldu. 23 Haziran İstanbul zaferi, ülkede yoğun olarak yaşanan korkuların azalmasına ve korku duvarlarının sarsılmasına sebep oldu. Ülkede ezilen ve preslenen kitle olan KHKlılar da bu süreç sonrasında yavaş yavaş etrafına bakınmaya ve gasp edilen haklarını aramaya ve sorunlarını seslendirmeye başladı.

Bu kısmi rahatlama ve nefes alma sonucunda KHKlılar, milletvekili ve insan hakları aktivisti Sayın Ömer Faruk GERGERLİOĞLU’nun en baştan beri verdiği zorlu mücadele şemsiyesi altında toplanmaya başladı. Böylece başta İstanbul, İzmir, Adana, Ankara olmak üzere pek çok şehirde KHK Platformları oluşmaya başladı. Ağırlıklı olarak sosyal medya üzerinden tesis edilen bu platformlar sayesinde, öncelikli olarak mağdur ve mazlum haldeki KHKlılar, hukuk içinde kalarak, gasp edilen haklarının geri alınmasına yönelik bir mücadele içinde oldular. KHK Platformları bunu yaparken her tür aktiviteyi sorunlarını anlatmak için fırsat bilen bir yaklaşım içerisinde oldular. Kırmadan, dökmeden, sabırla, metanetle, kavl-i leyyin/yumuşak ve kalbe dokunan bir üslupla, mümkün olan herkese, her kurum ve kuruluşa kendi sorunlarını anlatma, sivil toplum ve resmi mekanizmada önemli bir farkındalık oluşturma gayretinde oldular.

Bütün göreceli farklılıkları bir kenara bırakarak, din, dil, mezhep, etnik köken ve ideolojik başkalıkları asla sorun olarak görmeyen bir yaklaşımla, KHKlılar söz konusu platformlarda bir araya geldiler. Eskiye dönük yerleşik kimliklerine rağmen, KHKlı olmak gibi en önemli insani sorunu merkeze alarak; hak, hukuk ve özgürlük mücadelesi yolunda birlikte, ele ele ve büyük bir kararlılıkla yürüdüler. Böylece daha bütüncül ve daha renkli yeni bir kimlik kazanma yolunu seçtiler ve bunu başardılar. Elbette kat edilen mesafe sona gelinmiş bir mesafe değildir. Belki de işin daha başındayız. Bununla birlikte KHKlıların şimdiye dek ortaya koydukları çaba ve performans, en başta gasp edilen haklarını alıp eski konumlarına tekrar kavuşma kararlılığında olduklarını göstermesi bakımından son derece önemlidir. KHKlıların yegane hedefi, sadece bireysel olarak haklarına kavuşmak değildir. KHKlıların asıl hedefi, ülkede yok olan hukukun yeniden tesis edilmesidir. Temel hak ve özgürlüklerin evrensel hukuk ilkelerine bağlı kalınarak yeniden, kalıcı ve sürdürülebilir bir konuma getirilmesidir. KHKlılar için bu bir hayal değil, rasyonel bir hedeftir. Çünkü KHKlılarda bunu sağlayacak potansiyel ve dinamizm fazlası ile mevcuttur. Tüm KHKlıların KHK Platformlarına destek vermesi ile bunu sağlamak daha rasyonel hale gelebilecektir.

KHKlılar bu süreçte insan faktörünün ne kadar önemli olduğu gerçeği ile yüzleştiler. Bilindiği gibi bireyin toplum için önemi vazgeçilmezdir. Mutlu bireylerin yaşadığı toplum, özgüveni yüksek, temel hak ve özgürlüklerin egemen olduğu ve içselleştirildiği bir toplumdur. Bu nedenle toplumun şekillenmesinde hayati önemi haiz olan birey, asla hakir görülmemelidir. İyi yetişmiş, evrensel insani değer ve erdemlerle bezenmiş bir birey, toplumda çok önemli yararlılıklar ortaya koyabilir.

Henüz gelişmesini tamamlayamamış, gelişme trendinde çırpınıp duran, yeni gelişim ve değişim hamleleri yaparken birçok olumsuz faktörlerle başarısız olan, daha açık bir ifadeyle sosyal hukuk devleti olmanın gereklerini yerine getirememiş ve insanına kendine yaraşır bir sosyal refah imkânı sunamamış, dahası refahı toplumun tabanına yayamamış, eğitimde kayda değer aşamalar kaydedememiş, mutlu azınlık ve mutsuz kalabalıklardan oluşan, özgüveni düşük bireylerin teşkil ettiği toplum ve ülkelerde, nitelikli bireyler önemsenmelidir.

Gerek yüksek eğitim kapasitesi gerekse bu süreçte yaşadıkları acı ama değerli deneyimler sayesinde KHKlılar, bu ülkenin geleceği ve gelişiminde lokomotif bir rol üstleneceklerdir.

İşte bu nedenlerle KHK Platformları Ülkenin Aydınlık Geleceğidir!