Ocak Medya yazarı Adelina Sfishta  ''Demokrasi ve Müslümanlar'' başlıklı bir yazı kaleme aldı. Adelina Sfisht, yazısında şunları kaydetti:

Benim en üzüldüğüm şeylerden biri, Türkiye’mizde de, Balkanlarda da “Müslümanların demokrasiyi önemsememesi” ve “demokrasinin geliştirilmesine katkı vermeyi” lüks olarak görmesi.

İslam konusunda okumuş yazmış Müslümanların bir kısmı, “Allah’ın nizamı ile yönetilmeyi isterim, demokrasi kul nizamı” gerekçesini ileri sürüyor. Söz konusu aydınlarımız “devlet yönetiminin İslam’a göre nasıl olacağı” konusunda hayli kafa da yormuşlar, muhtelif alternatifler de üretmişler.

Ancak dikkati çeken bir husus, söz konusu alternatiflerin, toplumlara ve coğrafyalara göre farklılıklar göstermesi, tek bir şablona sahip olmaması.

Daha az okumuş, ortalama cami cemaati durumundaki Müslümanlar ise, “devlet en iyisini bilir, devlete asi olunmaz” noktasından değerlendiriyorlar, demokrasiyi. Devlet düzeni ve güvenliği sağlar, birey onun sınırları içinde gündelik hayatını sürdürür diye düşünüyorlar. Pek etliye-sütlüye karışmak istemiyorlar. Dahası demokrasiyi biraz da “anarşist” olarak görüyorlar.

Bu bakış açısını etkileyenin, Sünni anlayışın “Ulu’l emre itaat” kavramı olabilir. Türklerin “devletin başına itaat etmek gerek” kültüründen geldiğini ve Müslümanların “bozguncu olmamak” tercihini sürekli yaptığını da dikkate alırsak, ortalama cami cemaatini anlayabiliriz.

Allah’ın nizamının nasıl olması gerektiği konusunda derinleşmiş olan bazı Müslümanlar da gördük son devirlerde. Onlar ise “kitabını yazmışlar bu meselenin” ve sözüm ona “teori ve pratiğini” hazırladıklarını iddia ettikleri “İslam Devletini” de kuruverdiler, Irak’ta, Suriye’de, Kafkaslarda, Afganistan’da. Öncelikle kendilerine kötülük ettiler, sonra toplumlara, en sonra da İslam’a. 

Hali hazırda, Müslüman entelektüelinin ortaya koyduğu İslami yönetim modelleri de farklı farklı.

Söz gelimi Müslüman Kardeşler organizasyonu, seçimlere dayanan parlamenter sistem içinde iktidar mücadelesi ve başarılı olabilirse devletin yönetimini kabullenebiliyor. Mısır’da rahmetli Mursi’nin liderlik ettiği Özgürlük ve Adalet Partisi, Tunus’ta Gannuşi’nin liderlik ettiği Nahta Partisi, buna oldukça pozitif örnekler olmuşlardır.

Buna karşılık; Suudi Arabistan gibi selefi geleneği uygulayan ülkeler krallıklar ile idare edilmekte, Şii geleneğini uygulayan İran ise seçilen bir parlamentoya sahip olmakla birlikte, “devrim rehberi” tek adam, tek karar verici, tek güç konumunda.

Malezya ise, “parlamenter monarşi” ile yönetilmekte. Parlamentonun önemi daha fazla.

Görüldüğü gibi, hepsi Müslüman olan bu topluluklar, birbirlerinden oldukça farklı yönetim anlayış ve yönetim modelleri oluşturmuşlar. Tek doğrudan bahsetmek mümkün değil.

Parlamenter demokrasi ile yönetilen ve demokrasi konusunda “Demokrat Partiden bu yana” hayli mesafe kat etmiş Türkiye’de de ortalama Müslümanlar, demokrasiyi çok fazla önemsememekte. Demokrasinin azaltılmasına da herhangi bir tavır koymamakta. Yönetime dahil olmak konusunda pasif bir duruşları var. Oy vermekle sınırlı görülüyor demokrasi.

Demokrasi’nin elbette muhtelif “kalite seviyeleri” var. 

Çoğunlukçu anlayışta bir demokrasi modeli uygulanabildiği gibi, çoğulcu bir anlayışla da demokrasi modeli uygulanabilmekte. Ayrıca, demokrasiyi özümsemiş toplumlar “kaliteyi” daha da ileri götürmeye gayret etmekte ve adına “katılımcı demokrasi” denen modele geçmekte.

Türkiye’de halen “çoğunlukçu demokrasi” modeli var. Hatta son yasa değişikliği ile tek adamın her türlü mekanizmada, yasama-yürütme-yargıda, tek karar verici haline getirmiş bir modele geçilmiş olmasıyla, bu seviyenin dahi altına düşüldü. “Tek adam demokrasisi” gibi bir şey.

Halbuki Türkiye’deki Müslümanlar, demokrasi konusunda en fazla tecrübeye sahipler. Hatta demokrasi eksikliği nedeniyle çok da cefa çekmiş bir toplum. Dini özgürlükleri oldukça geç elde edebildi. Gerçi diğer özgürlükler için de bu geçerli Türkiye’de.

Bu nedenle, Türkiye’deki Müslümanların demokrasinin kıymetini daha iyi bilmeleri beklenir. Hatta daha fazla demokrasi talep etmesi, katılımcı demokrasi için çaba göstermesi beklenir. Zira otoriter, tek parti rejimlerinde çektiği sıkıntılar hala taze. 

Türkiye’deki Müslümanlar ayrıca bir Avrupa demokrasisi tecrübesi de yaşadı. Almanya, Belçika, İsviçre, Fransa gibi ülkelere, 1950’lerden bu yana çalışmak için giden Müslümanlar inançlarını ne kadar “özgür” yaşayabildiklerini, sivil toplum teşkilatlanmalarını ne kadar özgür gerçekleştirebildiklerini, söz söyleme ve hak talebi gibi özgürlüklerini ne kadar rahat yapabildiklerini de fiilen gördüler.

Oralarda devletin “hizmetçi” olduğunu, efendinin toplum olduğunu yaşadılar. En azından oralarda dünyaya gelen sonraki jenerasyonlar, kapalı büyütülmediler ise, Avrupa standardında demokrasiyi daha iyi anlayabilmişlerdir diyebiliriz.

Bütün bu tecrübelere rağmen, Türkiye’deki Müslümanlar demokrasiyi önemsemiyor.

Hükümete hesap soramıyor, haklarını arayamıyor, özgürlüklerini talep edemiyor, her seviyedeki yönetimlere katılmakta çekingen davranıyor, fikrini söylemekten kaçınıyor.

Son depremde de yaşadığımız gibi, eleştiri hakkını, hükümetten hesap sorma hakkını kullananlar için “soruşturma başlattık” sözlerine muhatap olabiliyor.

Pahalılıktan, geçim sıkıntısından inim inim inliyor, ama susuyor.

Ne kadar hazin değil mi? 

Kendilerinden “deprem vergisi” adı altında, telefon-internet-kablo tv gibi bazı kalemlerde ortalama % 7,5 vergi veren vatandaş, vergilerini kullananlara, milletin vekili-hizmetçisi olmak zorunda olanlara, “arkadaş ne yaptın bu deprem vergilerini” diyemiyor. Niye etkili tedbirler almadın diyemiyor. Derse, düzen bozmaktan soruşturmaya tabi olabiliyor.

Ben şimdi Müslümanlara soruyorum.

Demokrasiden ne zarar gördünüz?

Ülkenizin geri kalmasında sizin bu duruşunuzun da etkisi yok mu? Ekonominin, gelişmenin, kalkınmanın, eğitimde başarının, bilimde başarının, hepsinin gelişmiş demokrasiye bağlı olduğunu bilim adamları bas bas bağırıyor.

Sopa ile yönetilen toplumların kalkınmalarının çok sınırlı süreler için olduğu tarihin tespit ettiği gerçekler. Özgür-demokratik ülkelerin her türlü alanda kalkındıklarını da gözlerimizle görüyoruz. Avrupa’da çalışmış olanlarınız bunu bizzat yaşadı. Bilimde-sanayide-refahta bizleri ne kadar geçtiler. 

Demokrasimizi geliştirmezsek, toplum olarak başarılı olma şansımız çok az. 

Demokrasilerin, inançlarımızı daha iyi yaşamamıza imkan verdiğini yine Avrupa ülkelerinde gördük. Hatta AK P’nin ilk on yıllık yönetim süresinde gerçekleştirilen özgürlükçü açılımlarla da bu ispatlandı. Başörtülü kızlarımız bu özgürlükler çerçevesinde okuyabildiler, devlet memuru olabildiler. Yani yaşayarak gördük. Ellerimizle dokunduk.

Buradan geriye dönülür mü? Dönersek yine her fikrin, görüşün, inancın kısıtlandığı zamanlar gelmez mi? Bu gün sana yakın iktidar varken bu durum seni ürkütmeyebilir, ya yarın başka bir görüş iktidara gelirse, yeniden 28 Şubatı mı yaşayacaksın?

Sakın size Müslümanlık adı altında, yanlış şeyler öğretiliyor olmasın?

Müslüman bu gerçeğin farkına varmazsa, bu topluma demokrasi zor gelir. Demokrasiyi geliştiremezsek de ne kalkınma olur, ne zenginlik, ne ilerleme.

Türkiye’nin Müslümanları, Türkiye’de “İslami rejim” kuracağız ısrarında iseler, başımıza gelenlerden daha fazla kötü şeyler yaşayacağız demektir.

Allah’ın onlardan istediğinin bu olduğunu sanmıyorum. Eksik yorumla böyle bir şeyin peşine düşüyorlarsa, bu toplumun % 90’ı ile kapışacaklar, kavga edecekler, ya da bu kadar insana zulmedecekler demektir.

Onlara Allah’ın böyle bir mesuliyet verdiğini sanmıyorum.

Herkesin dini kendine. Tebliğ mesuliyetinden fazlasına sahip değilsin.

Böyle bir toplumda, böyle bir dünyada, özgürlükçü-katılımcı demokrasi “ortak payda”.

Müslümanlar demokrat olursa, bu ülkede barış olur, huzur olur, güzellik olur.

Vesselam.