Başörtülü” Hakim

Kırk yaşımdaydım…

Yeni akademisyendim.

Bu zamana kadarki hayatımın en zor anındaydım. Bugüne dek çok zorluk yaşadım.

Yedi yıl imam hatipte parasız yatılı okudum. Babam beni uzak bir yatılı okula bıraktığında on bir yaşındaydım. Gözü yaşlı olarak beni bıraktığında arkasından çok ağlamıştım. Hiç unutmam, kamyonlarla odun gelir ve biz onları taşlarla kırar dışarıda kazanda su ısıtır, sonra içeri taşır, onunla kendimizi ve elbiselerimizi yıkardık.

Ne günlerdi!

Bugüne dek polisle, karakolla işim olmadı. Evim aranmadı, gözaltına alınmadım. Elime kelepçe vurulmadı. Hiçbir gösteriye katılmadım. Üniversite yıllarımda bile böyle şeylerden hep uzak durdum. Çünkü bazı gösteri ve yürüyüşleri hiç samimi bulmadım. Hamasetin bu toplumun en tehlikeli hastalıklarından biri olduğuna inandım hep.

………

Ekim ayının soğuk bir sabahı saat sekizde odamda bir bardak çay içip Ankara’dan getirdiğim simidimi yiyecek ve derse girecektim. Hazırladığım slaytın son kontrolünü yapıyordum. Acil bir telefon ve yarım kalan çay ve simit… Oda kilitlendi… Kilit değişti, odaya girişim yasaklandı. Apar topar kampüsten deport edildim.

Açığa alınmıştım. Sebep ise malum… 2009 yılında açılan bir banka hesabı ve özel okul, okul bir de “Devlet” teşvikli…

Neyse, hiçbir şey beni üzmedi ama….

Bir gün evim arandı, hayatımda ilk defa polisle bu anlamda muhatap oldum. Eve gelen polise ikindi namazı kıldırdım. Namaz takkesi hediye ettim, mahcup oldu, utandı.

Sonra nezarethanedeydim.

İçeride tanımadığım insanlar namaz kılıyorlardı. Abdest almam için bana da kağıt havlu verdiler. Ne iş yaptığımı sordular sonra üzüldüler. Sonra bir ara yemek geldi. “Arkadaşlar soğutmayalım, sonra kılarız namazı!” dedim. Belki de günler sonra ilk defa güldüler. “Sizin yeni olduğunuz belli, burada sıcak yemek olmaz” dediler. Ama beni kırmadılar, önce yemeği yedik. Yemek ilk defa sıcaktı ve yine ilk defa köfte gelmişti. “Hocam senin kerametin dediler” takıldılar. Polisler genelde iyi davrandılar, kapı abdest için devamlı açıktı. Farklı bir suç iddiasıyla gözaltında olan yan nezarethanede bir genç “Onların kapısı açık, bizimki neden kilitli!” diye bağırınca, görevli “Onlar farklı!” dedi.

Sonra başka bir ile uzun bir yolculuk…

Polis arkadaşlar benimle bir süre konuşmadı. Sonra ben sessizliği bozdum. Neye üzülüyorum biliyor musunuz, dedim. Tabi ki üzüleceksiniz, dediler. Suçlama çok ağırdı. Benim için devletimin yaptığı bu masrafa üzülüyorum, dedim. Yurtiçi/yurtdışı hep Devlet görevlerinde bulundum. Sonra konuşmaya başladılar. Birisi de imam hatipli çıktı. Beni tanıyınca “hocam” diye hitap etmeye başladı. Öncesinde benden hep “şahıs” diye söz ediyorlardı.

Sonra görev yerimin olduğu şehre vardım.

Karakolda ve emniyette dört gün daha kaldım. Burada verilen yemekler sıcaktı. İlk defa orada tanıdığım genç arkadaşım da aynı üniversitedenmiş. MEB bursuyla Almanya’ya gitmiş, orada doktora yapmış.

Ellerim “kelepçeli” savcıya çıktım. Elime kelepçe takan genç utana sıkıla bu işi yaptı “Hocam, kameralardan bakıyorlar kusura bakma” dedi. Savcı beye polisteki ifadeyi tekrar ettim. İki saat sürdü. İyi davrandı, fakat tutuklanmamızı istemişti. Üç kişiydik. Biri de “başörtülü” bir bayandı, araştırma görevlisiymiş.

Hakimi beklemeye başladık, iki saat geçti. Suçlama benim için çok ağır, onur ve haysiyet kırıcıydı fakat “vicdanım” rahattı. İkiz kızlarıma bir gün önce İngilizce’den zayıf aldıkları için sitem etmiştim, ona üzüldüm sadece. Oysa Fransızcaları mükemmeldi. Ağlayarak uyumuşlar, eşim sabah söyledi. Evden alınırken de görüp veda edemedim. Göğsüm daraldı. Bir ilahiyat hocası olarak ilk defa ölümü istedim. Sonra hep başkalarına söylediğim “İnşirâh” suresini bolca okudum.

Dedim ya bu da beni üzmedi. Kendime geldim ve arkadaşlara moral vermeye çalıştım.

Hâkimi bekliyorduk. İçimden hep “vicdanlı” ve mümkünse “solcu” bir hâkim olmasını diledim. Zira onların bir kısmı en azından “insani” davranır diye düşünmüştüm. Hayatımda böyle birkaç sol görüşlü insan tanımış ve onlardan etkilenmiştim. Önyargılarımdan bir kez daha utandım. Üniversitedeki “ilahiyatçı” meslektaşlarım ise ek ders derdindeydi. Vicdan ölmüş, merhamet zaten kalmamıştı. Benden boşalan oda kimin olacak kavgasına girişmişlerdi.

………………

Hâkimin geldiğini söylediler.

İçeri girdik.

Aman Allah’ım, o da ne!

“Başörtülü” hakim!

O anda yıkıldım.

Bütün imam hatip ve ilahiyat yıllarım gözümün önünden hızlıca geçti. Biz bir nesil olarak hep bunu hayal etmiştik. Ayrı gayrı olmasın, kardeşçe yaşayalım istemiştik. Ama bir terslik vardı. Ben ilahiyatta öğretim üyesi, karşımda hep hayal ettiğimiz “başörtülü” bir hâkim.

Elbette adaletin ideolojisi olmazdı, kararların da öyle… Başörtülü diye pozitif ayrımcılık bekleyemezdim.

Meselem zaten o değildi…

Benimkisi dini ve psikolojik bir travmaydı.

Hâkime hanım bizi dinledi, söylediklerimizi biraz da düzelterek yazdırdı. Tavırları olumlu ve son derece saygılıydı.

…ve karar verildi: Adli kontrolle serbest kaldım. Benim için önemi yoktu, çünkü zaten dedim ya hayatımın en zorlu anını yaşamıştım. Beş gün sonra eve döndüm ve ikiz kızlarımı ve oğlumu doyasıya öptüm.

Not: Bu yazı 5 gün gözaltı sonrası 7 Aralık 2016’da yazıldı. O zaman açıktaydım. 7 Şubat itibariyle KHK ile ihraç edildim.

İsmail Metin