Masum, savunmasız, zayıf kimselerin uğradığı her tür şiddete karşı tepki göstermek ve engel olmak bir Müslüman için sadece bir vicdani sorumluluk değil, aynı zamanda vecibedir de.

Dolayısı ile kadına şiddeti (25 Kasım kadına şiddet ile mücadele günü özelinde) yerel ve evrensel alanda bütün olarak ele almak gerektiği kanaatindeyim.

İlk evvela, feminist sloganların gölgesinden sıyrılarak cinsiyet, milliyet gözetmeksizin bütün bir insanlığa matuf olarak bakmak durumundayız.

Elbette ki, konunun değerlendirilmesinin kadın-çocuk özelinden, daha savunmasız ve zayıf olmaları açsından dikkat çekici detaylara sahip olduğunu ifade etmek gerekir.

Kaldı ki, şiddetin sadece fiili bir darp olmayıp, ruhsal ve haysiyet kırıcı pek çok tarafı olduğunu ifade etmek gerek. Aynı zamanda her cins ve yaş grubundan insanın karşı karşıya kalabileceği bir durumdur.

Konunun kadınlar boyutunu ele alacak olursak şayet; yeryüzünde bir kadının onur, haysiyet ve iffetini tehdit etmekten daha büyük şiddet olamaz elbet.

Ülkemizde yakını tarafından darp edilen, cinsel istismara uğrayan, töre cinayetlerine kurban verilen kadınların sayısının ne yazık ki yüzde 30’un üzerinde olduğu ifade edilmektedir.

Bununla beraber kadın’a şiddetin daha ziyade “doğu toplumlarında” yaygın olduğuna dair kanaatlerin esasında isabet etmediğini de belirtmek gerek.

Hâlbuki son yıllarda Avrupa’da kadına yönelik şiddetin hızla arttığı ifade dilmektedir.

Avrupa Birliği temel Ajansın raporuna göre; Avrupa’da her 3 kadından birinin 15 yaş ve sonrasında şiddet gördüğü belirtilmektedir. Vasıflı mesleklerde ya da yönetici pozisyonundaki kadınların yüzde 75’i, hizmet sektöründekilerin yüzde 66’sı cinsel tacize uğradıklarını söylemektedirler.

Ayrıca AB Sınırları içerisinde insan kaçakçılığı mağdurlarının yüzde 80’ini kadınların oluşturmakta olduğu ifade edilmektedir

Yine Avrupa İstatistik Ofis raporuna göre kadınların en fazla şiddet gördüğü ülkenin Fransa olduğu ve her 3 günde, 1 kadının cinayete kurban gittiği belirtilmektedir. ABD’de her 5 kadından 1’inin cinsel saldırı mağduru olduğu,Çin’de yılda 1 milyon kız çocuğunun doğar doğmaz öldürüldüğü de yine rapor kayıtlarına düşmektedir...

Öte yandan coğrafyalarımızda işlenen suçların en insanlık dışı kısmını, kadınlara uygulanan haysiyet ve onur kırıcı şiddetin oluşturduğu da bir vakıadır.

Nitekim Bosna'da 1992-1995 yılları arasında yaşanan savaşta Müslüman kadınlar toplama kamplarında Sırp faşizminin sistematik tecavüzlerine ve işkencelerine maruz bırakılmışlardır.

Bu insanlık dışı muamelelerin mağduru olan 50 bin kadının, aradan geçen 25 yılı aşkın bir zamandır hala travmaları tedavi edilememiş, yaşamları kayıp kadınlardır.

Bosna savaşından sonra en fazla kadınların şiddet gördüğü coğrafya Suriye'dir. Savaşın ilk 5 yılında, savaşla hiçbir alakası olmayan 25 bin civarı Suriyeli masum kadın öldürülmüştür.

Devam eden savaş dolayısı ile haysiyet ve onuru çiğnenen 30 bin civarında kadın, şiddetin uluslararası alandaki en korkunç örneğini teşkil etmektedir.

Suriye’de “yakınları muhalif olduğu” gerekçesi ile hapishanelerde tutulan işkence ve tecavüze uğrayan tutsak kadın sayısı ise 13 bin civarındadır.

1948'den bu yana evlerinden yuvalarında zorla çıkarılan, eşleri zindanlarda şehit edilen, çocukları gözlerinin önünde darp edilen Filistinli kadınların sürgünde, kamplarda, hapishane ve günlük yaşam içerisinde maruz kaldığı sayısızı mağduriyetten söz edebiliriz..

 

Keza Rabia meydanında sniper hedefinde şehit düşen genç kız bedenleri, eşleri ve çocukları tutuklanarak işkence gören Mısırlı kadınların maruz kaldığı şiddeti de ifade edemeden geçemeyeceğim.

Doğu Türkistan’da toplama kamplarında “eğitilme” ibaresi altında tutulan, şiddet ve tecavüz gören Uygur kadınları, uluslararası şiddetin başka bir tarafını oluşturmaktadır. Evinde mahremiyetine tecavüz edilerek Çin’li “terbiyeci” ile yaşayan Müslüman kadınların muhatap olduğu şiddet bu kapsamın en “gayr-i ahlaki”  kısmını oluşturmaktadır.

Bütün bunların bir sonucu olarak; yaşam şeklinin en ağırına, mülteci olmaya mecbur bırakılan kadınların evsiz, yurtsuz oradan oraya sürüklenişi, ötelenişi, hırpalanışı da bir başka şiddeti oluşturmaktadır.

“Kadına şiddet” deyince ne istediğini bilmeyen, ruh dünyasında kendini bir yere oturtamamış kadınların kulak tırmalayan tiz çığlıklarına değil, yeryüzünde mazlum ve masum kadınların acı ile haykırışlarına ses verdiğimiz takdirde ancak konuya olan duyarlılığımızı samimi bir niyete dökmüş olabiliriz.

Hususen, zulme, kötülüğe, şiddete meyilli kişiliklerin kadın veya erkek olması fark etmeyeceği gibi ırkı, coğrafyası ve uğradığı şiddetin şekli de algımızın olanca hassasiyeti ile kavraması gereken vahim bir durumdur.

Ulusal anlamda gerek töre cinayetleri, gerek darp ve gerekse tecavüzlerin tehdit ettiği kadınların uğradığı şiddete karşı duyarlı olmak, tepki göstermek pek tabi bir insani vazifedir.

Ancak savaş ve işgallerin en karanlık yüzünü yaşayan kadınların uğratıldığı ve kısmen altını çizdiğimiz uluslararası şiddeti, bu konun başına eklemek isabetli olacaktır.

İnsan Kutsal bir varlıktır ve her insan saygıyı hak eder!

Zira Allah’ın (cc) en büyük ayeti İnsandır..

Hz Peygamberimiz Kabe’yi ziyaretinde şöyle buyurmuştur “Ey Kâbe sen ne güzelsin, kokun ne kadar güzel, sen ne büyüksün, onurun ne kadar büyük, canımı elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki bir Müslümanın onuru Allah katında senin onurundan daha büyüktür.” Bundan dolayı Efendimiz as insan onurunu zedeleyen her bir eylemi ümmetine yasaklamıştır.

Kadın ise hem saygıyı ve hem de nezaketi hak eden naif bir varlıktır. Onun saçının teli zarar görse ümmetin erkeklerinin utanç içinde yaşaması gerekir. Annemiz, eşimiz, kızımız olan kadınları yaşadığımız toplumlarda nezaketle kuşatmak, bu anlamda mutlak bir duruş sergilemek durumundayız.

Müslüman kadının haysiyetinin çiğnendiği, namusunun kirletildiği bir dünyada bütün bunları görmezden gelinirken, yüreği titremesi gereken âlimlerin, mücahitlerinin “tekfircilik” peşinde koşmaları vebal olarak kendilerine yeter.

Gerek biz Müslümanlar ve gerekse şiddete karşı olan tüm vicdan sahipleri bu gerçeklerin yaşandığı bir dünyanın varlığına gözlerini kapatırsa, içinde yer aldığımız toplumlarımız ayakta kalamayacaktır.

Kadının uğratıldığı şiddete dair uluslararası anlamda çözüm ararken tüm bu acı hakikatleri bir bir irdelemek zorundayız.

Aksi takdirde eksik kalır, samimi niyetler taşımamış oluruz, vesselam.