DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, DEVA Kadında Zirvesi'nde kadınlara hitap etti. Babacan, "Sözleşmeye adını veren ülke bugün ne hale geldi? İstanbul Sözleşmesi'nden ayrılma kararı gibi otoriter hadsizliklere kadınların söz sahibi olduğu yönetimlerde göremezsiniz" dedi

Ali Babacan, bugün dünyada yaşanan savaşın kadınların etkili olduğu yönetim modellerinde rastlanmayabileceğine dikkat çekti. Babacan, kadın siyasetçilerin emperyal hayallere kapılmadığını barışın ve huzurun kıymetini en iyi kadınların bildiğini söyledi.

İŞTE ALİ BABACAN'IN KONUŞMASINDAN ÖNE ÇIKAN ÖNEMLİ DETAYLAR

8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliklerimiz çerçevesinde, geçen yıl başlattığımız DEVA Kadında Zirvesi’ndeki paylaşımlarımıza, bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Bu bir yıllık sürecin, ülkemizdeki kadın hakları açısından muhasebesini yaptığımızda, karşılaştığımız tablo ne yazık ki son derece olumsuz.

Geçtiğimiz yıla olumsuz yönde damgasını vuran karar, Sayın Erdoğan’ın imzasıyla, bir gece yarısı karanlığında, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılması oldu.

Kadınların çok önemli bir hukuki kazanımı gasp edildi.

Adı bile “İstanbul” olan, Türkiye’nin demokratikleşme yıllarında, uluslararası alanda öncülük ettiğimiz sözleşmeden tek imzayla çıkıldı.

Demokratik gerileme döneminin altına bir imza daha atıldı.

Bu karar, etkisi halen süren büyük çaplı bir hukuk krizine yol açtı.

En kötüsü de ne biliyor musunuz? Daha önce de ifade ettim, İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararı ülkemizdeki potansiyel katilleri cesaretlendirdi.

Raporlara göre, Türkiye'de 2021 yılında erkekler tarafından 280 kadın öldürülürken, 217 kadın ise şüpheli şekilde ölü bulundu.

Bu yılın ilk verileri de ne yazık ki olumlu değil: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun verilerine göre 2022’nin ocak ayında 26 kadın cinayeti işlenirken, 28 kadının ölüm nedeni üzerindeki şüphe giderilmedi.

İçişleri Bakanlığı'nın açıkladığı verilere göre ise, Ocak ve Şubat aylarında toplam 36 kadın cinayeti işlendi. Bu sayıya şüpheli olanlar dahil değil.

Tablo gerçekten vahim.

Öte yandan, bu konuda umudumuzu diri tutan gelişmelere de şahit olduk.

Bir gece yarısı İstanbul Sözleşmesi’ni terk edenlerin evdeki siyasi hesapları çarşıya uymadı.

Çünkü her mahalleden kadın bu pervasızlığa karşı ses çıkardı.

Gösteriler düzenlendi. Türkiye’nin gece yarısı alınan kararlarla yönetilmesi, sağduyu sahibi herkes tarafından protesto edildi.

İktidar partisine yakın kimi kadınlar bile “Kol kırılır yen içinde kalır” demeden, eleştiri oklarını göğüslemek pahasına, İstanbul Sözleşmesi’ni savundular.

Toplumun her kesiminden kadınlar, bugünkü otoriter zihniyete geçit vermeyeceklerini gösterdiler.

Ben bu onurlu hak mücadelesine baktığımda hakikaten çok umutlanıyorum.

Çünkü kadınların kararlı mücadelesinin, iktidardaki otoriter zihniyete karşı galip geleceğini biliyorum.

Bu vesileyle, bir kez daha, kadınların hak savunuşu adına verdikleri bu büyük mücadeleyi can-ı gönülden alkışlıyorum.

Bir vatandaş olarak da şükranlarımı sunuyorum.

Kadınların sesi ülkemizde bastırılmaya çalışılırken, biz DEVA Partisi’nde bu sesi yükseltmeye gayret gösterdik, gösteriyoruz.

Biliyorsunuz, partimizi kurarken, yola çıkarken, hedefimizin parite olduğunu söyledik.

“Kadın kolları kurmuyoruz. Herkes ana kademede, herkes karar alıcı organlarda” olacak dedik ve %35 cinsiyet kotasını zorunlu hale getirdik.

Yeni bir siyaset dili inşa ederek, ayrımcı, kutuplaştırıcı ve çatışmacı üsluba hiçbir zaman izin vermedik.

Eski siyasetin görmezden geldiği tüm kesimleri gördük ve onlarla omuz omuza verdik.

Kurulduğumuzdan bu yana hep söyledik, söylüyoruz:

“Siyaset er meydanı değildir. Siyaset sadece erkeklere bırakılamayacak kadar da ciddi bir iştir.”

Kadınların siyasetteki ve toplumdaki yerini hak ettikleri gibi güçlendirmeyi hedefledik.

Her alanda eşitliği sağlamayı hedefleyerek ilerledik.

Çünkü katılımcılığın olmadığı bir yerde demokrasiden söz edilemez.

Adaletsizliğin ve eşitsizliğin olduğu bir yerde demokrasiden söz edilemez.

Bu konuda sizinle bir deneyimimi paylaşmak, sizi 7 yıl öncesine götürmek istiyorum.

Hatırlarsanız, büyük bir gayretle, Türkiye’nin 2015 yılında G-20 dönem başkanlığına seçilmesini sağlamıştık. Ben de G20 bakanlar komitesi başkanlığını yapıyordum.

Bütün dünyanın finans ve ekonomi gündemini Türkiye başkanlığında yönetiyorduk.

O dönemde, kadınların ekonomik alana katılımı konusunda cinsiyete dayalı engelleri kaldırmak gerektiğini savundum.

Bu amaçla W-20’nin, yani Kadın-20’nin kurulmasını bizzat önerdim.

W-20 yapısı ile, cinsiyete dayalı adaletsizlikleri önlemeyi, kadınların iş gücüne katılımını arttırmayı ve iş yaşamında ücret farklarının ortadan kaldırılmasını hedefledim.

Bir yandan kadın girişimciliğini teşvik ederken, diğer yandan kadınların kamusal alanda görünürlüğünü ve konumlarını yükseltmenin adil olacağını söyledim.

İlk başlarda bu önerimize karşı çıkan ülkeler oldu ama, sonuçta bunu tüm G20 ülkelerine kabul ettirmeyi başardık.

O gün bugündür, G20 ülkelerinin kadın örgütleri hem kendi ülkelerinde, hem de G20 masasında çalışan kadınların hak taleplerini dillendiriyor.

Yılda bir defa G20 liderleriyle bir araya gelip, talep bildirgelerini bizzat liderlere sunuyorlar.

Bir dokunuşla, tüm dünya kadınlarının faydalanacağı bir kazanım elde ettik.

Bugün de benzer dokunuşları ülkemiz için yapmamız gerektiğini düşünüyorum.

Özellikle, konuşmamın başında ifade ettiğim İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararı gibi otoriter hadsizliklere bir daha izin vermemek amacıyla, kadınların her alanda temsil gücünün artması gerektiğine inanıyorum.

Çünkü otoriter bir yönetime karşı en güçlü duruşun, kadınlardan geldiğini çook çok iyi biliyorum.

Bu noktada, size tarihimizdeki kadın hakları mücadelesinden de bir anekdot aktarmak istiyorum.

Halide Edip Adıvar.

Onun temsil ettiği değerlerin, iktidardaki otoriter ittifaka bir yanıt teşkil ettiğini düşünüyorum.

Halinde Edip, otoriter zihniyetin her türlüsüne itiraz etmişti.

Uğruna savaştığı bağımsızlığımızın ardından gelen tek parti dönemindeki adaletsizliklere itirazlarını sakınmamıştı.

Çok partili siyasi hayata geçtiğimizde Demokrat Parti’den milletvekili olmuş; ancak kendi partisinin demokratlığa sığmayan tutumlarını da eleştirmekten geri durmamıştı.

Haktan, adaletten, hukuktan taviz vermemişti.

Bu nedenle, bugün Türkiye’nin Halide Edip’i anlamaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Çünkü Halide Edip demek; “milletin kaderini tek bir şahsa teslim etmesine” de, “milletin seçtiklerinin insan haklarını ve anayasayı çiğnemesine” de razı gelmemek demektir.

Tıpkı İstanbul Sözleşmesi örneğinde gördüğümüz gibi, “Bir gece yarısı aldığınız keyfi kararla demokratik kazanımları tehlikeye atamazsınız” demektir.

Bugün değinmek istediğim bir diğer husus ise bölgemizde yaşanan gelişmeler.

Bildiğiniz gibi, Ukrayna, Rusya tarafından işgal ediliyor. Tüm dünya zorlu bir sınavdan geçiyor.

Savaşın sürdüğü her saniye, binlerce ailenin yerinden edilmesine ve büyük bir göç dalgasına yol açıyor.

Savaş, en çok da kadınların ve çocukların hayatlarını yaşanılmaz kılıyor.

21. yüzyılda yaşadığımız bu insanlık krizi, Ukrayna’da cinsel şiddet ve sömürü riskini tırmandırıyor.

Bu vesileyle, Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan çatışmaların bir an önce durdurulmasını, taraflar arasındaki görüşmelerin uluslararası hukuka uygun olarak barışçıl bir çözümle sonuçlanmasını diliyorum.

Bu savaş bize, uluslararası siyasette kadınların aklına ve taşıdıkları değerlere ne kadar ihtiyacımız olduğunu bir kez daha ispatladı.

Sözlerimin sonuna gelirken, niçin böyle düşündüğümü biraz açmak istiyorum.

Kadınların esas gücü; akıl ile ihtiyaçları birleştirmekten geliyor.

Emperyal hayaller gibi hırslara kapılmayan kadınlar, sorunların barışçıl çözümlerini kavrayabiliyor.

Kadınlar, tüm tarafların güvenlik ihtiyacını dikkate alan yeni çözümler geliştirebiliyor.

Gücün bir korku aracı olarak kullanılmaması gerektiğini en iyi kadınlar biliyor.

Dış politikada kadınların etkili konumlarda olması, empati ve diyalog kanallarını genişletebiliyor.

Sorunlar ne kadar keskin olursa olsun; kadınlar diyalog kanallarını daima açık tutabiliyor.

Çatışma çözümlerinde kadınların sürecin parçası olduğu örnekler, diğerlerine göre daha yüksek oranla başarıyla sonuçlanıyor ve kalıcılığı artıyor.

Ve tabii ki dünyanın neresinde olursa olsun, savaşların acısını en çok kadınlar çekiyor.

Kadınlar yönetişimde daha fazla temsil edildiğinde, uzlaşmaya dayalı ve barışçıl dış politika kolaylaşıyor.

Kısacası; bugün, sadece ülkemizin değil, bütün yerkürenin kadınların aklına ihtiyacı olduğuna inanıyorum.

Konuşmamı, az önce ismini zikrettiğim Halide Edip’in bir sözüyle tamamlamak istiyorum.

“Dünyanın genel eğilimi şiddetten yana oldukça, şiddeti teşvik etmek için cesarete ihtiyaç yoktur. Tek başına şiddete karşı çıkmak ise, güçlü olmaktır.”

Bugün de, tüm dünyayı tehdit eden emperyal hevesler uğruna şiddete başvuranlara karşı hep beraber hatırlatalım: “Şiddete karşı çıkmak güçlü olmaktır”

Kadın-erkek hep beraber, ülkemizin ve bölgemizin şiddetin her türlüsünden arındırılması için çalışacağımızın altını bir kez daha çiziyorum.