Gazeteci yazar Abdurrahman Dilipak, bugünkü köşe yazısında servet ve iktidar konusuna değindi

Şeytan'ın en çok servet ve iktidarla geldiğini belirten Dilipak'ın, "Servet ve iktidar, İlahlık ve Rab’lik beraberinde gösteriş, kibir ve israf gibi daha birçok hastalıkla birlikte gelir. Başlangıçta insanlar, diğer insanları dönüştürmek için servet ve iktidarı isterler. Şeytan onları bu iyilik duygusu ile aldatır, hatta Allah’la aldatır. Sonra o servet ve iktidara sahip olunca, o servet ve iktidar o insanları büyük ölçüde dönüştürür. Kan dökücü, hırsız bir karaktere dönüştürür. " sözleri dikkat çekti.

Servet ve iktidar mutlak kötü olmadığını, eğer öyle olsaydı Peygamberlerin iktidar ve servet sahibi olmayacağını belirten Dilipak, "O zaman o imkanlara sahip olanların bu imkanların musibetlerinden korunmak için yüksek bir ahlaka da sahip olması ve her halukârda sürekli olarak hem kendi nefsini murakabeye tabi tutması hem de şeffaf bir şekilde kendini denetime açık tutması gerekir. Onun için erdemli insanlar “Beni bana bırakma, beni nefsimle baş başa bırakma Allah’ım” diye dua eder. Günde en az 40 defa Fatiha okuması nedendir bir Müslümanın!" ifadelerini kullandı.

Yeni Akit Yazarı Abdurrahman Dilipak'ın köşe yazısı şu şekilde:

"Kimi yaptıklarıyla övünüyor, kimi yapamadıkları ile dövünüyor..

Yunus neyi gördü de, “ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim” demişti. Zafer ya da yenilgi, başarı ya da başarısızlık. Ne anlamı var bunların! Allah bizi mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan etmeyecek mi? Hz. Eyyub ya da Hz. Yusuf, aynı Eyyub, aynı Yusuf değil miydi! Ne oldu da en zayıf ve en güçlü oldular?! En yoksul Eba Zer’in suçu neydi? En zengin Hz. Süleyman’ın özelliği neydi? En zenginin eksiği, en yoksulun zenginliği neydi? Onu yoksul ya da zengin gören akıl hangi ölçülerle bunun böyle olduğuna karar veriyor!

Hz. Lut, Hz. İbrahim’in yeğeni idi. Nasıl oldu da en yakınlarını bile imana girdiremedi ve halkını helaktan kurtaramadı. “Halkla ilişkiler yönü zayıftı demek ki” mi diyeceğiz!! Ya da Hz. Nuh, 950 yıl yaşayacak, bir karısını, oğlunu bile dinine ikna edemeyecek; 40 kişiyi yanına alabilecek ancak..

Oysa bizim vakıflarımıza, bizim mekteplerimize, kurslarımıza, dergahlarımıza, bizim şeyhimize, hacımıza, hocamıza getirin onları bak nasıl yola getiriyoruz!?

Sahi birilerinin elinde Peygamberlerde olmayan bir güç mü var da kalpleri çevirebiliyorlar? Göklerin ordularına onlar mı komuta ediyor, göklerin hazinelerinin anahtarı onların elinde mi? Peygamberler değil de Şeytan nasıl bu kadar kolay ikna edebiliyor insanları. Peygamberin evinden bile, onun çocuklarını çalabiliyor. Hz. Yusuf’u kuyuya atan kardeşlerini hatırlayın, ya da Kâbe’de, Hac’da Şeytan taşlamanın nereden geldiğini hatırlayın. Şeytan Hz. İbrahim’den, Hz. Haacer’den ve Hz. İsmail’den bile vazgeçmedi. Babanın, annenin, çocuğunun kapısını ayrı ayrı çaldı ve üçü de o lanetlenmiş Şeytanı taşladı. Bizse nefsimize taht kuran Şeytanı bahçe kapısında karşılıyor, ıslıklar, davul zurna ile evimize davet ediyor, yoluna halılar döşüyor, evimizin baş köşesinde ona yer ayırıyoruz.

Bakın ins’in Şeytan’ı; Cin’nin Şeytanını da, asıl Şeytanı da kıskandırır. En büyük Stockholm sendromu budur. Celladına âşık olma işte tam da böyle bir şey. Moda akımların peşine takılır savrulur gidersiniz. İnsanın içinde Ruh Meleklerin ve nefs Şeytanın makamıdır. Biz nefsin heva ve heveslerinin peşinde koşuyoruz. Asıl sorun burada. Şeytan ve Cin’nin müfsidleri, Allah’ın muttaki kullarına bir zarar veremez. Şeytan en çok da servet ve iktidarla gelir. Yoksulluk da beladır. Ama zenginlik yoksulluktan daha az bir bela değildir. Servet ve iktidar, İlahlık ve Rab’lik beraberinde gösteriş, kibir ve israf gibi daha birçok hastalıkla birlikte gelir. Başlangıçta insanlar, diğer insanları dönüştürmek için servet ve iktidarı isterler. Şeytan onları bu iyilik duygusu ile aldatır, hatta Allah’la aldatır. Sonra o servet ve iktidara sahip olunca, o servet ve iktidar o insanları büyük ölçüde dönüştürür. Kan dökücü, hırsız bir karaktere dönüştürür.

Servet ve iktidar mutlak kötü olsaydı, Peygamberler buna sahip olmazdı. O zaman o imkanlara sahip olanların bu imkanların musibetlerinden korunmak için yüksek bir ahlaka da sahip olması ve her halukârda sürekli olarak hem kendi nefsini murakabeye tabi tutması hem de şeffaf bir şekilde kendini denetime açık tutması gerekir. Onun için erdemli insanlar “Beni bana bırakma, beni nefsimle baş başa bırakma Allah’ım” diye dua eder. Günde en az 40 defa Fatiha okuması nedendir bir Müslümanın! “Ya Rab, bana hakkı hak, batıl’ı batıl göster, hak’da toplanmamızı nasib et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil” derken bunu demiş olmuyor muyuz.

Biz hep istiyoruz, sadece istiyoruz. Sahip olduğumuz şeyler konusunda tedbir almadığımız için de, o şeyler “dua ile istenen bir bela”ya dönüşüyor.

Bakın, biz bir şey isterken o şeyin “Hayır mı, şer mi olduğunu” bilmiyoruz. Ama yine de istiyoruz, sonra “ben yaptım” diye övünüyoruz. Dikkat edin, övüncünüz kibre dönüşürse veren Allah alır da. Malınızı da evladınızı da aleyhinize bir fitneye dönüştürür. Öyle demedi mi kitabında, “Malınız, canınız ve sevdikleriniz fitne olabilir”. Unutmayın ihtirasla istediğiniz her şey sizin için bir imtihana dönüşebilir. Dua ile istenen bir belaya dönüşebilir. Sakın “Biz olmasak bu işler olmadı” gibi iddia ile halkın huzuruna çıkmayın, Allah’ın gazabı sizi bulur o zaman. 

Allah sizi vesile kılmıştır. Allah (cc) bir şeyi dilemişse, bir başkasını da vesile kılabilirdi. O dilerse, bukağılı Şeytanlara bile kendi mabedini inşa ettirebilir. Süleyman mabedi böyle inşa edilmedi mi? “Ama o şunu da yaptı, bunu da, o olmazsa bunlar da olmaz” diye düşünmeye başladı ile iyi bilin ki, o mutlaklaştırdığınız şeyden ve kişilerden mahrum bırakılacaksınız. Eğer kişilere bağlı ezel-ebed iddianız varsa, o iddianız altında ezileceksiniz, mahrum bırakılacak ve zillete düçar olacaksınız.

Allah’ın rahmeti, bereketi, rızasında gizlidir. Yoksa O’nun iradesi kainatı kapsar. Hayır da, Şer de O’nun iradesi içindedir. Biz O’nun rızasını arayalım ve O’na ram olalım. Üzerimize düşeni yapalım, o kadar. Her zaman, zemin ve şart altında sabredenlerden, şükredenlerden, haksızlıklara karşı (kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı, zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa) direnelim. Kınayanların kınamasına aldanmayalım. Bizi gören, duyan, bilen, güç ve kuvvet sahibi, eşi benzeri olmayan, mutlak iktidar sahibi, kadere, rızga ve ecele hükmeden bir Allah var, ne gam!

Yeniden düşünelim: Pandemiymiş, Global Reset’miş, Dünya savaşı çıkacakmış, birileri esbabı cefasın toplasın gelsin! Ben bütün bu olanlar karşısında üzerime düşeni yapıyor muyum. Kimlerle beraber ne yapıyorum. Yüzüm Hakk’a ve Hakk’a hizmet vesilesi olarak halka mı dönük, yoksa Şeytana ve onun işbirlikçisi mahfillere mi dönük. Onun rızasının tecellisinin vesilesi miyim, servet ve iktidarlarına güvenen, Şeytanın yeni uluslararası sisteminin taşeronluğuna soyunan Global Pedefolik çetelerin mi?

Allah’ın sizin hakkınızdaki hükmünü bilmek istiyorsanız, sizi neyle meşgul ettiğine bakın. Kimlerle berabersiniz ve kimin peşinden gidiyorsunuz ve bunu yaparken nereye varmak istiyorsunuz, yeryüzünde bir cennet peşinde mi koşuyorsunuz, yoksa Allah’ın rızasına mı ulaşmak istiyorsunuz.

Dikkat! Şeytan sizi Allah’la aldatmasın! Sözleri ile Allah’tan bahsedip, ayakları ile başka yöne gidenlere dikkat edelim. Fasık’lar, münafık’lar, müstekbir’ler, METAryaslist’lere dikkat. Bütün bu olanlar bir imtihan.. Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin bize gösterileceği bir gün var. Direnişte sabır göstermeliyiz. Allah’ın ipini bırakıp Şeytanın işgüderlerinin boyunlarına taktığı tasmayla sürüklendikleri yere doğru koşanların varacağı yer bellidir. Birileri köpeklerinin tasmasını elinde tutarken, Şeytanın kendi boynuna taktığı tasmanın farkında olmayabilir.

Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek ister. Ama öte yandan da her topluluk layık olduğu gibi idare edilecektir. Zalimleri veli edinenler onlarla birlikte haşrolacaklar. Biz zalimlerden olmayalım, haksızlıklar karşısında susmayalım ki, ateş bize de dokunmasın. Yoksa içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden biz de helak olabiliriz. Unutmayalım Allah’ın kolaylaştırdığından daha kolay, zorlaştırdığından daha zor bir iş yoktur. Her şey olacağına varır. Haksızlıklar karşısında susmayanlar, Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olanlar mahzun olmayacaklar. Çaresiz değilsiniz, çünkü çare sizsiniz: Yeryüzünün bütün mazlum ve erdemli insanları birleşiniz. 

Selâm ve dua ile."