Geçtiğimiz günlerde evinin önünde silahlı ve sopalı saldırıya uğrayan Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ, gazeteci Orhan Uğuroğlu ve KRT TV den Afşin Hatipoğlu saldırılardan yaralı olarak kurtuldu, birkaç gün önce de taburcu edildiler. Kendilerine geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum.

Bizlere 90’lı yılların faili meçhul cinayetlerini hatırlatan bu eylem alelâde görülüp üzeri örtülecek

bir saldırı, bir adi suç veya zanlıların ifadesi ile “kişisel husumet” değildir. Selçuk Özdağ’a ve eş zamanlı olarak gazetecilere yapılan ‘organize’ saldırı “geriye mi dönüyoruz” sorusunu akıllara getirdi.

Saldırıyı yapan piyonlara ve “kişisel husumet” diye verdikleri ifadelere bakarak yanılmamak lazım gelir.

Bu saldırı, muhalefet yapan siyasetçilerin ve gerçekleri yazan özgür gazetecilere parmak sallamak, yüreklerine korku salmaktan başka bir şey değildir.

Bu saldırının arkasındakiler her kimse, Türkiye’yi tekrar 90’lı yılların faili meçhul cinayetlerine götürmek isteyenlerdir, bu işin ardı boş değildir.

Hemen her yaşanan gelişmenin akabinde “örgütsel eylem” ifadesini kullanmakta gayet cömert davranan Süleyman Soylu, Selçuk Özdağ ve Orhan Uğuroğlu’nun uğradığı saldırıların “tepkisel” olduğunu ifade etti. Avukat Afşin Hatipoğlu’nun ise kişisel nedenlerle saldırıya uğradığını, Geçtiğimiz ay evinin önünde silahlı saldırıya uğrayan Ayhan sefer Üstün için ise “alacak verecek meselesiymiş” gibi, saldırganın ifadesine hemencecik inanan bir yaklaşım sergiledi.

Henüz yargılama sayfasına başlanmamış olmasına rağmen Maşallah Süleyman Soylu “Şak” diye hükmü verdi. Bu kesin kanıya nereden, nasıl vardı sormak lazım.

Saldırganların Polis Merkezi’nde verdikleri “kişisel husumet, alacak verecek meselesi” gibi ilk ifadeleri doğru olarak kabul ediliyor, sonraki işlemler ilk ifadeye göre mi yapılıyor. Emniyetin çalışma yöntemi bu mu?

Saldırıya uğrayan Afşin Hatipoğlu da, Gazeteci Orhan Uğuroğlu da ayrı ayrı ifadelerinde saldırganların kaçarken “Konuştuklarına dikkat et” diye bağırdıklarını söylemeleri, Süleyman Soylu’nun zaten resmiyette içi bomboş olan “kişisel eylem” iddiasını çürütüyor.

Bir sosyal medya paylaşımına dahi terör dosyası açan İçişleri Bakanlığı yetkilileri, geçtiğimiz ay Ayhan sefer Üstün, şimdi ise bu saldırılar karşısında “kişisel bir eylem” demeleri ne korkunç bir garabettir.

Peki bu saldırılar bir kesimde “belkide haklı olarak” Milliyetçi Hareket Partisi ile bağlantılandırılmak istenirken birçok defa devlet adamlığını ön plana çıkararak siyasete müdahalelerde bulunduğunu gördüğümüz Devlet Bahçeli’nin, bu saldırıların oluşturduğu gerginlik yetmezmiş gibi, Karar gazetesinden Elif Çakır, Yıldıray Oğur ve Taha Akyol a “kiralık köşe yazarları” diyerek hedef göstermesinin tevil edilecek bir yanı var mı?

Bir şeylerin döndüğü, 90’lı yılların özlemiyle yanıp tutuşan kişilerin varlığı ve Devlet Bahçeli’nin kalbindeki bitmek bilmeyen köstekli saat, kehribar tesbih, sivri burun yumurta topuk çarşamba kundurası, el öptürme ve büyük görünme sevdasını kullandıkları âşikar…

Bugüne kadarki kazanımlardan ödün vermek istemiyor,  90’lı yıllardaki gibi faili meçhul cinayetler’in yaşandığı  dönemlere dönmek istemiyoruz. Devletin başı bu politikanın neresindedir bilmiyorum, ancak desteklemiyorsa derhal karşıs durmalıdır. Suskunluğu iyiye işaret, hayra alamet değil, vesselam.