Hayvancılığımız çökertildi.

Halkımızın ihtiyacına yetecek besi hayvanı yetiştiremiyoruz…

Balıkçılığımızın durumu hiç parlak değil.

Meyve ve sebzelerde aşırı miktarda hormon ve kimyevî madde var.

Yüz milyonlarca insanı doyurabilecek topraklarımız doğru dürüst ekilmiyor.

Arazilerimiz bomboş, yeteri kadar ziraat yapılmıyor. Muazzam miktarda tarım toprağı yapılaşmaya açıldı, betonlaştırıldı.

Hayli bal üretiyoruz ama bunların büyük kısmı şekerli sahte bal. Halkımıza domuz, yaban domuzu, eşek eti yediriliyor.

Tüm bunlar gerçek…

Yeni Akit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak bugünkü yazısında ‘tohum’ konusunu ele aldı. 

Dilipak, “GDO’lu mahsullerle beslenen hayvanların eti de sütü de sağlık açısında büyük risk.” diye yazdı.

Dilipak’ın, “Tohum deyip geçmeyin!” başlıklı yazısı şöyle:

“Biz “ekmeli mahlukat”, “eşrefi mahlukat” olduğumuz gibi “Belhum adal” da olabiliyoruz. İnsanoğlu Peygamber olabildiği gibi, lânetli bir Şeytan’a da dönüşebiliyor. Biz “zübde-i kâinat”ız aslında. Yani kâinatın özetiyiz.

Şunu aklımızdan çıkarmayalım, ne yiyorsak biz onun bir parçasıyız. İçinize aldığınız her şey, sizin bir parçanız olduğu gibi sizi kendine benzetir. Bu sadece fiziki anlamda değil, aynı zamanda manevi açıdan da böyledir. Onun için “helal süt emmek”den söz edilir; ki süt annenin yediklerinin özüdür.
Bizim Yusuf Ozan Demir’le zaman zaman bu konular üzerine yazışıyoruz. Demir, Akit Tv’de zaman zaman birlikte program yaptığımız arkadaşımız. Onunla birlikte bizim ortak bir hassasiyetimiz bu konu. Ve tabii bu konuda hassasiyet sahibi ülke genelinde birçok arkadaşımız var. “Gıda Hareketi”ni zaten biliyorsunuzdur.
Kuşların, balıkların, arıların, kelebeklerin, karıncaların başına gelen ne varsa bizim de başımıza gelecek. Havayı, suyu toprağı kirlettik. Önce ahlakımız kirlendi. Kimyasallar, zehirlediğimiz tabiat, plastik, petro kimya ürünleri yetmedi, şimdi tohumun geni ile oynuyoruz. Hayvanların DNA zincirine müdahale ediyoruz. Dünyayı radyasyona boğuyoruz, oksijen bir yandan giderek azalıyor, öte yandan oksijen atomlarının frekansını değiştiriyoruz. Maddenin yapısına müdahale ediyoruz. O da yetmiyor sürekli savaş makineleri, patlayıcılar geliştiriyoruz! Ve bunlarla bilim, teknoloji, güç adına övünç duyuyoruz. Birileri dünyayı ele geçirmek için nükleer savaşlar yetmiyor, savaşı uzaya taşıma çabasında, biyolojik silahlar, kimyasal silahlar yetmedi, RF silahları, ışın silahları geliştiriyoruz.

Dünyayı ele geçirme planları yapanlar, yeraltı şehirleri kuruyorlar. İnsanları öldürmek için robotlar üretiyorlar, tohum depoları kuruyorlar, “Global reset”den söz ediyorlar. Artık gayeleri para değil, bunlar kendilerini mitolojik tanrılara benzetiyorlar sanki. Sanki İlah’lık ve Rab’lik taslıyorlar. Ya da, belki de “Tanrıyı kıyamete zorluyorlar”, haşa akıllarınca.

Demir’in attığı Twitlere bakıyorum: “Tarım sektörünü elinde tutan GDO devleri insanlık için gerçek bir kıyamet peşinde. Norveç’in kuzeyindeki Spitsbergen adasında ‘Svalbard Küresel Tohum Deposu’ adı verilen ambara dikkat çekmek gerekiyor. Söz konusu bu ambar, Mart 2008 itibariyle resmen faaliyete başladı. Donmuş bir dağın 130 metre altına inşa edilen ambarda şu anda dünyanın dört bir yanından yaklaşık 3 milyon farklı tohum, özel ambalajlarda saklanıyor. Kuzey Kutbu’na BİN 100 kilometre uzaklıkta olan buzdağı ambarında bazı dayanıklı tohumlar, BİN yıl kadar bozulmadan kalabilecek. Her türlü nükleer saldırıya, patlamaya ve depreme dayanıklı olan bu tohum deposuna ‘kıyamet tohum deposu’ da deniyor. Müslüman ülkelerden de çalınarak dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini bir araya getiren ambarın amacının ‘gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak’ olduğu dillendiriliyor! Tabii bu görünürdeki düzmece masum nedeni! Projeyle ilgili dehşet verici şüpheler var. Tarım sektörünü ellerinde tutan genetiği değiştirilmiş organizma devleri söz konusu bu ambar ile yakından ilişkili. Ambardaki tohumlar aracılığı ile dünyayı ekonomik ve genetik olarak ele geçirme planlarının yattığına dair ciddi endişeler söz konusu. Acaba dünyanın pek çok ülkesinde ‹zaten var olan› tohum depolarına ne gibi bir felaket gelecektir ki, Svalbard’a muhtaç kalınacaktır.”

Ankara , GDO’lu 2 soya ve 1 mısır genine hayvan yemlerinde kullanılması şartıyla 10 yıl süreyle onay verilmiş. GDO’lu ürünlere ilişkin onay süreçlerinin yürütüldüğü özerk bir yapı olan ve akademisyenlerden oluşan Biyogüvenlik Kurulu, 2018’de yayınlanan KHK ile kapatılmış, yetkileri de Gıda Tarım ve Orman Bakanlığı’na devredilmişti. Aynı çevreler “sentetik et” konusunda da aktifler. Bir yandan “Hayvan Hakları Yasası” için çalışıyorlar, öte yandan üniversitelerde ARGE çalışmalarını sürdürüyorlar. Farkında mısınız, bugünlerde beyaz ve kırmızı et üretiminin çevreye zarar verdiği, insan sağlığı için risk taşıdığına ilişkin arkası arkasına haberler, akademik çalışmalar gelmeye başladı. Birileri iş üzerinde anlayacağınız. Yarın kuş gribi, domuz gribi gibi, sığırdan, koyun ve keçiden bulaşan hastalıklar da üretebilirler. İnsanlık topyekûn bir tehdit ve saldırı altında. Dünya genelinde siyaset, bilim ve bürokrasi, bunların eli ile media ve STK’lar sanki Şeytani planın kuklası olmuş gibi bir durum söz konusu. Oysa bu konunun bir “Milli Güvenlik Meselesi” olarak ele alınması gerek. Bakın, bu GDO’LU YEMler dönüp dolaşıp İNSAN SAĞLIĞINI VURACAK! Bunlar “ıslah ediciyiz diyen müfsitler, bozguncu bunlar. Bill ve Bill’in adamları, ya da Elon Musk aynı yolun yolcusu. Bunların ipiyle kuyuya inenler, dibte kalırlar.

Türkiye’de GDO’lu yem kullanımı, hem insan sağlığı, hem hayvan sağlığı hem de tarım açısından soru işaretleri taşıyor. Genetiği Değiştirilmiş Yem ile beslenen hayvanların ürünleri ne kadar sağlıklı olur? GDO’nun ve insan biokimyasını değiştiren, dönüştüren müdahaleler insan nesli için büyük risk teşkil ediyor.. GDO’lu mahsullerle beslenen hayvanların eti de sütü de sağlık açısında büyük risk. Yapılan araştırmalar GDO’lu yemin büyük bölümünün sindirilmeden vücuttan atıldığını gösteriyor. Hayvan dışkısı da yoğun olarak organik tarımda gübre olarak kullanılıyor. Değişik bilimsel çalışmalar, yapay gen parçacıklarının hayvanların iç organlarında bulunduğunu kanıtladı. Doğa ve insani konulara duyarlı olduklarını söyleyen Greenpeace, yıllar önce piyasadaki sütlere dikkat çekici bir analiz yaptırdı. Analizlerde GDO tespit etmesinin ardından dünya genelinde büyük bir tartışma çıktı. Avrupa’nın en büyük süt enstitüsünde bir çalışma yaptırdı. Bu çalışmada “sütlerde ‘GDO yoktur’ sonucuna ulaşıldı” deyip dünyaya yalan söylendi. O güne kadar “sütte GDO yoktur” diyenler modifiye genlerin hazmedildiğini savunuyorlardı. Ancak yapılan araştırmada onları yalancı çıkaracak çok ilginç ek bir bilgi ortaya çıktı. Hayvanın yediği modifiye genli yemin yüzde 60’ı sindirim sisteminde birçok soruna sebep oluyordu.

Yediğimize, içtiğimize dikkat edelim. Zorunlu ve acil olmadan mümkün olduğu ölçüde yeni elektronik bir şey almayalım. Paketlenmiş gıdalardan mümkün olduğu kadar uzak duralım. Su tüketimine dikkat. Kimyasallara dikkat! İsraftan sakınalım. Ahlakın temizliği çocuklarımızın elbisesinin temizliğinden, kafamızı ve kalbimizi doyurmak, karnımızı doyurmadan önce gelmeli. Önümüzdeki günlerde bu konuya yine döneceğim inşallah. Güzel, temiz, helal ve mübah şeylerin müşterisi olalım, hediye edelim, sadaka verelim, paylaşalım, tevbe edelim ve dua edelim. Selâm ve dua ile.”