Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın görevden el çektirilmesinin yankıları sürüyor. Dolar artışındaki tartışmalar da devam ediyor.

Dünya gazetesi yazarı Alaattin Aktaş ve yine Dünya gazetesinden Ali Ekber Yıldırım ise bugünkü köşelerinde dikkat çeken yazılar kaleme aldı.

Aktaş, "Sahi bu operasyonu niye yaptık?" başlıklı, Yıldırım ise "Ekonomik krizden çıkışın reçetesi tarım olabilir mi?" başlıklı yazısında yaşanan ekonomik krizi ele aldı.

"LİTERATÜRE BAYAĞI BİR KATKI"

"Merkez Bankası'na güven, başkanlık koltuğunda kim oturursa otursun, artık çok zor" diyen Aktaş, "Şimdi TL’nin keyfi yok; hala birileri ısrarla ve anlamsız bir şekilde 'Doların ateşi yükseldi' diye yazıp söylüyorsa da aslında hastalanan ve ateşi yükselen TL" dedi.

Aktaş, "Ekonomi politikasının kalbi Merkez Bankası’nda atar. Burada verilen kararların doğru ya da yanlışlığı bir yana, bu kararların siyasi otoriteden bağımsız bir şekilde alınıp alınmadığı çok daha önemlidir. Merkez Bankası yanlış da olsa bir karar verir ama onu düzeltebilir de. Ancak yanlış kararı siyasetçi empoze etmişse bankanın bunu düzeltme şansı yoktur" dedi.

"Şimdi elinizde ne var; 'iki kötü kağıt', yani yüksek faiz ve yüksek kur. Şimdi kuru düşürmek istiyorsanız faizi daha da artırmanız gerekecek, faizi düşürmeyi tercih ederseniz, ki anlaşılan niyet öyle, kur tavanı delip gidecek..." diyen Aktaş, "Yani biz cumartesi operasyonuyla 'birkaç gün önce faizi artıran, ardından da parasının değerini düşüren bir ülke' olarak ekonomi literatürüne bayağı bir katkı yapmış olduk" dedi ve bir tablo paylaştı.

"EKONOMİK KRİZDEN ÇIKIŞ İÇİN..."

Ali Ekber Yıldırım ise, "Yıllardır uygulanan ekonomi politikalarında tarımın potansiyeli, gücü, önemi hep yok sayıldı. Ülkeye döviz kazandıracak en önemli sektörlerden birisinin tarım ve gıda olduğu bilinçli veya bilinçsizce görmezden gelindi. Üretmek yerine ithalata dayalı bir politika ile tarım yok edilmeye çalışılıyor" derken, "Tarımda denge tabloları sadece yeterlilik düzeyi değil, ayrıntılara inildiğinde tarımda uygulanacak politika için çok önemli ipuçları veriyor. Hep söylenen ama bir türlü gerçekleştirilemeyen ürün deseni, üretim planlaması bu veriler ışığında ele alınarak politika oluşturulabilir. Tarım, ekonomik krizden çıkış için en önemli sektör olabilir" diye belirtti.

İşte o yazılar...

Alaattin Aktaş'ın yazısı şu şekilde:

✔ Bazı yönlerden biraz(!) kaybımız varsa da en azından iktisat literatürüne katkımız oldu. Hem faiz, hem kur nasıl artırılırmış, dünya aleme gösterdik...

✔ Merkez Bankası'na güven, başkanlık koltuğunda kim oturursa otursun, artık çok zor. Bu yüzden gelecekte bugünü aramamız kaçınılmaz gibi...

Uzun aramalardan sonra çocuğuna iyi bir bakıcı bulmuşsun; çocuk memnun, yüzü gülüyor, iştahı yerine gelmiş, yemek yerken mızmız değil, sağlığı bile düzelme yolunda. O mutlu olduğu için sen de mutlusun. Ailede çocuktan kaynaklanan gerginlik sona ermiş. Sonra bir gün ansızın tutup o bakıcıyı işten atıyor, yerine yeni birini getiriyorsun. Çocuğunun yüzü anında asılıyor, başlıyor eski huysuzlukları; yemek yemiyor, altına kaçırıyor, gece kabuslar görerek uyanıyor uykusundan. Eş dost soruyor, “Niye yaptın bu değişikliği” diye, “Size hesap mı vereceğim” havasındasın. Aileden birileri bakıcı için “İşini iyi yapmıyordu” diyor. “Neyi iyi yapmıyordu” diye soracak olanlar da yanıt alamıyor.

Çocuk TL'dir, bakıcılar da önce Naci Ağbal, şimdi de Şahap Kavcıoğlu...

Şimdi TL’nin keyfi yok; hala birileri ısrarla ve anlamsız bir şekilde “Doların ateşi yükseldi” diye yazıp söylüyorsa da aslında hastalanan ve ateşi yükselen TL.

Dün de yazdık; Naci Ağbal bu göreve faizi artırsın diye getirilmemişti. Engel olunmadığı takdirde faizi herkes artırırdı. Ağbal, hem piyasalara güven versin, hem de gerekeni yapsın diye getirilmişti bu göreve. Düşünülen de gerçekleşti. İç ve dış tüm piyasalar Ağbal’a güven duydu, gerekli olan faiz artışları da yapıldı ve dolar geçen hafta sonu 7.20’lere kadar geriledi. Bir ara 7’nin altı bile görülmüştü üstelik.

Sonra ne oldu, bir gece yarısı operasyonuyla Ağbal görevinden alındı, ardından da piyasaların açılmasıyla birlikte dolar 8 liraya fırladı.

Eğer kim olduklarını bir türlü göremediğimiz, kimsenin de göstermediği ve söylemediği dış güçler devredeyse niye cuma sabahı değil de pazartesi sabahı Türkiye üstüne oyunlar oynamaya başladılar?

Yok eğer kur artışına Merkez Bankası’ndaki operasyon yol açmışsa herhalde bunu da dış güçlere bağlayamayız!

Böyle olacağı belliyken...

Ekonomi politikasının kalbi Merkez Bankası’nda atar. Burada verilen kararların doğru ya da yanlışlığı bir yana, bu kararların siyasi otoriteden bağımsız bir şekilde alınıp alınmadığı çok daha önemlidir. Merkez Bankası yanlış da olsa bir karar verir ama onu düzeltebilir de. Ancak yanlış kararı siyasetçi empoze etmişse bankanın bunu düzeltme şansı yoktur.

Merkez Bankası böylesine önemli bir kurumken, “Ağbal gelsin şu işleri bir toparlasın” diye daha dört ay önce bir atama yapılmış ve bunun meyveleri toplanmış, daha da toplanıyorken, yanlış bir adımda tüm kazanımların kaybedileceği biliniyorken hafta sonu operasyonuna sahi niye gerek duyuldu?

Hiç kimse tutup herhalde “Biz böyle olacağını beklemiyorduk” diyemez. Eğer bunu söyleyebilen varsa, “Kusura bakma, senin öngörün de pek zayıfmış” demek gerekir.

Dolayısıyla bu yaşananlar hiç kimse için sürpriz değildir.

Öyleyse bunlar niye göze alındı?

Yani yüksek faizin yüksek enflasyon doğurduğu tezi mi ön plana çıkacaktır yine? Eğer öyleyse kasımdan bu yana yapılan faiz artışlarını nasıl izah edeceğiz?

Sorun yüksek faiz ise demek ki önümüzdeki dönemde bizleri hatırı sayılır oranda faiz indirimi beklemektedir. Hem zaten piyasa bunu görmüş ve fiyatlamaya başlamış durumdadır.

HEM FAİZİ HEM KURU ARTIRMA “BAŞARISI” GÖSTERDİK!

Kur yükselme eğilimindeyken elinizde kullanabileceğiniz bir silah vardır; faiz silahı.

Peki, kur yükselmesin diye bu silahı kullanmışsanız, hem de geçen hafta ve bu sayede döviz yönünü aşağı çevirmişse, yani amaç hasıl olmuşsa...

Ama siz tutup bir görevden alma operasyonuyla Merkez Bankası’nın biraz olsun oluşmaya yüz tutmuş bağımsızlığını yerle bir etmişseniz ve kuru sanki faizi düşürmüşçesine tırmandırmışsanız...

Şimdi elinizde ne var; "iki kötü kağıt”, yani yüksek faiz ve yüksek kur. Şimdi kuru düşürmek istiyorsanız faizi daha da artırmanız gerekecek, faizi düşürmeyi tercih ederseniz, ki anlaşılan niyet öyle, kur tavanı delip gidecek...

Literatüre katkı!

Kasımdan bu yana olan dönemin politika faizini, yıllık TÜFE değişimini ve dolar kurunu bir grafikte topladık.

Mart ayı için cumartesi operasyonu öncesi oluşan duruma göre bir muhtemel gidişat vardı. (Grafikteki G) Dolar 7.20’lerde dengelenecek gibi görünüyordu, faiz zaten belliydi yüzde 19’du, TÜFE ise marttaki görece yüksek artışla yıllık bazda yüzde 16.5-17.0 aralığında oluşacaktı.

Ama artık gidişat tümüyle değişti ve yeni bir tahmin oluştu. (Grafikteki T) TÜFE fazla değişmeyecektir, faize de 15 Nisan’a kadar dokunulmayacağını varsayıyoruz; ama kur çok yukarıda.

Yani biz cumartesi operasyonuyla “birkaç gün önce faizi artıran, ardından da parasının değerini düşüren bir ülke” olarak ekonomi literatürüne bayağı bir katkı yapmış olduk.

"İNKAR EDİLEMEZ BİR GERÇEK"

Ali Ekber Yıldırım'ın yazısı şu şekilde:

"Ekonomiyi sadece döviz, faiz, borsa üçgeninden ele alanlar için krizden çıkış için tarımın önemi elbette pek inandırıcı gelmeyecektir. Ancak, Türkiye'nin sahip olduğu tarımsal potansiyel doğru politikalarla ve iyi bir planlama ile değerlendirildiğinde krizden çıkış için önemli bir avantaj sağlayacağı çok açık.

Koronavirüs ile birlikte dünyada gıda ve tarımın öneminin ne kadar arttığı bir kez daha görüldü. Dünya gıda fiyatları son 6 yılın zirvesinde. İthalat yerine üreten bir Türkiye'nin bugün ekonomide çok daha iyi yerlerde olacağı inkâr edilemez bir gerçek.

Yıllardır uygulanan ekonomi politikalarında tarımın potansiyeli, gücü, önemi hep yok sayıldı. Ülkeye döviz kazandıracak en önemli sektörlerden birisinin tarım ve gıda olduğu bilinçli veya bilinçsizce görmezden gelindi. Üretmek yerine ithalata dayalı bir politika ile tarım yok edilmeye çalışılıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 18 Mart 2021'de "Bitkisel Ürün Denge Tabloları"nı yayınladı. Bu tablolarla Türkiye'nin hangi ürünlerde kendisine ne kadar yeterli olduğu, üretim, ithalat, ihracat verileri ayrıntılı olarak yer alıyor. Genellikle hangi üründe kendimize ne kadar yeterliyiz verisi üzerinden ele alınan bu tabloların detaylarına inildiğinde bazı gerçekler su yüzüne çıkıyor.

Tahıllarda kendine yeterlilik düşük

Öncelikle genel bir değerlendirme ile tabloların bize anlattıklarına bakalım. Tahıl ürünlerinde Türkiye, kendine yeterli değil. TÜİK’in verilerine göre, toplam tahıl ürünlerinde 2019-2020 piyasa döneminde yurt içi üretimin yurt içi talebi karşılama derecesi (yeterlilik derecesi) yüzde 87,8 olarak gerçekleşti. Toplam tahıl üretiminde en büyük paya sahip olan buğdayın yeterlilik derecesi yüzde 89,5, yem sanayinin en önemli girdilerini oluşturan arpanın yeterlilik derecesi yüzde 94,8, mısırın yeterlilik derecesi yüzde 75,5, soyanın yeterlilik derecesi ise sadece yüzde 4,7 olarak gerçekleşti.

Sebze ve meyvelerde yeterlilik çok yüksek

Sebze ve meyvelerde kendine yeterlilik çok yüksek. Türkiye'nin dünyada birinci olduğu incir, fındık, kayısı gibi ürünleri çok az tüketiyor. Bu ürünlerde kendine yeterlilik yüzde 500'lerin üzerinde. Bu ürünler aynı zamanda Türkiye'nin geleneksel ihraç ürünleri. Meyveler ve içecek bitkilerinde 2019-2020 piyasa döneminde en yüksek yeterlilik derecesi yüzde 617,9 ile incir ilk sırada. Turunçgiller grubunda yer alan meyvelerin tamamında kendine yeterlilik yüzde 100'ün üzerinde.

Toplam sebze ürünlerinde, 2019-2020 piyasa döneminde yurt içi üretimin, yurt içi talebi karşılama derecesi yüzde 107,2 oldu. Sebzelerde en yüksek yeterlilik derecesi havuçta yüzde 117,7 olurken, kuru soğanda yüzde 113,1, sakız kabakta ise yüzde 111,6 olarak gerçekleşti.

Buğdayda kayıp 1.5 milyon ton

Bu genel bilgilerden sonra bazı ürünlere detaylı olarak bakmakta yarar var. En çok konuşulan ürünlerden birisi buğday. TÜİK verilerine göre; 2019-2020 sezonunda Türkiye, 6.8 milyon hektar alanda 19 milyon ton buğday üretti. Üretilen buğdayın 1 milyon 45 bin tonu hasat sırasında kayboldu. Hasat kayıplarının önlenmesi çok önemli.

Üretilen 19 milyon ton buğdayın 17 milyon 955 bin tonu kullanılabilir durumda. 2019-2020 sezonunda Türkiye toplam 10 milyon 793 bin 317 ton buğday ithalatı yaptı. İthalatla birlikte buğday arzı 28 milyon 748 bin 317 ton.

Yurt içi kullanım miktarı 20 milyon 69 bin ton. Bu buğdayın 16 milyon 34 bin tonu tüketim amaçlı değerlendiriliyor. Tohumluk olarak 1 milyon 232 bin ton kullanılıyor. Yemlik olarak kullanılan buğday miktarı 2 milyon 267 bin ton. Hasat kayıpları 1 milyon 45 bin ton olurken, işleme ve diğer kullanımlar sırasındaki kayıp miktarı da 535 bin 673 ton. Buğdayda 19 milyon ton üretiyoruz ama bunun 1 milyon 580 bin 673 tonunu kaybediyoruz. Buğdaydan elde edilen, un, makarna, bulgur ve diğer ürünlerin buğday eşdeğeri ihracatı 7 milyon 530 bin ton.

Türkiye'de kişi başına yıllık 192,8 kilo buğday tüketiliyor. Buğdaydaki yeterlilik derecesi yüzde 89.5. Yani Türkiye buğdayda kendine yeterli değil.  Yapılması gereken üretimi artırmak. Ama aynı zamanda hasat ve diğer kayıpların minimum düzeye indirilmesi için çalışmak gerekiyor.

Yağlı tohumlarda büyük dengesizlik var

TÜİK’in yayınladığı denge tablolarında yağlı tohumlarla ilgili veriler çok çarpıcı.

Bu yıl çok gündemde olan ayçiçeği tohumu ve ayçiçeği yağı ile ilgili Türkiye'nin durumu hiç de iç açıcı değil. 2019-2020 sezonunda Türkiye'nin ayçiçeği üretimi 2 milyon 100 bin ton. Üretim kayıpları 16 bin 800 ton. Kullanılabilir üretim 2 milyon 83 bin 200 ton. İthalat 3 milyon 301 bin 308 ton. Türkiye ürettiğinden çok daha fazlasını ithal ediyor.

Toplam arz 5 milyon 384 bin 508 ton. Türkiye'nin tüketimi 3 milyon 385 bin 497 ton. Tohumluk olarak 11 bin 289 ton kullanılıyor. İhracat 1 milyon 939 bin 887 ton. Kişi başına tüketim 40.7 kilo. Ayçiçeğindeki yeterlilik derecesi ise yüzde 60.1 olarak belirlendi.

Soyada yeterlilik sadece yüzde 4.7

Hem gıda hem de yem sektöründe yaygın olarak kullanılan soyada Türkiye yaklaşık 3 milyon 150 bin ton kullanımı var. Bunun sadece 150 bin tonunu üretiliyor. Soya ithalatı 3 milyon 38 bin ton. Soyanın 1.6 milyon tonu yemlik,1 milyon 485 bin tonu endüstride kullanılıyor. Soyadaki yeterlilik oranı yüzde 4.7 oldu.

Bakliyatta potansiyel değerlendirilemiyor

Bakliyat ürünlerinde toplam üretim 1 milyon 230 bin ton. İthalat ise 569 bin ton. Kişi başına bakliyat tüketim 13.6 kilogram. Yeterlilik derecesi ise yüzde 94.7 oldu.

Bakliyat ürünlerinde en çarpıcı olanı kırmızı mercimekte yaşananlar. Türkiye, 310 bin ton kırmızı mercimek üretirken bunun 8 bin 60 tonunu hasat sırasında kaybediyor.

Kullanılabilir 301 bin 940 ton mercimek üretimine karşılık, 479 bin 863 ton ithalat yapıldı. Kişi başına mercimek tüketimi 4.6 kilo. Yeterlilik derecesi ise yüzde 71.7 olarak gerçekleşti.

Kuru meyvelerde büyük avantaj

Türkiye'nin en iyi durumda olduğu ürünler kuru meyveler. Yeterlilik derecesinin en yüksek olduğu ürün incir. İncirde 310 bin ton üretim, 45 bin ton tüketim, 256 bin ton ihracat var. Yani yemiyoruz ihraç ediyoruz. Kişi başına incir tüketimi yıllık 500 gram. Benzer bir durum kayısıda var. Kayısı üretimi 863 bin 856 ton, tüketim 194 bin ton ve ihracat 533 bin ton. Kişi başına kayısı tüketimi 2.3 kilo.

Fındıkta kendine yeterlilik yüzde 563.9 olurken, kestanede yüzde 120.9 oldu. Türkiye dünyanın en çok fındık üreten ülkesi fakat kişi başına yıllık sadece 1.6 kilo fındık tüketiliyor. Cevizde kendine yeterlilik yüzde 72.7 olmasına rağmen kişi başına 3.5 kilo ceviz tüketiliyor. Bademde yeterlilik derecesi yüzde 78,7 kişi başına tüketim ise 2.2 kilo.

Turunçgillerde ihracat oranı yüksek

TÜİK verilerine göre greyfurt, limon, mandalina ve portakalı kapsayan turunçgillerde toplamda kendine yeterlilik oranı yüzde 174,4 seviyesinde. En dikkat çeken ürün bu grupta greyfurt. Türkiye 249 bin 185 ton greyfurt üretiyor, bunun 5 bin 482 tonu üretim sırasında kaybediliyor. Kullanılabilir 243 bin ton 703 ton greyfurtun 188 bin 189 tonu ihraç ediliyor. Kişi başına greyfurt tüketimi 600 gram. Greyfurtta kendine yeterlilik derecesi 424,9 kilo. Mandalinada üretim 1 milyon 400 bin ton, kayıp 15 bin 400 ton. Tüketim 547 bin 243 ton, ihracat 832 bin 246 ton. Kişi başına tüketim 6.6 kilo. Yeterlilik derecesi yüzde 232,8 oldu.

Tarımda denge tabloları sadece yeterlilik düzeyi değil, ayrıntılara inildiğinde tarımda uygulanacak politika için çok önemli ipuçları veriyor. Hep söylenen ama bir türlü gerçekleştirilemeyen ürün deseni, üretim planlaması bu veriler ışığında ele alınarak politika oluşturulabilir. Tarım, ekonomik krizden çıkış için en önemli sektör olabilir.