Baskın Oran

Tek Adam Rejimi’nin yerinde ben olsam, bu İstanbul Sözleşmesi ve Montrö (Montreux) işlerini unutturmaya çalışırdım. Ama panik diye bişey var. Şimdi TBMM Başkanı M. Şentop kalktı, Montrö demecinin üzerine tüy dikti, ben söylemedim dedi.

La havle ve la kuvvete. Bir kere, bilin veya bilmeyin ama Montrö, aynen Lozan gibi, uluslararası hukukta objektif statü dediğimiz niteliğe sahip; yani imzalamayan devletleri bile bağlar. İkincisi, şimdi herkes başladı dalgasını geçmeye: “Bazı koşulları eklerseniz, olur size cacık.” Bu devlete günah değil mi yahu?

Cacığı bırak; 1936 Montrö’nün yara alması, bizim Tek Adam Rejimi’nin başlıca dış dayanağı Rusya için tam bir aort yırtılması. Kıyıdaş olmayan (ör. ABD) savaş gemilerinin Karadeniz’e girmesini sayı-tonaj-kalış süresi bakımından sınırlandırması bunun sebeplerinden sadece bir tanesi.   

***

Yandaşlar dahil, Türkiye’de insanlar bu kadar hata yapılabilmesini anlayamıyorlar. Niçin biliyor musunuz, İstanbul Sözleşmesi ve Montrö’yü dış politika olarak düşünüyorlar da ondan. Böyle düşününce, mi dışı yoksa dış mı içi etkiledi sorusu çıkıyor. Oysa Tek Adam Rejimi’nin dış politikası filan yok. Sadece iç politikası var. O da, “İktidarda kalmaya nasıl devam ederim”in cevabını aramaktan ibaret.

Olay bu. Peki nihai amaç? O da şu: ‘Kendimi kadir-i mutlak ve dokunulmaz ilan edebilmek için anayasayla, yasalarla, hatta uluslararası antlaşmalarla istediğim gibi tek imzayla oynarım ve kimseye de hesap vermem’ diyebilme ruhsatı almak.

“Yeni Anayasa” adıyla pazarlanan bu ruhsat sayesinde, yarın her hukuk ihlalini tartışmasız kabul ettirebilme umudu.

***

Peki, bu fantastik ruhsat arayışı neye/kime güvenerek yürütülüyor? “Üç benzemez” gruba:

1) Yandaşlar. AKP+MHP oyu % 37,9’a düştü. Bu durumda Rejim ancak yandaşlara ekonomik (İstanbul Kanalı, vs.) ve psikolojik (Ayasofya, vs.) rant dağıtmayı hızlandırma sayesinde ayakta kalabilir.

2) Muhalefet. Lagar (uyuşuk), paramparça, polislere sabah namazından sonra teslim olmak isteyen Dr. Gergerlioğlu’na bile sahip çıkamayan muhalefet. Erdoğan’ın hâlâ iktidarda kalabilmesinin başlıca sebebi.

3) Avrupa devletleri. Trump gidince yerini onlar aldı. Erdoğan tepkileri engellemek için dış saldırıları her durdurur gibi yaptığında Avrupa devletleri başlıyorlar: “Olumlu sinyallerden büyük memnuniyet duyuyoruz” veya en fazla, “Kaygıyla izliyoruz”lara. Başlıca dertleri de, mültecilerin durdurulması.

***

Bu düzen daha ne kadar sürebilir?

İktidarın dağılması hemen gelecek hafta olmayacak. Ama fazla da sürmez. Çünkü İslamcıların temel direği esnafın mahvolduğu ortamda AKP “pul pul” dökülmeye başladı: AKP’lilerin yüzde 53,7’si ve MHP’lilerin yüzde 89,5’i kararların Meclis’te alınmasını istiyor. Çünkü Batıcı devlet isteyenlerin oranı %70’i geçti, oysa İslamcı devlet isteyenlerinki %1,3. Çünkü artık tüm olay makaraya sarılıyor. “Yatay çekim olduğu için pudraşekeri kokain gibi gözüküyor”.  

Bu arada iktidar kendi kendini tatmin etmekle meşgul: Erdoğan “En hızlı büyüyen ülkeyiz” diyor, milletin pazardan çürük sebze topladığı bir ülkede “Tarımsal üretimde rekor kırdık” diyor. Bahçeli de el yükselterek katılıyor: “Demokrasi yok diyenler külahıma anlatsınlar”. Bi işbölümü yapmışlar.   

***

Muhalefetin durumuna gelirsek, onun da bu kadar berbat devam etmesi çok zor.  Çünkü hem CHP’nin içinden filizler yükseliyor, hem AKP bölünüyor, hem de bu kadar lagarlık artık tüm Türkiye’ye fazla geliyor.

Avrupa devletlerinin kadife eldiveni. Bunun da fazla sürmesi mümkün değil. Avrupa devletleri ile Avrupa kamuoyu ayrıştı. Artık Avrupa medyasının temsil ettiği kamuoyu (küreselleşme) Avrupa devletlerine karşı çıkmakta. Çünkü Batı’nın ekonomik düzeni kapitalizm ise, politik düzeni de insan hakları. Bakın, Hollanda vicdani retçi Murat Kızılay’ı Türkiye’ye iade etmeye kalktı, kamuoyu dünyayı başına yıkınca pes etti.  

Peki emperyalizm bitti mi yani? Bu iki kavramın ilişkisi üzerine örnek lazımsa, küreselleşme döneminde emperyalizm yapmaya kalkan George W. Bush’un 2003 Irak işgalinin hangi akıbete uğradığını hatırlamak yeter.