Önceki yazımızda “Siyasal-İslam” denilen, görüntüde İslami, ama özlerinde Makyavelist olan dinci akımların, ideolojilerinde ve pratikte, İslam’la alakalarının olmadığını; söylemleri açısından dindar, ama eylemleri açısından herhangi bir Makyavelist, oportünist, otoriter veya totaliter akımlardan farklarının olmadıkları, onların asıl amacının insanları “Allah ile Aldatmak” suretiyle “dünya menfaati”, “dünya saltanatı” temin etmek olduğu tezimiz üzerindeki incelemelerimize devam ediyoruz.

Kuran, “dünya menfaati /saltanatı” için her türden hile ve bozgunculuğu yapmaktan çekinmeyen kişileri “Ahiret hayatı karşılığında bu dünya hayatını satın alanlar” olarak tarif etmektedir.

Bir dine inanmış gibi görülen, kuzu postuna bürünmüş iki yüzlüler hakkında tüm dinler inananlarını uyarmıştır ve tüm dinlerin bu uyarıları halen de geçerlidir.

İşte, bir uyarı örneği;

Bakara Suresi, Ayet (8)- İnsanlardan öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde, "Allah'a ve ahiret gününe inandık." derler. (9)- Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar.

Şeytan ve/veya nefislerine uyup onun yolundan gidenler, birtakım menfaatler elde etmek için tarih boyunca tüm dinlerin içerisine sızmaya çalışmış, sızmış ve sızmaya devam etmektedirler. Böylece kendi “şeytani” planlarını “ilahi” imiş gibi kutsal, dokunulamaz, sorgulanamaz hale getirerek, kendi dünyevi saltanatlarını kurmak ve sürdürebilmeyi çok daha kolay hale getirebilmektedir.

Yukarıdaki ifadelerden veya ayetlerden neleri kastettiğimiz hususunu açıklamak için İslam tarihinde iyi bilinen bir örneği; “Mescid-i Dırar” olayını hatırlatmak istiyorum.

Mescid-i Dırar, 630 yıllında, yani, daha, Hz. Peygamber hayatta ikin Medine’de inşa edilmiş oldukça işlevsel “bir camidir”. Bu caminin görünürdeki inşa amacı, Medine’de oturan ancak evleri Mescid-i Kubâ veya Mescid-i Nebî'ye uzak olan yaşlıların ve engellilerin cemaate yetişmekte güçlük çekmeleri ve/veya yağmur, sel, fırtına gibi hava muhalefeti sebebiyle, bazı günlerde, bu iki camiye hiç ulaşamayan Müslümanların toplu ibadete katılma problemlerini çözmektir.

Ama, Mescid-i Dırar’ın, esas inşa edilme amacı konusunda, Müslümanların bilmedikleri veya bazılarının amacını sezseler bile ispatlayamayacakları için sessiz kaldıkları gizli bir gerekçe vardır: O da o camiyi; İslam’ın içini boşaltmak, Müslümanlar arasına fitne-fesat sokmak, Müslümanları bölmek, İslam’a girmeye meyilli insanları bu niyetlerinden vaz geçirmek, İslam ve Müslümanlara karşı bir “komplo merkezi” olarak kullanmaktır.

Bu plan, İslam düşmanlarının, Medine'deki, Müslüman görünümlü, münafıklarla yaptığı bir iş birliği çerçevesinde hazırlanmıştır. Mescid-i Dırar’ın inşası ile İslam düşmanları, “Cami /ibadet merkezi” görüntüsü altında, harika bir toplanma yeri ve kimsenin kendilerinden şüphelenmeyeceği ve rahatsız edemeyeceği tam bir “ihanet üssü” elde etmiş olacaklardır.

Mescid-i Dırar’ın, inşası esnasında, Hazreti Peygamber de hayatta olduğu için, elbette, onun da onayının alınması bu ihanet üssüne oldukça sağlam bir meşruiyet de kazandıracağı için, Hazreti Peygamber’den mescidi resmi olarak ibadete açmak anlamına gelecek şekilde, orayı ziyarete gelip, içinde namaz kılıp, dua etmesini istediler. Hz. Peygamber o sırada Tebük Seferi'nin hazırlıklarıyla meşgul olduğu için “İnşallah döndüğümüzde orada namaz kılarız” diyerek, resmi açılışı sefer dönüşüne ertelemişti.

Tebük seferi dönüşünde münafıklar, tekrar, Peygambere gelerek, aynı talepte bulundular. Hazreti Peygamber, görünürde İslam’a hizmet merkezi, ama gerçekte fitne ve fesat yuvası olması için inşa edilen bu ibadethanede namaz kılmak üzere oraya gitmeye hazırlanırken, Tevbe suresinin 107-108. ayetleri ile açık bir şekilde uyarıldı.

Tevbe suresi, (107) “…Zararlı eylemler gerçekleştirmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve resulüne savaş açmış (İslam düşmanı) kişi lehine fırsat kollamak üzere bir mescit yapmışlardır.  Sana, “İyilikten başka bir niyetimiz yoktu” diye yemin de edecekler. Oysa Allah, onların yalan söylediklerine şahittir. (108) Orada asla namaz kılma! …”

Nazil olan bu ayetlerdeki uyarı üzerine Hz. Peygamber Mescid-i Dırar’ı ashabına yıktırdı. Yani İslam tarihinde ilk cami yıktıran kişi, İslam Peygamberinin ta kendisi olmuştur. Eğer böyle bir işi Peygamber günümüzde yaptıracak olsa idi dinci-dinsi-münafık taife tarafından, muhtemelen, “Din/İslam düşmanlığı /bölücülük /akıl tutulması” olarak dünyaya ilan edilebilirdi.

Yazının bu noktasına kadar “Mescid-i Dırar” kelimesi, bilinçli bir şekilde, Türkçeye tercüme edilmemişti. Ama artık bu noktada tercümesi gerekli bir hâl halini almıştır. Mescid-i Dırar; “Zarar veren/Zararlı -ibadethane /Zararlı Cami” demektir.

İslam tarihindeki, bu “Zarar veren/Zararlı Cami-ibadethane” olayı, her tür kutsal değerlerin, kötü amaçlı kişiler tarafından her zaman ve her yerde istismar edilebileceğine dair iyi bir örnektir. İnsanlık tarihi boyunca din gibi kutsal bir kurum, maalesef, bazı çıkarlar uğruna, birtakım, çıkarcı kişi veya gruplar tarafından istismar edilmiştir. İnsanlar var olduğu ve de dindarlar uyanık kalmadıkları müddetçe, din ve/veya dinin kutsal değerleri, sosyal, siyasal veya ticari güç devşirmek amacı ile dinsi çıkarcılarca her türlü kullanılmaya da devam edilecektir.

Zararlı-Cami olayı, her caminin /ibadethanenin /dini kurumun, esas, yapım veya işletilme gayesinin mutlaka İslam’a hizmet amacı taşımayabileceğini, her dini kurumu yaptıranın mutlaka dindar, her dindar görünenin ise mutlaka Müslüman bile olmayabileceğine işaret eder.

Bizler sıradan insanlar olarak kimsenin kalbini elbette bilemeyiz. Ancak kimsenin bizleri Allah adına aldatmasına da müsaade etmemek gibi birçok özel bir görevimiz de bulunmaktadır. Bu görev, kadın, erkek her bir bireyin ferdî vazifesidir. Bu görevi başarabilmek için de elbette, akıl, ilim, ahlak, erdem çizgisinde hareket etmek gerekmektedir.

Zararlı Cami/ibadethane örneğinden çıkartılabilecek ek dersler konusunu bir sonraki yazımıza bırakacağız. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında, Atatürk’ün tekke ve zaviyeleri kapatması uygulamasına, dinci-siyasal (dinsi) güruhun, “dine düşmanlık” yapılmış gibi yansıtmalarına ve bu konuda yapılan kara-propagandalarına; bir de Mescid-i Dırar örneği çerçevesinden bakıldığında, Atatürk’ün İslam dinini, onu istismar eden, din-istismarcılarının elinden kurtarmak sureti ile ne büyük bir hizmet yaptığını da görebilmeyi mümkün kılacaktır.

Din istismarcıları tarafından, Allah ile aldatılmamak için nelerin yapılması gerektiği sorusuna bir sonraki yazımızda devam edeceğiz.

Doç. Dr. Bayram Erzurumluoğlu