Hazreti Peygamber, 9 Mart 632 tarihindeki, veda hutbesinde hitap ettiği Müslümanlara; “Herkes yalnızca kendi işlediği suçtan sorumludur. Suçlu evlattan dolayı, baba sorumlu tutulamaz, suçlu babadan dolayı da evlat sorumlu tutulamaz” beyanında bulunmuştur. Hazreti peygambere inandığını, onun yolundan gittiğini söyleyen bir ümmetin arasından; bu hutbeden tam da 1384 yıl, 4 ay, 1 hafta sonra, yani 15 Temmuz 2016 gecesi, sanki başka işleri veya dertleri kalmamış gibi, buldukları ilk fırsatta askeri lojmanların önüne yığılıp, muhtemelen, ülkede yaşanan olaylar hakkında hiçbir fikirleri ve hiçbir alakaları olmayan, masum asker ailelerine saldırmaya, onları taciz etmeye kalkarak “Asker hanımları cariyemizdir (!)” diye bağırıp lojmanlardaki kadınlara kızlara tecavüz etmeye yeltenme şirretliğini gösteren ve de üstelik bunu “İslam ve Müslümanlık (!)” adına yapacaklarını iddia eden bir güruhun davranış dinamikler neler olabilir? konusundaki analizlerimize bu yazımızda da devam ediyoruz.

Dikkatiniz çekmek isteriz ki Hazreti Peygamberin 632 yılındaki veda hutbesinden 1384 yıl, 4 ay, 1 hafta sonra yaşanan bu olay öncesi insanlık, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi hususunda; Magna Carta (1215), İngiliz Vatandaş Hakları Bildirgesi (1689), Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi (1789) Amerikan Vatandaş Hakları Bildirgesi (1791), İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948), Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme (1979); Afrika devletleri İnsan ve İnsan Hakları Sözleşmesi (1981), Çocuk Haklarına Dair Uluslararası Sözleşme, (1989), İslam'da İnsan Hakları Kahire Bildirgesi (1990) gibi bütün bu insanlık bildirgelerinin tecrübelerini de yaşamışken, İslam’ı, Müslümanları ve de İnsanlığı tekrar cahiliye döneminin gerisine döndürüp, “Asker hanımları cariyemizdir (!)” diye bağırabilen, bu vahşi kafanın nereden referans aldığının tahlili ve teşhisi çok önem arz etmektedir.

İstediği veya istemediği herkesi damgalayıcı, yargılayıcı ve de anında infaz edici bu barbar kafanın bırakın İslam’ı ve insanlık tecrübesini en az 1400 yıl geriye götürmesini, milattan önce 539 yılında, yani günümüzden 2558 yıl önce Eski Pers kralı Büyük Kiros (Büyük Keyhüsrev) tarafından “Kiros silindiri” üzerine yazılarak dünyaya ilan edilen insanlığın ilk insan hakları beyannamesinin bile gerisine götüren durumu nedeniyle, bu kafaya, orta çağ kafası demek bile, Büyük Kiros’a, hatta, orta ve antik çağda yaşayan insanların, adaletine ve insanlığına da hakaret olacağından dolayı, o devirlerde yaşayan haksever insanların şahsına hakaret etmemek için bu vahşi kafanın “mağara adamı kafası” olabileceğini ifade etmekten çekinmeyeceğiz. Çünkü, bellidir ki bu kafa ne insanidir ne de İslamidir.

Gerçi insanlık dışı, anakronik bu kafalara Siyasal İslam tarihinde iki referans bulunabilir. Birincisi; Hazreti Peygamberin vefatından sadece 48 yıl sonra, 680 yılında, torunu Hazreti Hüseyin’in Kerbela’da katline sebep olan, Yezit zihniyetidir. Yezit, zalim yönetimine biat etmeyen, Medine’deki Müslümanları, Kerbela olayından 3 yıl, Peygamberin vefatından 51 yıl sonra, 683 yılında, Müslim bin Ukbe komutasındaki ordusuna kuşattırıp, şehre zorla girdikten sonra insanların canlarına ve mallarına kastedilmesi yanında, bine yakın Müslüman, Sahabe veya Tabiin kadınlarına ve kızlarına tecavüz etmeleri; birçoğunun “ganimet” olarak alınıp götürülmesi olayı insanlığını kaybetmiş kafalara makbul bir örnek sayılabilir. Güya Müslümanlardan oluşan, Yezit’in ordusunun Medineli Müslüman kadınlara ve kızlara tecavüzleri sonucunda doğan çocuklara da “Evlâdü’l-Harre” denilmiştir ve yüzyıllar boyunca hafızalardan silinememiştir.

İlginçtir ki bunca cinayet, yağma ve tecavüzlerin işlendiği Medine şehri, tıpkı Mekke şehri gibi, İslam’ın her türlü saldırı tehlikesinden korunmuş; “güvenli bölge” olarak ilan ettiği “Harem” bölgesi idi. Hz. Peygamber, "Medîne’nin iki kara taşlığı arasının, otu yolunmaz, hayvanı ürkütülmez, öldürmek kastıyla hiç kimseye orada silah taşımak caiz olmaz" mahiyetindeki ifadeleri ile söz konusu haramlığın alanını belirlemiş, "kim bu haramı ihlal edecek bir davranışta bulunursa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerine olsun. Allah kıyamet günü o kimseden ne farz ne de nafile hiçbir hayır kabul etmesin" bedduasıyla da söz konusu yasakları çiğnemenin ciddi manevi sonuçlarını dile getirmişti. Ama, adları Müslüman, kendileri vahşi hayvan olan Yezitler bu emri çiğnemekten çekinmemiştir.

İslam ve insanlık dışı, anakronik kafalar için gösterilebilecek ikinci çirkin örnek ise; namaz kılmak, oruç tutmak, helal ve haram yiyeceklere dikkat etmek gibi bireysel davranış ve ibadetleri ilgilendiren birçok konularda oldukça hassas, ancak kendileri gibi düşünmeyen, inanmayan veya yaşamayan Müslümanların canlarına, mallarına ve ırzlarına tecavüzde en ufak bir tereddüt göstermeyen “Haraciler”in durumudur. Hariciler, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanların canlarına mallarına ve ırzlarına tecavüzde bir karıncaya gösterilebilecek kadar hassasiyet göstermiyorlardı. Üstelik bütün bu zulümlerini yaparken din ve Allah yoluna hizmet ettiklerini düşünüyorlardı.

Kısaca, Siyasal İslam kafasının referansı daima “Yezid”, “Hariciler” ve “Isırıcı Saltanat” rejimleri olmuştur. Ama, asla Kuran, Sünnet, İcmâ-ı Ümmet ve Raşit halifeler dönemi uygulamaları olmamıştır.

Müslümanlar arasındaki aforoz edici, ötekileştirici, kutuplaştırıcı, düşmanlaştırıcı, aşırılık, şiddet yanlısı, sapkın, fitneci, bölücü, ezici, yok edici radikal zihniyetli grupların, referans kaynağının daima, “Tekelci” ve “Tekfirci” mantalitesinin yukarıda sayılan üç prototipten beslendiğini, önceki yazılarımızda da belirtmiştik.

İslam’ın ve Müslümanların yüzyıllardır başına bela olan Tekfircilik zihniyeti; toplumsal bütünlüğü ve sosyal ilişkileri “zehirleyici” bir karaktere sahiptir. Bu kafa “yargılayıcıdır, kategorize edicidir, dışlayıcıdır ve herkese tepeden bakıcıdır. Bu kafa kendisinde “Allah adına” konuşma ve “hakikat sadece benim tarif ettiğimdir”, “hakikati bulmak ve bilmek benim tekelimdedir”, “hakikat sadece benden sorulur”; dolayısı ile de “topluma inançsal/ideolojik olarak yön verme yetkisi de toplumu yönetme yetkisi de sadece bendedir” diyen bir kafadır. Böylece, “Tekfirci” kafa, herkesi kendisi gibi düşünmeye, inanmaya, yaşamaya ve kendisine itaate zorlar. Kendilerinden görmediklerini ise daima baskılama ve yok etme hakkını kendilerinde görürler.

Siyasal İslamcı, tekfirci kafanın en belirgin özelliklerinden birisi de Allah’a ve onun kullarına karşı “küstahlıklarıdır”. Onlar, en büyük küstahlıklarını da Allah'a karşı yaparlar ve Allah’a kendi kurduğu dinini, ona öğretmeye kalkacak kadar da küstahtırlar. Çünkü, Allah’ın dinini kendi, dar, kısır yorumları ile öyle bir hale getirirler ki uydurdukları dinin Allah’ı da artık kendileri olmuşlardır. Bu aşamadan sonra gerçek Allah’ın ne dediğinin veya demediğinin onlar için bir önemi kalmaz. Yani artık, yeni dinde, gerçek tanrı edilgendir, ama tekfirci kafa etken hale geçmiş olur.

Bu noktada, Cenabı Allah’ın vahiy yolu ile Peygamberine indirdiği, hakiki, “İNDİRİLMİŞ” dinine inanan “DİNDAR” insanlarla; dini dünyalık güç, saltanat, mevki, makam, mal edinme aracı olarak kullanan din istismarcısı, “DİNCİ”, “DİNBAZ”, “DİNSİ” kişilerin uydurmuş oldukları, sahte, “UYDURULMUŞ” dinlerini birbirine karıştırmamak ve “gerçek dindarları” üzmemek için; yazı serimizin bundan sonraki ilk konusu “DİNDAR” kimdir, “DİNCİ-DİNBAZ”, dini siyasete alet eden ‘siyasal-dinci’, “DİN-Sİ” kimdir konusunu irdelemek olacaktır. Bu tarif ve tespitlerimiz yaptıktan sonra “DİNCİ”, “DİNBAZ”, “DİNSİ” kafanın, “dindar postuna bürünmüş”, din istismarcısı zihniyetini ifşaya devam edeceğiz.

Doç. Dr. Bayram Erzurumluoğlu