İtalyan düşünür Giordano Bruno “Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Tanrıyı kullanırlar” demiştir.

Mevlânâ Celâlettin-i Rûmî’nin Mesnevi adlı eserinin, birinci cildinde geçen, Yahudiler içinde Hz. İsa ve İsevilerin düşmanı bir yöneticinin, hilekâr bir vezirinin yardımı ile inançlı Hıristiyanların içlerine sızıp onları nasıl birbirlerine düşürerek, binlercesinin ölümüne sebep olduklarını ile ilgi bir kıssayı aşağıda aktarıyoruz. Mevlana’nın aktardığı olayların tarihsel olarak ne kadar doğru olduğu konusunu dinler tarihçilerine ve bir sonraki yazımıza bırakmak kaydı ile inananlara düşman, kafir/münafık hilekarların, inananlara karşı olan hile ve tuzaklarında ne kadar ileriye gidebilecekleri ile ilgili ibretlik bir kıssa olduğundan dolayı okuyucularımıza aktarmayı faydalı bulduk:

“Yahudiler içinde zalim, İsa düşmanı ve Hıristiyanları yakıp yandırır bir padişah vardı. Padişah, Yahudice taassup ve kininden dolayı öyle bir hale geldi ki aman Ya Rabbi, aman! “Musa dininin (Museviliğin/Yahudiliğin) koruyucusuyum, arkasındayım” diye yüz binlerce mazlum mümin Hristiyan’ı öldürttü.

Padişahın öyle yol vurucu, öyle hilekâr bir veziri vardı ki hile ile suyu bile düğümlerdi. Vezir dedi ki: “Hıristiyanlar, dinlerini padişahtan gizlerler ve canlarını kurtarırlar. Onları öldürmede fayda yok, çünkü, dinin kokusu çıkmaz! İman, yüz tane kılıf içerisinde gizli bir sırdır. Dışı sana malumdur, ama içi başkadır”.

Padişah: “Peki söyle bakalım, ne yapalım; bu hususta ne hile ve tezvirde bulunalım, çaresi nedir? Ne yapalım ki dünya da ne açık dindar, ne gizli din tutar bir Hıristiyan kalmasın” dedi.

Vezir dedi ki: Bana gazap et, kulağımı elimi kestir; burnumu, dudağımı yardır! Ondan sonra beni dar ağacına götür. O esnada bir şefaatçi suçumun affını dilesin. Bu işi dört yol ağzı bir yerde, tellal pazarında yaptır. Ondan sonra da beni, huzurundan uzak bir şehre sür ki ben, onların arasına yüz türlü hurafe sokayım.

Oraya sürüldüğüme diyeyim ki: Ben gizli Hristiyan’ım; Padişah, benim imanımı anladı; Yahudi taassubundan dolayı canıma kastetti. Eğer İsa'nın ruhaniyeti bana imdat etmeseydi, o, beni parça parça ederdi. Ben, İsa'dan canımı esirgemem ve onun dininin bilgisine iyiden iyiye de vakıfım. O temiz dinin cahiller arasında mahvolması, bana çok dokunmakta. Ey halk; devir, İsa'nın devridir. Onun dininin sırlarını benden, dinleyin!

Vezir, bu hileyi, padişaha sayıp dökünce padişah ikna oldu. Padişah, vezir ne dediyse yaptı. Halk, bu gizli ve hakikati meçhul hileden dolayı hiçbir şey anlayamadı. Padişah, onu Hristiyanların oturdukları tarafa sürdü. Vezir de ondan sonra halkı davete başladı.

Yüz binlerce Hristiyan, azar azar onun etrafına toplandı. O onlara gizlice İncil'in sırrını anlatmaktaydı. Görünüşte din hükümlerini anlatıyordu; fakat bu anlatış, hakikatte onları avlamak için bir ıslık ve tuzaktı.

Hıristiyanların tamamı ona gönül verdiler. Zaten avamın taklidinin kuvveti ne olabilir ki? Kalplerinin içine onun muhabbetini ektiler, onu İsa'nın halifesi sandılar. O ise hakikatte tek gözlü melun bir Deccal’dı.

O kafir vezir, din nasihatçisi olarak hile ile badem helvasına sarımsak karıştırmıştı!

Vezirin sözleri, uyanık ve zevk sahibi olanlardan başkaları için bir esaret halkasıydı (onun sözlerini kabul etmişler, ona uymuşlardı). Vezir padişahtan altı ay ayrı kaldı, bu müddet zarfında İsa'ya uyanlara lider oldu. Halk umumiyetle dinini de gönlünü de ona emanet etti. Onun emir ve hükmü önünde herkes, can feda ediyordu.

Bu arada, padişahla vezirin arasındaki haberleşme gizlice gidip geliyordu.

Nihayetinde, Padişah; “Ey devletli vezirim, vakit geldi, artık müdahalemize başlayalım” mesajını gönderdi.

Vezir de “Padişahım; işte tam da şimdi, İsa’nın dinine fitneler sokma işindeyim” diye cevap verdi.

O günlerde, İsa’ya inanların on iki fırkası (grubu) vardı. Her fırka bir emire tabiydi. Bu on iki emir ve kavimleri, o kötü vezire bağlanmışlardı. Hepsi, onun sözüne itimat ediyordu, hepsi onun mesleğine uymuştu. O, “Öl”, derse, her emir hemen o anda ölürdü.

Vezir, her emrin adına birer tomar (kitap) düzdü (uydurdu). Her tomarın yazısı, başka bir olaydı. Her birinin hükmü başka bir çeşitti.

Kitabın birinde, riyazet (nefsin isteklerini kırmak) ve açlık yolunu, tövbenin ve Tanrı'ya ulaşmanın şartı yapmıştı.

Diğerinde, “Riyazet faydasızdır”, bu yolda “cömertlikten” başka kurtuluş yolu yoktur demişti.

Öbür kitapta demişti ki: Senin açlık çekişin, mal dağıtman tanrıya “şirk koşmaktır”. Dert veya rahat zamanında Tanrı'ya dayanmak ve tamimiyle teslim olmaktan (kadercilikten) gayri hepsi boştur.

Bir öbürküsüne demişti ki: Geçerli olan “hizmettir”, yoksa Tanrıya tevekkül /kadercilik düşüncesi suçtan ibarettir.

Birinde demişti ki; dindeki emir ve yasaklar, yapmak için değil, aczimizi bildirmek içindir. Ta ki onlardan aciz olduğumuzu görelim de Tanrı’nın kudretini bilelim, anlayalım.

Öbüründe, Kendini aciz görme, uyan, kendine gel; kendini aciz görmek, küfranı nimettir. Kendi kudretini gör ki bu kudret Tanrı’dandır. Kudretini ve nimeti bil ki, kudret odur, demişti.

Birinde demişti ki: Bu ikisinden de geç, nazarına her ne sığarsa put olur!

Öbüründe; akıl/düşünce mumunu söndürme ki bu bakış, mecliste mum mesabesindedir. Eğer akıl/düşünce ve hayalden vaz geçersen gece yarısı Tanrıyı bulma, Tanrıya ulaşma mumunu söndürmüş gibi olursun, demişti.

Birinde demişti ki: Söndür o mumu; hiç korkma ki yüz binlerce karşılığını göresin. Çünkü akıl/düşünce mumunu söndürmekle can/ruh mumu artar, kuvvet bulur. Sabrının yüzünden Leyla'n Mecnun olur! Kim, zahitliği yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir!

Başka birinde; Hak sana ne nimet verdiyse onu icat ederken tatlılaşmıştır, kolaylaştırmıştır. Onu güzelce al; kendini zahmete sokma demişti.

Birinde demişti ki: Kendine ait olanı terk et, çünkü tabiatının kabul ettiği, merduttur, kötüdür. Eğer Hak'kın din işlerini kolaylaştırması, doğru bir yol olsaydı her Yahudi ve Mecusi, Tanrı'yı duyar, anlardı demişti.

Öbüründe demişti ki: İnsan tabiatının hoşlandığı her şey, vakti geçince, çorak yere ekilmiş tohum gibi mahsul vermez. Onun mahsulü, pişmanlıktan başka bir şey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyandan başka bir şey getirmez. O zevk, sonunda da önünde olduğu gibi kolay ve hoş görünmez; nihayette adı güç olur, güçlenmiş bir hale gelir. Sen güçlendirilmişle, kolaylaştırılmışı, birbirinden ayırt et; bunun yüzünü de, onun yüzünü de sonuna bakarak gör.

Bir tomarda; “Bir üstat/önder ara”. Her çeşit din mensupları üstat/önder aramaksızın, peygamberlere tabi olmaksızın iş yaptıklarından hata ve dalalete düştüler demişti.

Bir tanesinde demişti ki: “Usta da/Üstat da sensin, çünkü ustayı da sen tanırsın. Er ol, (adam ol), erlerin (başkalarının) maskarası olma; kendi başının çaresine bak, sersemleşme.

Bir tomarda da; Bunların her biri, öbürünün zıddıdır. Zehirle, şeker nasıl bir olur? Zehirden de şekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nice koku alabilirsin? demişti.

O İsa dinine düşman olan vezir bu tarz da bu çeşitte on iki tomar yazdı.

O vezir kendince başka bir hile daha kurdu. Vaaz ve nasihati bırakıp halvete (yalnızlığa) çekildi. Müritlerini yakıp yandırdı. Kırk-elli gün halvette kaldı. Halk onun özleminden deli oldu. Ona yalvarıp sızlanıyorlardı, vezir ise halvette riyazetten (az yemek, az içmekten) iki büklüm olmuştu.

Sevenlerinin hepsi birden “Biz sensiz kötü bir hale düştük, karışıklık içindeyiz” Bize inayet et. Allah için olsun, bundan fazla bizi kendinden ayırma! Bizler çocuk gibiyiz, sen bize dadısın; sen bizim üzerimizdeki gölgeni ayırma demişlerdi.

Vezir dedi ki: Ruhum dostlardan uzak değildir. Fakat dışarı çıkmaya izin yok.

Emirler; Ey kerem sahibi! Biz senin sohbetine alışmışız. Biz senin hikmet sütünle beslenmişiz. Allah aşkına bize bu eziyeti yapma dediler.

Vezir dedi ki: Dikkat ediniz, ey sohbet düşkünleri! Dilden çıkan ve kulakla duyulan zahiri vaazları arayanlar! “Bu aşağılık “cisim kulağı” sağır olmadıkça o “can (ruh) kulağı” sağır kalır, duymaz”.

Emirlerin hepsi birden dediler ki: Ey efendimiz bize bu cefayı reva görme! Her kuşun yiyeceği lokma, kendine göredir. Nasıl olur da her kuş bir inciri (bütün olarak) yutabilir? Çocuğa süt yerine ekmek verirsen zavallı yavru ölür! Senin sözün Şeytan'ı susturur, senin lütuf ve keremin, bizim kulağımıza akıl ve fehim verir. Söyleyen, sen olunca kulağımız, akıl ve hikmetle dolar. Sensiz, olunca biz gündüz de olsa, karanlık içindeyiz.

Vezir dedi ki: Nasihatimi can ve gönülden dinleyiniz. Ben bu halvetten çıkmayacağım çünkü, kalp işleri ile meşgulüm.

Hepsi birden dediler ki: Ey vezir, ayrılığından göz yaşlarımız akmakta, canımızın ta içinden ahu vahlar coşmakta! Biz ney gibiyiz bizdeki nağme senden. Biz bayrak üstüne resmedilmiş aslanlar gibiyiz. Bayraktaki aslanların zaman zaman hareketleri, hamleleri rüzgardandır. Hareketimiz de varlığımız da senin vergindir. Bize; kendi ikram ve cömertliğine göre bak, sahip çık!

Vezir içerden seslendi: Ey müritler, benden size şu malum olsun ki; İsa bana “Tüm yakınlarından, arkadaşlarından ayrıl, tek ol, yalnız otur” diye vahyetti. Bundan sonra konuşmama izin yok. Dostlar elveda! Ben öldüm! Bundan sonra dördüncü kat gök üstünde, İsa'nın yanında oturacağım.

Vezir, bir süre sonra o emirleri teker teker ve yalnız olarak çağırtıp her birine bir söz söyledi. Her birine “İsa dininde, Tanrının vekili ve benim halifem sensin”. Öbür emirler senin tabilerindir. İsa, tamamını senin taraftarın ve yardımcın etti. Hangi emir, baş kaldırır ve tabi olmazsa onu ya öldür yahut esir et veya hapse at. Ama ben sağ iken bunu kimseye de söyleme, ben ölmedikçe, reisliğe talip olma. Ben ölmedikçe bunu hiç meydana çıkarma. Saltanat ve galebe davasına kalkışma. İşte şu tomar/kitap ve onda Mesih İsa'nın hükümleri... Bunu ümmete doğru bir tarzda oku! dedi.

Vezir, her emire ayrı olarak şunu söyledi: “Tanrı dininde senden başka elçi/temsilci yoktur!” Her birini ayrı ayrı ağırladı. Ona ne söyledi ise buna da onu söyledi. Her birine bir tomar verdi, her tomar öbürünün zıddını ifade ediyordu. O tomarların metni A harfinden Z harfine kadar olan harflerin şekilleri gibi birbirine aykırıydı. Bir tomarın hükmü, öbürünün zıddıydı.

Vezir, bu görüşmelerden sonra kırk gün daha kapısını kapadı. Kendisini öldürüp varlığından kurtuldu. Halk onun ölümünü haber alınca mezarının üstü kıyamet yerine döndü. Bir hayli halk onun yası ile saçlarını yolarak, elbiselerini yırtarak mezarı üstüne yığıldı. Bir ay ahali, mezarı üstünde gözlerinden kanlı yaşlar döktüler.

Bir ay sonra halk dedi ki: “Ey ulular! Siz beylerden o vezirin, vekili, makamına oturacak kimdir? Ki biz o zatı, vezirin yerine önder tanıyalım”.

O emirlerin birisi öne düşüp o halkın yanına gitti. Dedi ki: İşte o zatın vekili ve İsa’nın halifesi benim. İşte tomar, ondan sonra vekilliğin bana ait olduğuna dair delilimdir.

Öbür emir de çıkageldi. Hilafet hususunda onun davası da bunun davası gibiydi. O da koltuğundan bir tomar çıkardı, gösterdi. Her ikisinin de Yahudi kızgınlığı başladı.

Diğer emirler de birer birer katar olup birbirlerinin ardınca davaya kalkışıp keskin kılıçlarını çektiler. Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhoş filler gibi birbirlerine düştüler.

Yüz binlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik başlardan tepe oldu. Sağdan soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya dağlar boyu tozlar kalktı. O vezirin ektiği fitne tohumları, onların başlarına afet kesilmişti.

O padişahın hilekâr vezirinin belasından bir süre sonra; İsa dinini mahvetmek için aynı Yahudi’nin neslinden başka bir padişah daha meydana çıktı. O padişahın meydana çıkışının da haberini almak istersen Kuran’daki Bürûc suresini oku. Birinci padişahtan doğan kötülüğe adeta bu padişah da ayak uydurdu.

Bu hikâyeyi tekrar tekrar oku ve kıssadan hisse almaya bak” (SON).

Mevlana’nın Bürûc suresi ile referans verdiği olayın, Himyer Kralı, Yahudi Zû Nuvâs ve adamlarının, Yahudiliği kabul etmeyen Necran Hristiyanlarının, erkek ve kadınlarına işkence edip, gördükleri tüm işkencelere rağmen dinlerinden dönmeyen Hıristiyanlar için büyük bir çukur açıp içinde yaktıkları devasa bir ateşe onları atarak yakmaları ve o ateş çukurunda yanmakta olan insanların ölümünü seyretmeleri olayı olduğu bazı tefsir kaynaklarca değerlendirilmektedir. İslami kaynaklarında, Büruc suresinde bahsedilen zulümler, başka olaylarla da ilişkilendirilmiştir. Örneğin bazı putperest, Yahudi idarecilerin, hak dine inananlardan, kendi taptıkları putlarına tapmalarını istedikleri, bunu yapmadıkları takdirde, onları ateşe atmakla tehdit etmeleri olayları da anlatılmaktadır.

Bu anlatımlardan çıkartılabilecek hisseler konusunu bir sonraki yazımıza bırakıyoruz.

Doç. Dr. Bayram Erzurumluoğlu