Demokrasi için Sorumluluk Alma Zamanı!

Türkiye, ekonomiden daha çok derin bir siyasal sistem krizi yaşamaktadır. Yüz yıldır sürdürülen ‘demokrasi’ ve ‘hukuk devleti’ iddiası artık tamamıyla çökmüştür. 

Daha kötüsü; hukuku, demokratik değerleri, barış, hak ve özgürlükleri, bilim ve teknolojiyi, çağdaş eğitimi, özerk üniversiteleri savunmak dahi “vatana ihanet” olarak tanımlanmak için yeterli bir gerekçe kabul edilmektedir.

Bir ülke düşününüz ki, parası devalüe olmuş, enflasyon % 50’ye dayanmış, küçük-orta ve büyük ölçekli ticari kuruluşlar gerilemiş veya iflas etmiş, iktidar yanlısı bir kaç sanayici, iş adamı ve müteahhit dışında neredeyse tamamı batmaya yüz tutmuş olmasına rağmen pembe tablo çizilmeye devam ediliyor!

Bu tabloya rağmen Kuzey Kore halkı gibi ülkenin hep “yükselişte” olduğunu zanneden, iktidarın 7 düvel ile savaştığını, süper güçlerle yarıştığını düşünen ve onlara meydan okuyacak güce ulaştığına inananlar var!

Biz çöküşten söz ederken toplumun önemli bir kısmı, Hükümetin yerli otomobil, milli tank, uçak ve teknoloji ürettiğini düşünüyor ve bütün bunlardan milli gurur duyuyor!

Kurumları dağılmış, eğitim sistemi çürümüş, hak-hukuk ihlalleri nedeniyle AİHM tarafından yaptırım uygulamalarına maruz kalmış, müttefikleri nezdinde güven kaybına uğramış bir ülke konumuna düşmüştür TÜRKİYE!

Toplum ise adeta bir akıl tutulması ve basiret körlüğü yaşıyor gibi..! Akli ve ahlaki meleklerini kaybetmiş, düzenbaz, dinbaz bir atmosferde kendinden geçmiş, kafası dumanlanmış gibi…! 

Akil insanlar, devlet ve siyaset adamları, umur görmüş zevat sorumluluk almak yerine gelişmeleri izlemeyi tercih ediyor. Oysa ihtiyacımız olan sağduyu ve tecrübedir!

Ülkenin itibar kaybına uğraması, Anayasanın ve hukukun işlevsiz kalması, yolsuzluk ve yağmanın, hırsızlık ve talanın olması, siyasal sitemin çökmesi, bütün değerlerin dumura uğraması çoğunluğun umurunda bile değildir..!

Bu durumda cehalet ve hamasetle büyülenmiş birsiyaseti, bir ülke halkını hakikatle uyarmak ve hakikate uyandırmak mümkün müdür?

İtiraf etmeliyim ki ben de mümkün görmüyorum ancak Fransız düşünür Alain Badiou’nun ”Siyaset üzerine düşünmek zorundayız. Eğer bunu yapmazsak bir gün zalimce cezalandırılırız” dediği gibi, bu coğrafyanın bir insanı ve bu toplumun bir üyesi olarak pratik yarar sağlamasak da siyaset üzerinde düşünmeyi toplumsal bir sorumluluk olarak görüyorum.

Büyük vebal iktidarın olsa da, ülkenin mevcut tablosundan toplum olarak hepimiz sorumluyuz ancak daha çok siyasetçilerin, yöneticilerin, aydınların, entelektüellerin, örgütlü kesimlerin, partilerin sorumlu olduklarını unutmamak gerekir!

Sorumluluğun tamamını mevcut iktidara yüklemek, geçmişin olumsuzluklarını örtbas etmek anlamına gelir. Bugün yaşananlar, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne direnen vesayet sisteminin ürünüdür. 

Kendimizle yüzleşmekten kaçmaya devam ediyoruz. 

Demokratik siyaset ve demokrat partilerimiz hiç olmadı ki anti demokratik siyasal yönetime karşı demokratik duruş sergileyecek siyaset insanlarımız olsun!

Kelepçelenmiş beyinler tarafından üniversite kapısına kelepçe vurulması, sadece bugünün sorunu değildir. Özerk ve özgür üniversitelerimiz hiç olmadı ki kelepçeleri, prangaları kıracak kitlesel bir kültürümüz olsun!

Bir hukuk devletimiz, bağımsız, tarafsız ve adil bir yargımız hiç olmadı ki bugün hukuksuzluğa, hak ihlallerine, adaletsizliğe, KHK-OHAL ve KAYYIM zulmüne karşı cesur çıkışlar yapacak yargıçlar, hukuk insanları, Hukuk Fakülteleri dekanları, Öğretim Üyeleri veya emekli yargıçlar olsun!

Türkiye, kuruluşundan beri hiçbir zaman demokratik-hukuk devleti olmadı, çok iyi yönetilmedi ve vesayetten hiç kurtulmadı ancak 12 Eylül Cunta dönemi dışında hiçbir dönemde de bu kadar adaletsiz yönetilmedi, haktan, hukuktan bu kadar uzaklaşmadı ve varlıkları böyle fütursuzca yağmalanmadı..!

Kuşkusuz Cumhur İttifakı, Türkiye’yi tahrip etmesinin siyasi bedelini seçimi ve iktidarı kaybederek ödemelidir. Bunun yükümlülüğü ve sorumluluğu da muhalefetin, yani Millet İttifakı’nındır.

Millet İttifakı, bu sorumluluğunu bilgi birikimi ve deneyim sahibi, demokrasiyi içselleştirmiş, hukukun üstünlüğüne inanan, Öteki’yi haklarıyla kabul eden ve her kesimi kucaklayan ehil ve emin bir Cumhurbaşkanı adayını halkın tercihine sunarak yerine getirebilir.

Ancak Türkiye’nin temel sorunlarının çözümü sadece “nöbet değişimi” ile değil, “sistem değişimi” ile mümkün olabileceğine inanıyorum. 

Türkiye; demokratikleşmeyi, gelişmeyi ve küreselleşmeyi başaramadığı için siyasi, hukuki, ekonomik ve toplumsal krizlere açık hale gelmiştir. Bu nedenle otoriter bir sistem ve ceberut bir yönetim anlayışı çoğunluğun da rızasıyla hayata geçirilmiştir.

Mahfi Eğilmez’in: "Sistemi yanlış kurduktan sonra doğru bir şey çıkartmak mümkün olmuyor. Doğru insanlar çıkıyor ama azınlıkta kalıyorlar“ ifadesi bu konuda bir gerçeği anlatmaktadır.

Siyasal sistem için demokrasi, hukukun üstünlüğü, adalet, eşitlik, barış gibi ilkler bir araç değil amaç olmalıdır. Bunları içselleştirmek için de bir zihniyet değişimine ihtiyaç vardır.

Yeni bir dünya şekillenirken Türkiye’nin bir eksen değişikliği veya bir cephe arayışı yerine  makuliyeti aramalıdır.!

Bu nedenle demokrasi bir siyasal kültür olarak toplumda hayat bulmalı, siyasi partiler tarafından vazgeçilmez bir ilke olarak uygulanmalı, kurumsallaşmalı ve hukukun güvencesi altına alınmalıdır.

Bunun için de demokrasi ve hukukun üstünlüğü ortak paydasında bir araya gelinmeli ve demokratik siyaset için çaba gösterilmelidir. 

Daha fazla gecikmeden DEMOKRASİ için sorumluluk alma zamanı geldi! 

Abdulbaki Erdoğmuş