ODTÜ’de öğrencilik yıllarımda Prof. Dr. Ahmet İnam hocama karşı derin bir saygı ve hayranlık duyardım. Mühendislik eğitiminden sonra Felsefe alanında profesörlüğe uzanan eğitimi ve yazdığı kitaplar saygı duymayı gerektirecek nedenlerdi. 3. Sınıfta iken bir gerekçe bularak odasına gitmiş ve tanışmıştım. Sonrasında bazı konularda ve öğrenci topluluk faaliyetleri kapsamında akademik danışmanlığımızı da kabul etmişti ve uzun sohbetlerinden de çok şey öğrenme imkânı bulmuştum. Mezuniyet sonrasında da dostluğumuz devam etti.

Odasına ilk girdiğimde, derin nefeslerle içtiği puro dumanının tuhaf bir gizem kattığı odasında yer alan beyaz tahtada birkaç söz yazılıydı. Sözlerden en çok ilgimi çeken okumakla ilgili olandı: (God saves the ones he loves from worthless readings!) Allah sevdiği kişileri değersiz okumalardan korur!

Sözü ve anlamını sorduğumda purosundan alınan derin bir nefesten sonra anlatmaya başladı. “Zamanımızdan birkaç yüz yıl geriye gitsek, insanın ulaşabileceği ve okuyabileceği kitap sayısı sınırlıydı. Eski zamanlarda 200 kitap okuyan hatırı sayılır bir okuyucu hatta âlim kabul edilebilirdi. Öyle ki insanlar sıklıkla değerli buldukları kitapları ezberlemeye çalışır, en azından defalarca okurlardı. Günümüzde ise ulaşılabilecek ve okunabilecek kitap sayısı bir insan ömrünün kaldırabileceği miktarın çok üzerinde. Günde 200 sayfa okumayan ortalama bir okuyucu dahi sayılmıyor. Günde 200 sayfa, diyelim ki yılda 200 kitap etse, 60 yıl aktif okuma yapılsa 12 bin kitap eder. Sayısız kitap içinde doğru olanları nasıl seçebiliriz?”

O zamana kadar pek de düşünmediğim bir soru beni karamsarlığa itmişti. Doğru ya, nasıl seçecektik doğru okumaları? Günümüzde internet ve sosyal medyanın da etkisini düşününce soruyu, kimi takip edecek, kimin yazdıklarını okuyacaktık şeklinde genişletmenin mümkün olduğunu belirtip hocamızın anlattıklarına dönelim.

Hocamın anlattığına göre neyin okunması gerektiğine nasıl karar verileceği konusunda uzun uzun tartışmalar olmuş. Garantili bir yönteme ulaşılamamış. Sonuçta bu cümle ortaya çıkmış. Allah sevdiği kişileri değersiz okumalardan korur!

Hocam devam etti anlatmaya. “Okudukça tecrübe kazanılır. Neyin doğru bir okuma olduğu, neyin değersiz olduğunu daha kolay ayırt edersin. Bazı metinleri okumayı ilk birkaç cümleden sonra bırakırsın. Bazılarının altını çizer, notlar alır hatta tekrar okursun. İlgi alanların, uzmanlıkların oluşur ve bu alanlara yoğunlaşırsın belki de. Zaman içinde okumayı seven dostlar edinirsin. Okuma tavsiyeleri sunan bir dost da çok değerlidir.”

“Ana fikri yanlış olan, mutlak bir yanlışlık üzerine temellendirilen metinler ise okumaya değmez.”

Zaman içinde okumayı seven ve bana tavsiyeler sunan çok dost edindim. Hepsine müteşekkirim. Hocamın hayatıma kattığı ise paha biçilmez bir değerdi. Okumalarımda seçici olmayı öğrendim.

Akademik çalışmalarda okumanın farklı bir boyutunu daha keşfettim. Yazıya dökülmesi gereken akademik çalışma sayısı çok fazla ve yayın yapılabilecek ciddi dergiler veya kongreler ise sınırlı. Zamanları kısıtlı birçok insanın değersiz bir okumaya tahammülü yok. Akademik çalışmalar ne kadar değerli olsalar da, sonucunda ortaya çıkan bilimsel yayınların olabildiğince öz ve boş cümleler içermeden yazılması gerekli. Evet, aynen “boş cümleler” olarak ifade ediliyor hiçbir şey anlatmayan cümleler. O nedenle yayınlarda sayfa sınırlamaları getirilmişti. Halen de 10 sayfayı aşan yazıları kabul eden çok az bilimsel yayın bulabilirsiniz. Bazen birkaç yıl uğraşarak sonuca ulaştığınız bir çalışmayı en fazla 10 sayfada açık bir şekilde anlatmanızı isterler. Anlatamıyorsanız kabul etmezler. Akademik yazım için kitaplar, eğitimler vardır ama en çok da tecrübeyle kazanılır kısa ve öz, boş cümleler kullanmadan yazabilmek. Einstein’ın doktora tezinin toplamda 17 sayfa olduğu söylenir. Vaktim olsa daha kısa yazardım dediği de rivayet edilir.

Sonra kamuda ve bürokraside daha başka bir şey öğrendim: yönetici özeti. Bir denetim yapıyorsunuz diyelim ve iki klasör dolusu bulgular ve ilgili eklerinden oluşan dosya hazırlamışsınız. Bütün bu iki klasörü en fazla 2 sayfada özetlemeniz ve hem denetimin ana bulgularını hem de çözüm önerilerini sunmanız bekleniyor. Bu işin de eğitimleri var ve zaman içinde bu işte de deneyim kazanıyor, ne kadar verimli bir yöntem olduğunu da yaşayarak görüyorsunuz.

Sonrasında uzun metinlere değer vermemeye başlıyorsunuz doğal olarak. Ya da uzun metinler içinde sadece işe yarayacak bölümleri belirleyebilecek şekilde tarama okuması yapabilir hale geliyorsunuz.

Fakat her zaman şanslı olamayabiliyorsunuz. Hayat beni çok fazla değersiz okuma yapmaya da zorladı maalesef. Ama en azından değersiz okumaların tekrarından kaçındım. Örnek mi istersiniz: İddianameler. Güncel davalarda yazılan iddianamelerin büyük bir bölümü şüpheliyle ilgili olmayan metinler maalesef. Boyutu ortalama 60 sayfa olan tek bir şüpheliye ait iddianamede, şüpheliye isnat edilen bölüm çoğunlukla 1-2 sayfa oluyor. Şüpheliye isnat edilen 1-2 sayfalık bölümde de hemen her iddianamede geçen kopyala-yapıştır bölümler mevcut.

Ben bu iddianamelerin karşıma çıkan ilk ikisini baştan sona okudum. Sonra sadece sayfaları çevirdim şüpheli bölümüne gelene kadar. Sanırım çoğu meslektaşım da aynını yapıyordur. Şüphelilerle ilgili bölümlerde ise ne olur ne olmaz hepsini okuyorum ama çok da veryansın ediyorum. İddianamelerin büyük çoğunluğunda, uzun uzun anlatılan bölümler ile şüpheliye yöneltilen isnatlar arasında bir türlü somut bağlar kuramıyorum. Belki de benim eksikliğimdir diyelim.

Hukuk Fakültesi sonrasındaki okumalarım, en değerli metinlerin de en değersiz metinlerin de benimle aynı fakülteden mezun olan kişilerce yazılabileceğini öğretti. Hukuk kurallarının soyutluğunu nesnellikten tamamen uzaklaşmak ve hukuk ilkelerini evirip çevirip amaca uydurmak şeklinde anlayan hukukçu diyemediğim bir “hukuk fakültesi mezunları” grubu var ki, sayıları da hiç az değil. Aramızdaki derin uçurumun nedenini anlayabilmiş değilim. Ama kendime sıklıkla bir soruyu yöneltiyorum: Ben bu kişilerle aynı fakültede mi okudum, aynı dersleri mi aldım?

Bugün akşam saatlerinde YSK, İstanbul seçimlerinin iptali kararına yönelik 16 gündür beklenen gerekçeli kararını açıkladı. 250 sayfadan oluştuğu haberlere yansıdı. 20 liralık banknotun 5 liralık bölümünün sahte olduğu benzetmesiyle özetlenen kararı anlamam mümkün değildi. Belki güvendiğim insanlardan okuyup anlayabilenlerin değerlendirmeleri benim de biraz olsun anlamamı sağlar diye ümit ediyorum.

YSK gerekçeli kararını okumamayı tercih ediyorum.