Normal şartlarda genel seçimlere dört yıldan fazla zaman var. Bu zaman zarfında siyasi çevrelerin çok farklı çalışmaları ve stratejileri olacaktır. Yeni parti kurma çalışmalarına başladığı bilinen eski başbakan Ahmet Davutoğlu, uzun süre sonra basının karşısına çıktığı ilk konuşmasında, ‘ekonomideki düzelmenin 2009’da olduğu gibi uluslararası ekonomiye entegre ile çözüm bulabileceğini’ ifade ederek aslında bir cümlede birçok mesaj vermiş oldu. Seçim sonrasında yazılı bir metinle değerlendirme yapan Davutoğlu, Cumhurbaşkanını ve CB Hükümet Sistemini de eleştirmişti.

Başta İstanbul olmak üzere yenilenecek seçimlerin ardından siyasi atmosfer daha da ısınacak. Birçok eski AKP’li eski bakan ve yönetici, yeni parti veya başka partilerde boy göstermeye başlayacaklardır.

AKP’nin kuruluşunda ‘ortak akıl’ olarak bulunan isimlerin neredeyse tamamı şuan partilerinden uzaklaşmış veya uzaklaştırılmış durumda. AKP bundan böyle tek kişilik parti ve tek kişilik bir iktidar ile nereye ve ne zamana kadar gidebilir kestirmek zor olsa da çok riskli bir döneme girdiği ortada.

2018’de başlayan ekonomik krizin derinleştiği bugünlerde vatandaşın iktidardan şüphe duyması ve arayış içinde olması sosyolojik bir gerçekliktir. Ancak iktidar alternatiflerini tüketmiş, rakiplerini ‘hain’ vs. ilan etmiş olması bu arayışı engellemeye yetmeyecektir. Ayrıca Büyükşehirleri muhalefete kaptırmış bir iktidarın paniklemesi ve siyasetin finansmanını elinden kaptırmış olması çöküşün hızlanmasını daha da artırabilir.

Böyle bir siyasi atmosferde siyasi oluşuma hazırlanan Davutoğlu, bu çıkışına sosyolojik bir karşılık arıyor olmalı. Burada bilinmesi gereken birçok unsur var. Birincisi ekonomik krizin müsebbipleri iktidarın yıllardır uyguladığı yanlış politik tercihlerdir. İkincisi de dış politik çıkmazlardır.

Gerek AB hedefleri, gerek stratejik müttefiklikler, gerekse Suriye başta olmak üzere sınır komşularla olan ve her geçen gün daha da karmaşık hale gelen dış politikadır. Geriye doğru baktığımızda bu sorunların kaynağındaki isimler Erdoğan, Gül, Babacan ve Davutoğlu’dur. Eğer ekonomik krizleri, işsizliği ve dış politik çıkmazları tek başına Erdoğan’a yıkmak ne gerçeklerle bağdaşır ne inandırıcıdır ne de ahlakidir.

Davutoğlu özgür iradesiyle bir karar verecektir bu kendisinin tercihi. Ancak vereceği kararın sosyolojik karşılığı nasıl olacak ya da mevcut birikmiş sorunlara karşı yeni farklı ne gibi çözümler sunacak partileşmesinin başarısı buna bağlı. Kendisinin politik görüşünün ipuçlarını yukarıda da ifade edilen ‘ekonomideki düzelmenin 2009’da olduğu gibi uluslararası ekonomiye entegre ile çözüm bulabileceği’ şeklinde vermiş oldu.

Davutoğlu, ekonomiyi düzeltmekten bahsediyor demek ki, bozukluk var. Uluslar arası ekonomiye entegreden bahsediyor demek ki, hala uluslar arası entegrede olduğunu kabul etmiyor. Bunu özellikle ifade ediyor demek ki, bir yerlerin dikkatini çekmek istiyor.

Türk ekonomisi mevzuat olarak 24 Ocak 1980 kararları ile uluslar arası ekonomiye entegre edilmiş ve o dönemde bu entegreyi uygulayacak ‘mevcut siyasi parti ve liderler uygulamayacakları’ için uluslar arası destekle 12 Eylül 1980’de darbe yapılmıştır. Darbe sonrası tüm siyasi liderler yasaklanmış partileri de kapatılmıştır.

Yeni dönemde bu kararların mimarı Özal’a parti kurma cevazı verilmiş ve Türkiye, uluslar arası ekonomiye tam entegre olmada önemli virajı dönmüştür. AKP iktidarında ve diğer ara dönem iktidarlarında da bu ‘entegre’ mevzusu gözetilmiş, kimi de başka iktidarlarda olduğunu gibi yerli üretim ve dış ticaret dengesini gözetmişse siyaseten saf dışı edilmiştir.

Feyzullah AYDOĞAN