Allah cc. insanı birbirini tamamlayan özelliklerde, farklı fıtratlarda iki cins, yani kadın ve erkek olarak yaratmıştır.. Dolayısı ile üçüncü bir insan cinsi söz konusu değildir.

“Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan Rabbinizden korkup, sakının”..(Nur Suresi 1)

 Hz Allah’ın helal dairesinde aile kurumu ile kutsal bir anlam yükleyerek bir araya gelmelerini hükme bağladığı bu iki cins; birey, aile, toplum ve dünyanın gelecek yürüyüşünde önemli bir role sahiptir. Fıtratlarına uygun olarak yeryüzündeki tüm gereksinimlerini Allah’ın helal ve haram sınırları dairesinde yaşarlar.Keza kendilerine yüklenen sorumlulukları yerine getirmek noktasında da yeryüzünün halifesidirler.

Öte yandan aksi kavramlar; cinsel sapkınlıklar, zina, gayri ahlaki yaşam Hz Allah’ın Kulları üzerinde kesin yasaklarla vaz ettiği bir hükümdür.

Bu iki cinsin serencamını bozcu, rollerini değiştirici her hangi bir algı ve tutum yanlıştır. Kendilerine ait fıtri özellikleri ile birbirlerini tamamlayan kadın ve erkek arasında egemenlik savaşı çıkarmak, duygu ve saygı bağını yıpratmak “yaradılışlarına ait kimliği” bozmakla kalmaz tüm varoluş dengelerini tersyüz eder.

Özellikle de bu iki cinsin fıtratı ile oynayarak üçüncü bir cinsiyeti var etme çabası Allah cc tarafından “lanetle” karşılanır. Bu ise, DİB Başkanı Sn. Ali Bardakoğlu’nun ifadesi ile ”neslin çürümesi bela ve musibetlerin sebebi” olur..

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de konu hakkında somut bir örnekle uyarılışımız Lut as kavmi üzerinden olmuştur.

“Elçilerimiz, yakışıklı birer delikanlı suretinde Lut’un yanına gelince, onların melek olduğunu henüz bilmeyen Lut, kadınları bırakıp erkeklere yönelen sapık hemşerilerinin bu gençleri taciz edeceğinden korkarak, onlardan dolayı üzüntü ve endişeye kapıldı. Misafirlerini koruyacak gücü olmadığını görerek onlar yüzünden içi daraldı ve kendi kendine, ‘bugün çok çetin bir gün olacak’dedi."

"Bu arada, şehre gelen yabancıların Lut’un evinde misafir olduğunu haber alan kavmi, sapık arzularının kamçılamasıyla, âdeta kudurmuş bir hâlde koşarak Lut’un kapısına dayandılar. Zaten öteden beri böyle çirkinlikler yapmayı âdet hâline getirmişlerdi."

“Hz Lut kavmine dedi ki ”âlemlerde sizden hiç kimsenin yapmadığı “fahşayı” hayâsızlığı mı yapıyorsunuz? Gerçekten siz, kadınları bırakıp şehvetle erkelere mi yaklaşıyorsunuz.? Doğrusu siz haddi aşan bir kavimsiniz.”

“Lut kavminin; Lut ailesini yurdunuzdan çıkarın, muhakkak onlar temiz kalmak isteyen insanlardır” demekten başka bir cevabı olmadı

 “Bunun üzerine biz karısı dışında Lut’u ve ailesini kurtardık. Karısı ise helaka uğrayanlardan oldu. Ve onların üzerine bir azap sağanağı yağdırdık. Bak Mücrimlerin suçlarının akıbeti neymiş..”

Nitekim Ankebut Suresinin ışık tuttuğu bu hadise, Sodom’un Gomore’nin yıkılışı, uzun ve ibretli bir hikâyedir. Buradan çıkarmamız gereken ise,  son günlerin gündemi olan sapkınlıkların bu günün meselesi olmaktan ziyade öteden beri toplumları tehdit etmiş, ıslahı mümkün olmadığında helaka yol açmış olmasıdır. Bize ulaşan uyarı ise Allah ve Resulünün “Lut kavminin işlediği günahı işleyenleri lanetlediği hakikatidir.

 “Melekler biz günahkâr bir kavmi helak için gönderildik. Allah onlara Lanet etsin” deyince Cebrail as. Yanındaki meleklere “bu ikinci.. Allah’ın laneti onların üzerine olsun” dedi (Neml)

Üzülerek ifade etmek isterim ki, günümüz dünyasında da gidererek yaygınlaşan bu durumun kabulü pek çok “öğreti” ile zihinlerimize güzelce yerleştirilmiş oldu.

Yıllardır tv ekranlarındaki evlerimizin odalarına ulaşan film ve dizilerde sevimli, sempatik “üçüncü” cins, günlük yaşamımızda kanıksanarak tebessümle karşılanmış değil midir?

Yine kız ver erkekler aynı evde, aynı yatak odalarında zina kareleri ile günlük yaşamımıza nüfus ederek algılarımızı yönetir olmadı mı?

Faiz, zina ve eşcinselliğin kanıksandığı, normalleştirildiği bir toplumda istikametten bahsedemeyiz. Mütedeyyin kesimlerde bile “eşitliğin cinsiyette değil hak ve adalette olması gereği, farkı fıtratların aynı rolleri yüklenemeyeceğini” ifade edemez iken,  böylesine hayati bir meseleye dikkatleri nasıl çekeceğiz bilemiyorum doğrusu.

Eşcinsellik veya popüler tabiri ile LGBT, bireysel ve toplumsal ahlakımızı tehdit eden ve Allah’ın cc lanetlediği gayri ahlaki zafiyettir, hak veya tercih değildir.

Şahsen inancımıza dair bazı meseleleri -başörtüsü gibi- tercih veya hak olarak değil “inanç ve emir” olarak telakki ettiğim için, hala meşruiyet kompleksinde olanların konuya “hak veya toplumu ayrıştırma” mecraından bakma zafiyetlerini dikkate değer bile bulmuyorum..

Hülasa sonuca gelecek olursak bu ve buna benzer aileyi, toplumu ,inancımızı tehdit eden meselelerde  söylem önemli olmakla beraber esas olan eylemdir.. 

Söz gelimi, kadını korumayı amaçladığı öne sürülen İstanbul sözleşmesi ile “cinsiyet eşitliği” diye bir kavram üzerinden kadının fıtri rollerinin değişimi, aile kurumunun saygınlığının tehdit ediliyor olması gibi pek çok hususu konuşamıyor, dillendiremiyoruz. “Oturup konuşalım üzerinde kafa yoralım revize edilebiliyorsa edilsin, değilse kaldırılsın” diyen sesimiz hep bir cılız çıkıyor.Tepki ve önyargıyla karşılanıyor.

Bu cümleden olmak üzere; Müslüman bir toplum olarak son derece önemli olan, toplumun ve inancımızın değer yargılarını kökünden sallayan böylesi bir konuyu beyan etmek elbette ki Diyanetin sorumluluğundadır. Ancak konuya dair önlem ve çözüm; halk duyarlılığından uzmanlara, eğitimcilerden irade makamlarına kadar pek çok alanın el atması gereken acil bir meseledir..

Zira Kur’an-ı Kerimin uyarıları yalnızca geçmiş kavimlere değil, bizlere ve kıyamete kadar var olacak tüm topluluklara şümuldür...

     Ayşe Müzeyyen Taşçı.