Yazının başlığı garip gelmiş olabilir. Hâkim, savcı, asker, polis, bürokrat, siyasetçi gibi meslek mensuplarının borçlu olmaları insanlar arasında garip karşılanır. Bence insani ilişkiler kapsamında herkes borç alabilir, borç verebilir. Önemli olan yaptığı mesleği, vereceği kararları etkileyecek bir borç (belki minnet) içine girilmemesidir. Hele ki hâkim ve savcılarımız için ben aklımın kıyısından köşesinden geçirmem böyle bir ihtimali.
Maalesef zaman zaman asılsız isnatlarla karşılaşılabiliyor. Ortada borç ilişkisi yokken, kişilere yönelik borç iddiaları olabiliyor. Borç ilişkisi bazen art niyetli kişilerce bazen de sehven iddia edilebiliyor. Elbette makul ciddiyeti olan her iddia araştırılmalı, ancak iddialar saydığımız hassas meslek mensuplarına yönelince çok daha dikkatli olmak gerekir. Bir hâkime veya savcıya yönelen asılsız bir borç iddiası sadece bir kişiyi etkilemez, mesleğin ve mensuplarının genel itibarı hatta adalete olan güven söz konusudur. Benzer şekilde polislere yöneltilen asılsız iddialarda emniyet teşkilatının, askerlere yöneltilen asılsız iddialarda da TSK’nın itibarı ve toplumda kurumlara duyulan güven hedef alınıyor olabilir. 
Her iddia araştırılsın, soruşturulsun, borçlu olan borcunu gerektiğinde Devletin icrasıyla ödesin. Ancak nasıl ki bankaları koruyan düzenlemeler var, benzer şekilde Devletin temel görevlerinin temsilcisi niteliğindeki kurumların da, bu kurumlardaki meslek mensuplarının da itibarı en az bankaların itibarı kadar önemlidir. Çoğumuz itibarımızı kaybetmektense para kaybetmeyi göze alırız, öyle değil mi?
Oldu ya birisi çıktı ve bir hâkimin masasına bir dekont koyarak dedi ki, “Sn. Hakim, bana borçlusunuz, bu da size verdiğim borcun dekontu”. Fark etmez ama dekontta da yüklü miktar bir para transferi olsun. Hâkimlerimiz tabii ki alacaklı iddiasındaki kişiyi odasından kovmaz, kafasında bir şeyler kırmaz, sükûnetle karşılar. Elbette “Hay Allah, dekont olduğuna göre borçluyum, hemen ödeyeyim” de demez. Peki, ne yapılır?
Önce dekonta bakılır. Her dekontta olduğu gibi en az iki hesap numarası (iban) olmalıdır. Bir hesap numarası var, diğeri yoksa dekontta problem vardır. Hesap numaraları var ama transfer edilen para miktarı yoksa yine problem vardır. Dekontta herhangi bir imza yoksa Hâkim beyin alacak iddiasındaki kişinin kafasında bir şeyler kırma hakkı doğmasa da üslubunu sertleştirmesi bence de hakkıdır. 
Borç ilişkisini netleştirmenin en garanti yöntem ise her iki hesabı işleten bankalara birer yazı ile para transferinin doğruluğunu sormak olacaktır. Öyle ya, bir banka hesabından çıkan para başka bir banka hesabına gitmiştir. Dolayısıyla iki bankanın kayıtları tutarlı olmalıdır. Bankacılık sistemleri en güvenilir sitemler olmakla birlikte, banka hesaplarına sızanlar, dolandırıcılık yapanlarla ilgili haberleri sıklıkla okuyoruz. Eğer bankaların kayıtları birbirini tutmuyorsa, alacak iddiasındaki kişi için sonuçları pek de iyi olmayabilir. Artık araştırılan konu değişmiştir. Alacak iddiasındaki kişi art niyetli mi yoksa “sehven” mi olmuş, kişi istemeden “bir tuzağa düşmüş” de ondan mı böyle bir iddiada bulunmuş araştırması başlar artık.
Hâkimlerimizin, savcılarımızın kendileri veya yakınları için gösterecekleri hassasiyeti önlerine gelen her şüpheli veya sanık için de göstereceğine inancım tamdır. Borç ilişkisinin dekontla iddia edildiği her durumda hem borçlu hem alacaklının haklarını koruyarak dekontun doğruluğunu ve bankaların kayıtlarının tutarlılığını kontrol edeceklerdir. Hâkim ve savcılarımız hukuku harfiyen uygularlar. 

Sanırım buraya kadar yazdıklarıma kimsenin itirazı olmamıştır.
Peki, ben bunları neden yazdım? Demem o ki, bazı konuları sağlıklı tartışabilmek hatta anlayabilmek için algılarımızdan uzaklaşmamız gerekir. Algılardan uzaklaşmanın yolu da algılarımızda yer etmiş kavramlardan uzaklaşıp, aynı konuyu farklı kavramlarla dile getirmekle mümkündür. 
Haydi, hep birlikte yazımızın ana fikrine gelelim. Borç iddiası yerine “teröristlik” iddiasını koyalım. Dekont yerinde de “ByLock” ya da “ankesörlü/kontörlü arama” iddialarındaki “operatör kayıtları” olsun. Ve de soralım: Ne farkı var?
Haftasonu ziyaretime gelen bir baba ve kızından bahsedeyim size. Hain darbe girişimi sırasında baba 30 yıllık öğretmen, kızı ise üniversite son sınıfa geçmiş bir öğrenci. Darbe girişiminden aylar sonra Ramazan ayında önce babayı gözaltına alıyorlar. İddia operatör kayıtlarına dayalı ByLock kullanımı. Baba adına kayıtlı hattı aslında kızı kullanıyor. Hangi baba kızı için kendini feda etmez. Söylemiyor elbette. 11 aydan biraz fazla tutuklu kalıyor. Sonra kızın kullanıldığı anlaşılıyor ve takip eden yılın Ramazan ayında da baba bırakılıp kızı tutuklanıyor. Baba savcı ve hâkimlerimize yalvarıyor: “Kızımın mezuniyetine bir ay kaldı. En azından denetimli olarak tutuksuz yargılayın. Mezun olsun ben ellerimle getirim.” Verilen cevap ne biliyor musunuz? “İlker Başbuğ bile yattı, kızın neden yatmasın, çıkınca bitirir okulunu” Öğrenci kızımız Sulh Ceza Hâkimine çıkmadan önce tutuklandığı haberi yer alıyor basında. Bir yıl da öğrencimiz kalıyor cezaevinde ve hükümle tahliye oluyor.
Şimdi bu GSM operatörü kayıtlarıyla ilgili birkaç soru soralım. 
Dekontta imza olmadan geçerli kabul etmiyoruz. Operatör kayıtlarının “sayısal imzası veya zaman damgası” var mı? Cevap verelim: Yok. 
Dekontta transfer edilen para miktarı yoksa anlamı yok. Operatör kayıtlarında ne kadar süre bağlı kalmış veya ne kadar boyutta veri göndermiş göstermek mümkün mü? Cevap verelim: Hayır.
Dekontta geçen banka hesaplarının tutarlılığı aranıyor. Operatör kayıtları Litvanya’da bulunan bir sunucuyu işaret ediyor. Yani en azından bir user id (kullanıcı no) olması gerekli. Operatör kayıtlarından tek başına bunu görebiliyor muyuz? Cevap verelim: Hayır. Yani baba ve kızına isnat edilen bir User Id yok.
Operatör kayıtlarında çok sayıda teknik tutarsızlık var mı? Cevap verelim: Var. 
Ben birkaç saatlik ziyaretlerinde gördüğüm kadarıyla ne babası ne kızı borçlu da olamazlar “terörist” de. Soran olursa ben kefilim. Şimdi herkes kendine sorsun. Baba veya kıza iddia edilen bir borç ilişkisi ve dekont olsa idi borçlu mu diyecektik? Peki, operatör kaydı olunca nasıl “terörist” diyebiliyor ve mağdur edebiliyoruz?
Operatör kaydıyla bir kişinin suçlandığı, devamında masumiyet karinesi devam ederken, kesin hüküm yokken ve suçta ve cezada şahsilik ilkesini de görmezden gelerek aile fertlerinin de mağdur edildiği örnekleri saymıyorum. 
ByLock örneğinin yerine “ankesörlü/kontörlü arama eşittir terör örgütü üyeliği” iddiasını ve yine dekont yerine Telekom kayıtlarını koyalım. Yurtdışı görevinden soruşturma nedeniyle çağrılınca hemen kendi ayağıyla gelen bir askerin Telekom ve GSM operatörü kayıtları tutarsız, arayanın ve konuşulanın belli olmadığı bir iddia ile tutuklu yargılanmasını vicdanımızda tartalım. 
Bir de SD kart var ki, karşı banka yok, ortada dekont da yok. Ha peçete üzerine yazılmış bir borç ilişkisi olmuş, ha da SD karta yazılmış borç ilişkisi, ne fark eder?
Sorumluluk sadece yargı mensuplarında değil. Sorumluluk algılara esir olan tüm zihinlerde. Hepimizde.
Herkes sorularını sorsun cevaplarını kendi versin. Sonra bence tüm toplum olarak helalleşelim. Neden mi, bu taraftaki borç ilişkileri bir şekilde ödenir. Ama ahirete inananlar bilir ki orada cevaplarını tek başlarına verecekler. Helalleşemezsek sorulara cevap vermek de kolay olmasa gerek.
Herkes her an kendine sormalıdır: 
Borcum var mı?