Son günlerin popüler ve tartışmalara konu olmuş olaylar dizisi Boğaziçi olayları üzerine çok yazıldı, çizildi, tartışıldı. Oradaki eylemciler kimlerdi, maksatları neydi, ardında hangi güçler vardı hepsi soruldu bu soruların. Bu konuda ehil ve yetkili bir kişi değilim. Ancak farklı bir bakış açısı ile bunun sosyal-toplumsal durumuna birlikte birkaç kelam etmek isterim.

Üniversiteler eğitim yuvaları olarak nitelendirilir. Ancak bir gencin üniversite serüvenin başlaması ile hayatı da farklı bir yöne doğru eğilim gösterir. Özellikle yaşadığı memleketten gelen genç için üniversite, belki de yaşamakta olduğu sıradan hayat sonrası, bir dönüşüm değişim merkezi haline gelir. Genç, üniversitede dersleri ile ilgilenmekten başka aynı zamanda sosyalleşme eğilimindedir. Çeşitli arkadaş grupları ile tanışır, kaynaşır. Belki önceleri pek hoş görmediği durumlar artık mantığına yatkın hale gelir. İnsanları yargılamaktan ziyade anlamaya çalışarak farklı düşünen kişilere saygıyı öğrenir. Tabi bu bahsettiğimiz özellikle Z kuşağı denilen 2000 sonrası için geçerlidir. Yoksa özellikle 70’ler sonrasının yaşadığı büyük uçurumların olduğu bir kayıp gençlikten bahsetmiyoruz. Kayıp gençlik dedik çünkü bir takım güçler tarafından o dönemin genç kuşağı sağ-sol, komünist-faşist diye ayrıştırılarak siyasal ve politik bir kisveye büründürüldü. Eğitim hayatları başlamadan bitenler, hapishanede gençliğini heder edenler vs. vs. tabi bu durumdan karlı çıkanlar olduğu gibi en büyük zarar o dönemin okumaya çalışan genç kesimine oldu.

Şimdilerde durum biraz daha değişik ve karmaşık. Küresel bir dünyada yaşamanın bizlerin hayatına bir takım farklılıklar getirdiğini hep söylüyoruz. İşte gençler, belki de geçmişin gölgesinden kaçarcasına bir dönüşüm haline girmekteler. Çatışmadan farklı fikirlerin birlikte yaşayabileceği düşüncesine sahipler. Ancak yine de bir takım kötü emeller peşinde koşanlarca önceleri komünist-faşist şeklinde yapılan toplumsal ayrıştırma şimdilerde farklı isimlerle yapılmaya çalışılıyor. Her yaşanan olayda sanki iki tarafın olması gerekliymişçesine bir tavır sergileniyor. Bir taraf iyi, diğeri kötü.

Peki doğru hangisi, yanlış hangisi bunun yargılamasını yapmak kime vazife?

Bakıyoruz en aklıselim davranması gereken yetkililer çıkarak kendilerine ve makamlarına yakışmayan bir tarz ile öğrencileri eleştiriyor. Yine itidalden söz eden yok. Ben yaptım oldu mantığı ile halen daha yanlışta ısrar ediliyor. Hâlbuki kim olursan ol karşındakini muhatap olarak gör. Böyle yaparak ülkede kaosun ve çatışmanın önü kesilebilir. Öte yandan kendini tek güç olarak bilmek ve bu şekilde davranmayı sürdürmek infiale sebep olur. Ve toplumlar arası ayrışma önü alınamaz bir hale gelir.

Bir de bu olayın diğer bir yüzü var. O da şöyle ki kutsalımız Kâbe’ye yapılan saygısızlık ve hadsizlik! Elbette ki kasıtlı, planlı ve sistematik olarak yapılan bu iğrenç saldırı Boğaziçi olaylarının fitilini daha da alevlendirdi. Aslında maksat kendi ifadeleri ile rektörlük atamalarında yapılan yanlış ile başlamıştı. Akademisyenlerin fikir birliğinden bunu anlayabilmek mümkün. Ancak bu olaylar üzerine LGBT dernekleri kendilerine vazife çıkarırcasına alçakça bir eyleme imza attılar. Bunun neticesi olarak da kapatılan kulüplerinin faturasını tüm dindar kesime mal etmeye çalıştılar. “Aşağı bakmıyoruz” sloganı ile devam eden eylemler bu grup üyelerince “Homofobik rektör istemiyoruz” şekline büründürüldü. Ve kasti olarak bir ayırım yapıldı. Rektör atamalarına tepki eylemine katılanların da hoş görmediği LGBT bayraklı eylemciler insan haklarına aykırılık gerekçesi ile kendi haklarını ön plana attılar. Diğer eylemciler de bu davranışları eylemin asıl maksadına gölge düşürmek olarak nitelemektedirler.

Yine bir kısım cenah da bu olayların gezi parkı eylemleri gibi bir hal alabileceği üzerinde durdu. Ve propagandalarını bu yönde yapmaya devam etti. Hatta eylemcilere hukuka aykırı tutum sergilendiği üzerinden çokça paylaşımlar yapıldı. Bu durumdan nemalanmak niyeti ile hareket edilerek eylemler amacından saptırılmaya çalışıldı. Yalan yanlış sosyal medyada birçok haber dolaştı. Ve tüm bunlar kutuplaşmanın derinliğini daha da artırdı. Gencimiz üniversitesinde olan bitene kayıtsız kalmayarak sosyal toplumun bir ferdi olduğunu ispat edercesine tüm bunlara tepkisel yaklaştı. Eylemler yumağı haline gelen durum ise halen çözülemeyen bir hale büründü.

Yapılması gereken ise aslında çok basit. Aklıselim kişilerce bir heyet oluşturularak muhatap kitle ile sağlıklı iletişime geçilerek sorunları çözme eğilimine gidilmelidir. Ne olursa olsun bu tür durumlar uzlaşı ve istişare ile çözülür. Kaba kuvvet ancak diktatörlük ve totaliter rejimlerde işe yarar. Bu tutumda ısrarcı olmamak ve muhatap kitleyi hor görmekten vazgeçerek iletişime geçmek gerekir. Yoksa gençleri muhatap almayı bekleyen zihniyetler boş durmayarak harekete geçeceklerdir. Ve asıl maksatları olan toplumsal ayrışma ve kutuplaşma planında başarılı olacaklardır.

Toplumca sulh ve selamete çok ihtiyacımız var. Selâmetli günlerde buluşmak dileği ile…