Neredeen nereye...
Uzaya gidiyorduk derken  bir kara delik bizi içine çekti ve 90’lı yılların derin girdabının ortasında bulguk kendimizi.

Bir tripod bir kamera ve bir mafya... 
Hani derler ya "geldi bir boran, esti bir tufan" hâl-i pürmelalimiz bir hayli yaman... 


Bugüne kadar Sedat Peker'in iddiaları ile alakalı bazı paylaşımlarım olduysa da, köşe yazmadım. Özellikle biraz daha sürecin olgunlaşmasını bekledim, Neden? Çünkü bir taraftan resmin 'en azından' benim nazarımda gayet net olması ile beraber, diğer taraftan da yanlış bir şey yapmamak adına sosyal medyada üretilen birçok spekülatif içeriğin arasına karışmasını istemedim. O yüzden daha derli toplu bir yazı yazmak istedim. 

Şimdi şöyle özetleyelim Sedat Peker'in videoları sadece Kendi YouTube hesabında değil, Instagram'da Twitter'da Hatta tiktok'ta bile milyonlarca izlenme alıyor. Sedat Pelker'in kendi deyimiyle bir tripod ve bir kamerayla bu kadar ilgi görmesinin yegane sebebi, toplum tarafından anlattıklarına inanılması, karşılık görmesi ve videodaki iddialar ile alakalı iktidarın çok tutarlı cevaplar verememesidir. Yani iktidarın bir bakanı ile ilgili iddialar var, kimse çıkıpta tatmin edici, ikna edici bir şey söyleyemiyor. Mesela çok kısa süre önce biliyorsunuz Ruhsar Pekcan'ın şirketinin karıştığı yolsuzluk olayında hemen birkaç gün içerisinde Cumhurbaşkanın devreye girmesi ile 3-5 satırlık bir söylem ile olayın üstü kapandı. Ancak söylediğim gibi iktidarın bu iddialar ile alakalı tutarlı bir cevap verememesi, ayrıca birkaç tane gazetecinin işin içerisine girmesi, üstelik namuslarını haysiyetlerini şahsiyetlerini ortaya koyarak yaptıkları yeminli ifadelerin hepsinin yalan çıkması ile birlikte toplumda Sedat Peker'e yönelik bir güven ve söylenenlerin doğru olduğu algısı oluşmaya başladı.

Malumunuz Türkiye'de fetö yargılamaları o kadar sulandırılmış durumdaki, şimdilerde bir kesim tarafından Sedat Peker'in yaptıklarının fetö'nün bir oyunu olduğu, Hatta Hadi Özışık ve kardeşi Süleyman Özışık'ın fetö'nün basındaki kolu oldukları vb gibi absürt iddialar ortaya atılıyor, bu tür söylemlerin, yani her konuşana Fetö damgası vurulmasının toplumda bir karşılığı olmadığının, Fetö'cü olma iddiasının Sedat Peker'e birkaç beden büyük geleceğinin nedense söz konusu malum kesim farkında değil veya hedef saptırıyorlar.
Zira hafızalarda tazeliğini hala koruyor. Sedat Peker'in olduğu mekanlarda milletvekili ve işadamlarının sıraya girerek Sedat Peker'le fotoğraf çektirme gayretlerine, Sedat Peker salona girdiğinde bakanların bile ayağa kalktıklarına şahit olduk. internette muhtemelen videoları da vardır.

Peki gelgelelim durum böyleyken iktidar tarafından yılın iş adamı seçilen, Türkiye'de 40.000, 50.000 kişilik mitingler veren, yukarıda da belirttiğimiz gibi iş adamları milletvekilleri ve bakanlar tarafından bu denli ilgi gören, sırtını iktidara dayayarak muhalefet partilerine alabildiğine tehditler savuran, muhalif kişilere "ağaç kütüklerine bağlayacağız, sallandıracağız" gibi sözler savuran, gerçekleştirdiği mitinglerde topluma silahlanma çağrısı yapan ve bütün bunlara rağmen hiçbir şekilde hakkında işlem yapılmayan Sedat Peker ne oldu da bu duruma geldi. 
Ortada bir öküz'ün! olduğu âşikar, peki bu öküz neden öldü, ortaklık neden bozuldu?


Nehmet Ağar'ın oğlu Milletvekili Tolga Ağar'ın Nusret Gökçeyi kurşunlattığı ve bu olay sırasında Ağar'ın uyuşturucu kullandığı, bu durumun saç tahlili ile tespit edilebileceği, aynı şekilde yine Tolga Ağar'ı tecavüzden şikayet eden kırgız ya da Kazak uyruklu bir kızın şikayet dilekçesinin Jandarma Karakolu'nda ortadan kaybolması ve bir gün sonra kızın ölü bulunması, Elazığ'da TV programcısı ve aynı zamanda üniversite öğrencisi olan Yelda Kahraman'ın kendisi ile yaptığı röportajın ertesi günü ölü bulunması, (Sedat Peker bunun sebebinin de Yelda Kahramana cinsel saldırıda bulunması olduğunu söylüyor) 4 ton 900 kilo kokain operasyonu, yine bu operasyonda Nevzat Kaya'ya Süleyman Soylu'nun oğlu tarafından 5 milyon dolar vermesi halinde dosyadan isminin çıkarılacağı, Süleyman Soylu'nun oğlunun adına olan özel plakalı aracın kokain operasyonuna ismi karışan Nevzat Kaya'ya tahsis edilmesi, Binali Yıldırım'ın oğlunun uyuşturucu trafiğinin göbeğinde olduğu iddiası, Uğur Mumcu'nun katilinin Mehmet Ağar olduğu, Marina Adası meselesi, Süleyman Soylu'nun İbrahim Kalın'ı takip ettirdiği iddiası, Hürriyet gazetesine yapılan baskını bir milletvekilinin ricası (azmettirmesi) ile bizzat kendinin yaptığını itiraf etmesi, bir polis memurunun şehit edilmesinin zanlısı olarak emniyette tutulan bir kişinin Mehmet Ağar'ın isteği üzerine serbest bırakılması ve pasaportuna "Deport" (ülkeye giriş yasağı) uygulanarak yurtdışına çıkarılması ve deport uygulanan aynı kişinin yine Mehmet Ağar tarafından tekrar Türkiye'ye girişinin sağlanması Vesaire Vesaire...



Ancak bütün bu yaşananların en trajikomik tarafı ise, Türkiye günlerdir bütün bu iddialar ile çalkalanırken Müge Anlı'nın televizyon programında yaşananları ihbar kabul edip stüdyoya baskın düzenleyecek kadar işinde "Mahir" olan savcılık ve emniyet birimleri bu iddialar karşısında üç maymunu oynuyor.

Ancak iktidar kanadı bu konuda sessizliğe bürünmüş olsa da AK Parti içerisinde Cahit Özkan, Cemil Çiçek ve Bülent Arınç gibi isimlerin "bu iddiaların binde biri doğruysa savcılar derhal harekete geçmeli" yönünde açıklamalar yaptığı da bir gerçek. 

Peker'in anlattıklarının toplumun bütün kesimleri tarafından karşılık bulduğu ortada. Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde gerek siyasetçi, gerek gazeteci, gerek sanatçı, söyleyecekleri bu kadar merak edilen başka bir figür daha var mıdır bilmiyorum. Bakın Bu konularla alakalı gerek İçişleri bakanının bizzat kendisi, gerekse Jandarma Genel Komutanlığı (tecavüz ve kaçırılma olayı ile alakalı) bu konu ile alakalı açıklamalar yaptılar. Ancak bütün bu açıklamaların akabinde oluşan ve en tehlikeli olarak gördüğüm durum ise insanların devletin kurumlarına değil de Sedat Peker'e inanıyor olması.
Yani devletin kurumlarının ve bu kurumlarda görev almış, başta  Merhamet Ağar olmak üzere birçok üst düzey kişinin açıklamalarının Sedat Peker'in sözlerinin yanında hiçbir kıymet ifade etmiyor olması.
 
Malumunuz Sedat Peker'in bütün bu anlattıklarından sadece bir suç örgütü liderliği vasfını değil, başta medya dahil olmak üzere birçok kurumun ve birimin kendisi tarafından dizayn edildiğini konuşmalarının satır aralarından çıkarabiliyoruz. 
Zaten son videoda da Yıldırım Demirören'i hedef tahtasına oturttu. Bakalım Demirören Medya Grubu hakkında neler duyacağız.

Işin buralara gelmesi Tabii ki işin bir boyutu, bundan sonra Sedat Peker de dahil başkalarının da bu konuyla alakalı ortaya neler koyacakları, ortaya nelerin döküleceği ise apayrı bir boyut.
Sedat Peker'in şimdiye kadar ortaya koyduğu "somut" iddialar ve elinde daha fazla ''koz'' olduğu, çektiği bütün videolarda kullandığı "daha devamı gelecek" gibi Süleyman soylu'ya hitaben "Daha dur tutuklanacaksın, yavaş yavaş açıklayacağım" gibi söylemleri işin boyutunun daha farklı yerlere ulaşacağını gösteriyor. Ortaya atılan bütün bu iddilar, ismi geçen kişilerin istifa etmeleri halinde dahi bu işten kolay sıyrılamayacaklarını gösteriyor.
Bekleyip göreceğiz.


Videoda kullanılan arka planındaki resimlerin, masanın üzerine koyulan ve her hafta değişen kitapların, yüzüğün, vesair benzeri bütün materyallerin profesyonelce kullanıldığını ve dolayısıyla bu işin ülkeye yönelik profesyonelce planlanmış bir tezgah olduğunu söyleyen kesimlerin bu görüşlerine katılmadığımı ifade etmek istiyorum. Zira Sedat Peker'in çektipi videolarda başından beri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a toz kondurmadığını, etrafındaki bazı grupların onun iktidarının altını oyduklarını ve bu konuda dikkatli olması gerektiğini söylemesi bu iddiayı çürütmektedir. Hazır konu buraya  gelmişken bu iddiaların sonunda AK Parti'nin çökeceğini, doğal olarak bu işin Tayyip Erdoğan'ın sonunu getireceğini düşünenlerin günün sonunda üzgün ve elleri boş olarak evlerine döneceklerini vurgulamak istiyorum. Yani mealen, bu operasyonun hedefinin Sedat Peker'in beraber iş tuttuğu insanların kendisini yarı yolda bırakması üzerine onlardan intikam alma hissiyle, bildiği her şeyi anlatmak olduğu açıkça görülmektedir. En azından benim kanaatim bu yöndedir.

Velhasılı kelam görünen o ki Türkiye'de ikinci bir Susurluk olayı yaşanmaktadır. Nasıl ki Susurluk'ta, kimilerine göre bir kaza, kimilerine göre ise suikast olan bir olayın ardından mafya Ve Siyaset dünyasının kirli ilişkileri nasıl ortaya döküldüyse şu anda da aynısı bir mafya liderinin açıklamalarıyla yaşanmaktadır. İkisi arasında hiçbir fark yoktur. Tıpkı Susurluk olayındaki dönemin içişleri bakanı ''Mehmet Ağar'' ile şimdiki olayın baş failinin "Mehmet Ağar" olduğu gibi. Yalnız bir farkla, Susurluk olayındaki derin ilişkiler bir kaza sonucu ortaya çıkmıştı, şimdiki ise bir anlaşmazlık sonucu.

Sonuç olarak; Bu derin sessizlik karşısında yine de iyimser olmak istiyorum. Adalet mekanizmasının Sedat Peker'in ortaya attığı iddialar karşısında gerçek anlamda bir deve kuşu gibi kafasını kuma gömdüğünü düşünmüyorum. Türkiye'de adaletin durmuş olabileceğini ve bu konuda savcıların boş durduğunu değil, gerçek anlamda meselenin biraz daha olgunlaşmasını, biraz daha şekillenmesini beklediklerini düşünüyorum ve umut ediyorum.

Şimdi en çok merak edilen soru bu işin daha nereye kadar evrileceği ve şu ana kadar ismi geçen kişilerle sınırlı kalıp almayacağı sorusudur.

Görelim mevlam neyler...