Allah (C.C) Araf 189. ayeti kerimede insanın nasıl yaratıldığını şöyle açıklamaktadır: ''Sizi bir tek nefisten yaratan, onunla sükûnet bulsun diye eşini de ondan yaratan Allah'tır...''

Hz Peygamber (S.A.V) Veda Hutbesi'nde; ''Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem de topraktan yaratıldı.” diye buyurmuştur. 

 İnsanoğlunun atası Hz. Ademdir. Evrim teorisyenleri, ateistler, şucular-bucuların öne sürdükleri iddialar bu gerçeği değiştiremez. Biyolojik olarak hepimizin DNA'sı Hz. Adem(A.S)'e dayanmaktadır. Amma insanın kendi tercihi olmayan hususları vardır. Irkı, rengi ana dili, cinsiyeti gibi. Erkek veya kız olarak dünyaya gelmek bizim tercihimize bağlı değildir. Fakat  kadının ve erkeğin birbirinin tamamlayıcısı olduğu ve yeryüzünde mutluluğu, adaleti, huzuru tesis etmesi veya kaos ve zulmü meydana getirmesinin birer tercih meselesi olması hakikattir. 

Bununla birlikte Allah (cc) ailede reis olarak erkeğe işaret etmiştir. Tarih boyunca süregelen gelenek, göreneklerimiz ve ataerkil yapımız da babayı ailenin reisi olarak görmüş adeta devleti baba ile özdeşleştirmiştir. Toprak anadır, devlet babadır, öylelikle birbiriyle harmanlanmıştır.

İslam hukukunda erkek hanımının ve çocuklarının her türlü ihtiyaçlarını zamana ve durumuna göre karşılamakla yükümlü tutulmuştur. Ancak son yıllarda çıkartılan kanunlar aileyi korumaya yönelik olmaktan ziyade kadına birtakım ayrıcalıklar tanımaya yöneliktir. Bundan mütevellit günümüzde kadın ve erkek cinsiyetleri üstünden adeta bir egemenlik yarışı yaşanmaktadır. Batılı "dostlarını'' ve içerideki feminizm gibi akımlara kapılmış sesi çok çıkan kesimleri memnun etmek için Türk toplumunun aile yapısına uymadığı halde çıkarılan Yeni Türk Medeni Yasası'ndaki ''Birliği eşler beraberce yönetirler'' ilkesi çift başlılığa neden olmaktadır. bu değişiklikler yalnızca hukuki alanı etkilemekle kalmadığı gibi, Türk aile yapısına zarar vermektedir. Batı'dan içimize sokulan kadına pozitif ayrımcılık gibi söylemler toplumda hızla yaygınlaştırılmıştır. Öylece ailede sorumlulukların paylaşılmasının telaffuzu yanı sıra ailede reis erkektir kaidesi ortadan kaldırılmaktadır. Esasen bu söylemler kadına ekstra bir yük getirirken ailede babanın otoritesini de yerle bir etmekte, erkeği aciz konuma düşürmektedir.

Halbuki  her çocuk için baba bir kahramandır. Çocuk dünyanın en güçlü insanın olarak kendi babasını görmektedir. Erkek çocukların ilk rol modeli babası olmaktadır. Kız çocukları için baba güç demek güven demektir. Olması gerekende budur aslında. Sağlıklı nesiller açısından bu döngünün bu şekilde devam etmesi gerekmektedir. Buna mukabil günümüzde eğitim fakültelerinde okutulan kız çocukların babaya erkek çocukların anneye olan düşkünlüğü Sigmund Freud’un ortaya attığı sapık fikirleri Oedipus Kompleksi ve bunun karşılığı olarak geliştirilen Elektra Kompleksi Antik Yunan Mitolojisi'nden kaynaklanan sapıklıklardır. Oysa bizim inancımızda Allah (C.C) ve Peygamber Efendimiz(S.A.V)'den sonra itaatte baba ve anne gelir. Onlar müstesna, birer fazilet abideleri olmakla birlikte maddi manevi hayatımızı şekillendiren ilk öğretmenlerimizdir. ''Öf'' bile denmeyecek, hakları ödenmeyecek kadar mukaddestir anne ve baba. 

Şimdilerde baba modeli iyice itibarsızlaştırıldı. 

Boşanan ailelerde velayet çoğunlukla anneye verilmektedir. İslamda velayet babanındır. Babalara velayet verilmediği gibi bir de çocukları kendilerine gösterilmiyor. Çocuğu kendinden kaçırılan pek çok baba evlat hasretiyle yanıp kavrulmaktadır. Bir babanın en tabii hakkı olan evladını görememesi demek ne demektir Allah aşkına!

Nerede o zaman eşitlik söylemleri, hani eşitlik hakları?

İnsanlar haklar bakımından eşittirler, lakin yaradılışta eşit değillerdir. Kadının ve erkeğin fıtratı farklı yaratılmıştır. 

Bir babaya evladını göstermemek zulümdür. 

Çocuk sadece anneye ait değildir. 

Babayı sadece para makinesi olarak görmek de doğru değildir. 

Çocuk için nafaka almaya gelince baba olarak hatırlanan babaların evlatlarını görmek istediklerinde niçin aynı hassasiyet gösterilmez?..

Bu haksızlıkların giderilmesi için hükûmet daha  neyi beklemektedir?

Kaldı ki erken yaşta suça karışan çocuklar genellikle parçalanmış ailede yetişen çocuklardır üstelik bir de babası ile irtibatı koparılmışsa suç oranını daha da yukarıya çekmektedir. 

TÜİK'in 2017 yılında suça itilen çocuklarla ilgili istatistiklerde 17 yaş altındaki 107 bin 984 çocuk 25 farklı olaya karışırken, 11 yaş altındaki 16 çocuğun öldürme hadisesine karıştığı görülmekte. Dicle Üniversitesi Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Doç. Dr. Serhat Nasıroğlu konu hakkında şöyle söylüyor: ''Bireysel faktörler, çocuğun zeka seviyesi, genetik yükü, çocukta dikkat eksikliği, madde bağımlılığının olması çocuğun suça sürüklenme ihtimalini arttırıyor. Bir diğeri de ailesel faktörler önemli, boşanmış aile çocukların da ya da sosyo-ekonomik ya da eğitim seviyesinin çok düşük olduğu ailelerde çocukların suça sürüklenme ihtimalinin arttığını hatta bazı durumlarda ailenin çocuğu bizzat suça sürüklenme açısından yönlendirdiğini görüyoruz.''

Görüldüğü gibi boşanmış ailelerin çocukları sadece aile ya da kendi çevresine değil, toplum içinde sorunlara neden olmakta, suça karışmaktalar. 

Devlet boşanmalardan ziyade evlilikleri teşvik etmelidir. Beş bin yıllık geleneklerimiz, bin küsur yıllık İslam inancımız Türk aile yapısı korumuş ve bu inancın devam ettirilmesiyle aile kurumu korunabilir ancak. Bu bağlamda toplumsal sorunlarımıza yaklaşımımızda seküler düşünce ve anlayışlarından uzaklaşarak kendi kadim medeniyet değerlerimize dönmek mecburiyetindeyiz. Bizim inanç ve değerlerimiz, tarih ve medeniyet birikimimiz varken yapmamız gereken şey Batı uygarlığının bozuk ve ifsat edici düşünce ve hayat tarzını terk ederek aslımıza sığınmamızdır. Bu sığınma bir tercih değil zorunluluk halidir.

Erkekleri itibarsızlaştıran sadece Yeni Türk Medeni Yasası'ndaki ''Birliği eşler beraberce yönetirler'' ilkesi değildir.11 Mayıs 20011'de İstanbul'da imzalanan İstanbul Sözleşmesidir. 

TBMM tarafından 14 Mart 2012’de kabul edilen ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren sözleşmenin merkezinde toplumsal cinsiyet kavramı vardır. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kadın-erkek eşitliğinden daha fazla üçüncü bireylere yani LGBT’lilere yöneliktir. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği (TCE) kuramcıları iki çeşit cinsiyetten söz ederler. Doğuştan gelen biyolojik cinsiyet ve sonradan toplum tarafından meydana getirilen cinsiyet. TCE teorisyenleri kadın ve erkeğin ev içi ve sosyal rollerini, davranışlarının nedenini, doğuştan gelen farklılıkları kabul etmeyerek, kadın ve erkeğin geleneksel rollerinin değişebilmesi ve kadınlara erkek, erkeklere kadın rolleri yüklenebilir diyerek kadın ve erkek hakkındaki algıyı değiştirmeyi ve kadın erkek rollerini kaldırmayı amaçlamaktalar. 

Yani tabiri caizse o gün bu gündür başımıza bela olmaktadır. Türkiye maalesef hiç bir çekince koymadan ilk imzalayan ve onaylayan ülke olmuştur. Rusya ve Hırvatistan gibi birçok ülke bu sözleşmeyi kabul etmedi/etmemektedir. Yine Türk aile yapısına dikkat edilmeden hazırlanan ve pek çok aile trajedisine sebep olan 6284. sayılı kanun evliliklerin hızla sonlanmasına neden olmakta. Kadına şiddeti önlemek amacıyla çıkartılmış, fakat bırakın şiddeti azaltmayı şiddetin daha da armasına sebep olmuştur. Birçok hukukçunun farklı yorumladığı bu kanun kaldırılmadığı ya da Türk aile yapısına göre ve kadınların haklarını koruyarak yeniden düzenlenmediği sürece ne şiddet önlenecek ne de boşanmalarının önüne geçilebilecektir. İstanbul sözleşmesi biran evvel sonlandırılmalıdır. Kendi inanç değerlerimiz baz alınarak hem kadının hem erkeğin ayrıca çocukların haklarını da koruyacak şekilde yeni düzenlemeler yapılmalıdır. 

Selam ve dua ile