Bir önceki (19.7.2020) yazımda “Ayasofya’nın ibadet için mi, siyaset için mi yeniden açıldığını 24 Temmuz Cuma günü hep birlikte öğreneceğiz” demiştim. Beklentimizin iyi niyetimizden ibaret kaldığı ortadadır. Görünen köye kılavuz gerekmiyormuş. Ne yazık ki, siyasi istismarın gereği olarak ibadetle birlikte aktif siyasete de açılmış oldu.

Diyanet İşleri Başkanının Kitap/Kur’an ile değil de Kılıç eşliğinde minbere çıkması da “fethi çağrıştıran”  siyasi mesaj için yeterince işaretler veriyordu. Zaten Vakıf tasarrufunun Diyanet İşlerine bırakılması da başka türlü bir garabet örneğidir.

Doğru olmayan bu uygulamalara rağmen Ayasofya’nın ibadete açık tutulması daha hayırlı olduğu kanaatindeyim. Beklentim manevi bir iklim içeresinde açılmış olmasıydı, olmadı. Kaygım, politik ve ideolojik kesimlerin Mabed üzerinden ulusal ve uluslararası fitne-fesat çıkarmayı sürdürmeleridir. Ne yazık ki gelişmeler de bu yönde oldu. Bu yaklaşımın mabede de, mabedin ruhuna, maneviyata, dini ve insani değerlere de saygısızlık, haksızlık olduğunu hatırlatmak isterim.

Şüphesiz mabedler; Allah’ın anıldığı, dua ve ibadetlerin yalnız Allah’a has kılındığı, barış, huzur, rahmet esintilerinin beklendiği yerlerdir.

“Ve şüphe yok ki secde edilen yerler, Allah’a aittir, artık orada Allah’la beraber hiçbir kimseyi çağırmayın” (Cin Suresi-72/18)

Bu durumda ecdat hamasetini, asabiyeti mabetlere, vaaz ve hutbelere taşımak dinde ihlası, samimiyeti, dini aidiyeti açıkça zedelemektedir. Mabetler hamasi nutukların atıldığı mekânlar, siyaset araçları ve güç sembolleri değildir. Bu amaca yönelik kullanılmalarının fitneye, bozgunculuk ve ayrışmalara nasıl sebebiyet verdiğini yakın tarihimizden biliyoruz.

Rövanşizim/intikam, kin, öfke, nefret duyguları içinde “zafer-fetih” sloganlarıyla açılmış bir mekânda manevi bir haz almak, huzur bulmak nasıl mümkün olabilir ki? Böyle bir atmosferde ancak politik, ideolojik hazza ulaşmak mümkündür ki bu da İman-ihlas-ibadet ve ibadetgâh ile bağdaşmaz.

Konuyu İslam üzerinden değerlendireceksek, öncelikle ecdat uygulamaları dini referans değildir. Siyasi uygulamaları da “ecdat geleneği” olarak İslam ambalajıyla piyasaya sürmek dine, ahlaka, vicdana, insanlığa aykırı bir davranıştır. Fatih’in Ayasofya uygulaması İslam mesajı değil, siyasi mesaj vermektedir. Tartışılması da İslam üzerinden değil, siyaset üzerinden yapılması gerekir.

İslam referansına göre Fatih Sultan Mehmet’in yapması gereken tıpkı Hz Ömer gibi hâkimiyet kurduğu topraklarda tahrip olmuş bir mabedi (Kilise, Havra vs.) onararak ve tarihi-dini kimliği korunarak yeniden ibadete açılmasıydı.

Fatih ise bunu yapmadı, dönemin siyaseti gereği “kılıç ve egemenlik hakkı” olarak Ayasofya’yı onararak camiye çevirmiştir. İstanbul el değiştirdiği için bu değişiklik Hristiyanlarca da fazla sorun yapılmadan yaklaşık 600 yıl (1934’te Müze’ye dönüştürülünceye kadar) cami olarak ibadete açık olmuştur. Müzeye dönüştürülmesi de tamamıyla siyasidir, meşruiyeti için dinde referans aramak da yanlıştır. Müze tartışmalarının da din üzerinden değil siyaset üzerinden yapılması gerekirdi. Rövanşist yaklaşımlar doğru olmamıştır.

Farklı inançlara ve onların ibadethanelerine saygı duyan birisi olarak itirazım, Ayasofya’nın cami olarak yeniden ibadete açılmasına değildir. İtirazım; politik gösterilere, din istismarına, dinbazlığa, milli hamasete, ecdat geleneğine ve rövanşizmedir. Bu bağlamda yapılanları yanlış görüyorum.

Beklentim ise 1934’ün bir rövanşı veya 1453’ün “kılıç ve egemenlik hakkı” olarak değil, din ve vicdan hürriyetinin bir gereği olarak, bu mabedin protokol, VIP, merasim ve şovdan uzak manevi bir iklim içinde yeniden ibadete açılmasıydı. Bir mabedin (cami-kilise-havra-vs) açılışını siyasi bir şova dönüştürmek siyasi istismar ve din bezirgânlığı olduğu kadar, o mabede de büyük bir saygısızlıktır. Hele 21.yüz yılda “kılıç hakkı” veya “egemenlik hakkı” olarak bir tasarrufta bulunmak, İslam ve medeniyet açısından akla, ruha, irfana ziyandır!

Esas itibariyle İslami ve insani marifet; kadim bir mabedin kimliğini korumaktır, kimliğini değiştirmek değildir..! Egemen olduğu topraklarda camiyi kiliseye veya kiliseyi camiye çevirmek veya yıkmak hiç de zor değil, bugün olduğu gibi her türlü şov ve gösteri mümkündür.

Marifet; camiyi cami, kiliseyi de kilise olarak korumaktır. Bu bağlamda gurur duyulacak bir icraat ortada yoktur. Aksine XXI. yüzyılda utanç duyulacak bir gösteri sergilenmektedir.

Elbette Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alması, Müslümanlar için önemli bir milat olduğu kadar, Yeni Çağ için de önemli bir açılım olmuştur. Bu nedenledir ki Fatih’e “çağ kapatıp çağ açan sultan” denilmiştir. Çünkü bu tarihi milat, beraberinde ilmi ve siyasi bir değişim getirmiştir. Çoğulcu yani çok etnisiteli, çok dinli, çok kültürlü, farklı mabed ve farklı eğitim kurumlarıyla örnek ve evrensel bir imparatorluk kurarak muasırlarına medeniyet dersi vermiştir.

Bu değişimi bir övünç kaynağı olarak görmek ve değişimin getirdiği yeniliği anlamak yerine, her yıl İstanbul’un Fethi’ni kutlamak, bugün de Ayasofya’nın cami olarak yeniden ibadete açılmasını “İstanbul’un II. Fethi” olarak ilan etmek, kılıç ile fetih mesajı vermek çok basit, ezik, ilkel ve utanç duyulan bir dinbazlık-ırkçılık görüntüsü ortaya çıkarmıştır. 

Ayrıca Türkçe, Latince, Yunanca, Arapça, farsça ve İbranice dillerini anadili gibi konuşan, Coğrafya, Matematik, Felsefe alanında da derin bir bilgiye sahip olan, mühendislik ve siyasi dehası ile bilinen Fatih Sultan Mehmet, neden bu yönleriyle örnek alınmaz da, “din-diyanet-cami-cennetmekân” hamaseti ile kendisiyle övünüp dururlar. Bu yaklaşım dahi tek başına bir cehalet ve utanç örneği değil midir?

Akıl, bilgi, adalet, rahmet, hikmet dini olan İslam’ın, Müslümanlar eliyle nasıl bir dinbazlığa dönüştüğünü AYOSAFYA ile ilgili gelişmeler üzerinden gözlemlemek mümkündür.

Bir ibadetgâhın, ‘Allah için inananlar ibadet etsinler’ diye ihlas ile açmak varken, ulusal ve uluslararası politik amaçlar İçin kullanılması “Fitne” ve “dinbazlık”  değil de nedir?

Bir endişemi de paylaşmak istiyorum. Türkiye siyasal iktidarının söz konusu gerekçeleri, İsrail’in “egemenlik hakkı” iddiasıyla Kudüs ve Mescid-i Aksa üzerinde tasarrufta bulunmanın yolunu açması dâhil, Türkiye aleyhine ulusal ve uluslararası yeni hak iddialarına da gerekçe yapılmasından kaygı duyuyorum.

Ayrıca İslam karşıtı fanatik dinbazların, özellikle Avrupa’nın birçok yerinde camilere ve Müslümanlara yönelik muhtemel saldırılarına da dikkat çekmek istiyorum.

Abdulbaki Erdoğmuş