Kasım ayının 29’u Pazar günü saat 18: 00’ i geçiyor. Ali Babacan sabah Eskişehir Kongresine iştirak etmiş, öğleden sonra Kütahya Deva Partisi Kongresine katılıp ve ardından parti binasının açılışını yapmıştı. Programa göre esnaf gezmesi ve ardından yerel gazetecilerle toplantısı vardı. Hava soğuk, salgın kısıtlamaları iki saat sonra başlayacak. Caddeler boşalmış, esnafın büyük kısmı dükkanları kapatmış. Ali bey doksan ya da yüz kişilik bir grupla esnaf gezmesine çıkıyor. Ben de geleceğe dair kaygıları olan ve bir çıkış yolu arayan birey olarak gönüllülere dahil oluyorum. Ali Babacan bey ile daha önceki karşılaşmalarımda farkettiğim pozitif enerjisini tekrar hissetmek için O’na yakın durmaya ve gözlemlemeye çalışıyorum. Girdiği her dükkana tebessümle ve bazılarımızın söylemekten imtina ettiği ‘’Hayırlı işler veya Selamün aleyküm’’ cümleleriyle giriyor, hal hatır soruyor. En çok da alış verişin nasıl gittiğini soruyor. Çıkarken de ‘’ailenize selamlar’’ diyerek ayrılıyor. Gençlere ayrı bir değer veriyor. Sanırım gençlerin tercihlerinde artık kimlik siyasetinin karşılığı olmadığını tahlil etmiş. Sorulara somut, elle tutulur, hamasetten uzak ve çözüm odaklı cevaplar veriyor.

Ben de bir taraftan gerek beden dili gerekse konuşmalarını takip ederek Ali Bey’in neden Kütahya’nın yarı karanlık ıssız caddelerinde dolaştığını çözmeye çalışıyorum.

Otuz dört yaşında teslim aldığı ekonomiyi Cumhuriyet tarihinin en iyi seviyelerine getirmiş, on üç yıl kesintisiz bakanlık yapmış ve Türkiye’nin aydınlık yüzünü temsil etmiş bir bakan.

Niye bu saatte sıcak yuvasında ailesiyle birlikte değil?

Neden üç kuşağın deneyimi ile tıkır tıkır işleyen kendi işyerinin başında değil?

Niçin yüksek maaşlarla yurt içi veya yurt dışında bir şirketin yöneticisi ya da danışmanı olarak hayatını konfor içinde devam ettirmiyor?

Ya da iktidara vereceği küçük bir destek karşılığında rahatlıkla bir bakanlık koltuğu verilebilecek bir vizyona sahipken bu zor zamanlarda neden Anadolu illerini ve ilçelerini dolaşıp kendini paralıyor?

Soruları geziniyor kafamın içinde.

Tarihe merakım sebebiyle aklıma ilk gelen Sivas Kongresi oluyor nedense?

‘’Bilgi borçlandırır’’, der ariflerimiz. O yüzden böyle geniş çaplı ve zahmetli bir işe girmek zorunda hissettiğini düşünüyorum. Ali Babacan ve ekibi bu hayatı bir alacaklı gibi değil de borçlu gibi yaşamayı seçen erdemli insanlardan oluşuyor.

Vatanın ihtiyacı olan bilgiye, reçeteye ve kadrolara sahipsiniz ve gözünüzün önünde gün geçtikçe fakirleşen, geleceğe dair umutlarını kaybetmiş büyük bir kitle var. Hal böyle iken hiç bir şey yapmamak vicdan sahibi bir insanın yaratılışına uygun mudur?

Bu duygu ile insan başını yastığa koyup nasıl uyuyabilir?

Yakın ekibinden Abdurrahman Bilgiç beyefendi ile sohbet etmeye çalışıyorum. O beni bilmiyor ama ben O’nu yakından takip eden biriyim. Münih Başkonsolosluğu, Tokyo Büyükelçiliği, İngiltere Büyükelçiliği ve Mit Müsteşar Yardımcılığı yapmış dolu bir bürokrat.

Keza bu soğuk akşam gezisinde aslen öğretmen olan Selma Aliye Kavaf hanımefendiye, Kütahya’dan ve Ege’nin sorunlarından laf açıyorum. Bir dönem hükümette kadın ve aileden sorumlu devlet bakanı olarak görev yapmış. Tecrübeli, devleti ve milleti iyi tanıyan güler yüzlü bir siyasetçi.

Benzeri ve temiz özgeçmişlere sahip burada sayamayacağım kadar insanlar var grupta. En arkalarda geziyi koordine eden iki gençle tanışıyorum. Birinin Hacettepe tıp mezunu doktor, diğerinin avukat olduğunu öğreniyorum.

Geziye yeni müftülük binası inşaatından başlayıp Sevgi Yoluna doğru devam ediyoruz. Ali Babacan’a karşı esnafın yaklaşımının nasıl olacağını merak etmekteyim. Kütahya insanı beni hiç şaşırtmıyor. Konukseverliği, güler yüzlülüğü, samimiyeti ve o hep bahsedilen ‘’Anadolu irfanı’’ nı bizzat şahit oluyorum Kütahya’mızda. Daha sert muhalefet etmesini isteyen gençler var. Çoğunluk işsizlik ve ekonominin durumundan şikayetçi.

Sohbetlerde; ‘’Bir çok ülkeye seyahat ettim, dünyanın en güzel şehirlerinden biri Kütahya, Los Angeles’tan bile daha güzel’’ dediğimde alaycı bir gülümsemeyle karşılaşırım. Onları ikna etmeye, önyargılarını kırmaya çalışırım. Her şehre nasip olmayan ‘’tarih’’ denilen derin ve bir o kadar gizemli gücü hiç hesaba katmıyor birçok insan. Elimden düşüremediğim M. Mustafa Kalyon’un Kütahya’da Son Osmanlılar kitabını okudukça her gün dolaştığımız caddelerin, sokakların derin bir tarihe ve hafızaya sahip olduğunu hayranlıkla okuyorum. Küresel yoksulluğa karşı siyasilerin ilgisini çekmeye çalışan dünyada tanınmış bir aktivist olan Clint Borgen’in sözü aklıma geliyor. ’’Yurt dışındayken bulunduğunuz ülkeden çok kendi ülkenizi tanırsınız’’ diyor Borgen. Gerçekten öyle, bu şehrin eşi benzeri yok. Yeter ki biz Kütahya’ya hakettiği değeri verelim ve O’na olan borcumuzu ödeyelim.

Ülke olarak sancılı bir doğumun eşiğindeyiz. Kütahya’nın büyük bir fırsatın arifesinde olduğunu umut ediyorum. Şehir olarak evet bazı sorunlarımız var ama altın çamura düşse yine özelliğinden bir şey kaybetmiyor. Önümüzdeki süreçte Kütahya’nın özgül ağırlığını Ankara’ya hissettirecek güçlü bir yapı inşa edileceğine inanıyorum.

Gezi sonrası basın mensupları ile yapılan toplantıda bir gazeteci, çevre illerin çıkardıkları bakanlar sebebiyle Kütahya’dan bir adım öne geçtiğini belirtiyor. Kütahya’ya bir bakan sözü verir misiniz? Sorusuna Ali Babacan’nın cevabı’’ Liyakat temelinde ve istenen niteliklere haiz kimlikler olursa neden olmasın ‘’oluyor.

İktidara desteğini yıllardır esirgemeyen, ancak hakettiği ilgiyi göremeyen Kütahya’nın zamanı geldiğinde beklediği desteği ve ilgiyi göreceğini umuyoruz.

Bu topraklarda yeni bir hikaye başlıyor. Geçmişin yanlışlarından ders çıkarmış, toplumun tüm katmanlarıyla barışık, kini nefreti ve ötekileştirmeyi kabul etmeyen ve merkezinde’’ insan’’ olan bir oluşumun ayak seslerini duyuyorum. Devlet adabını bilen, ilkeli, duygudan çok mantığı önceleyen ve asıl alanı ekonomi olmasına rağmen adaletin tesis edilmesiyle bir çok sorunun çözüleceğini dile getiren genç ve tecrübeli Ali Babacan sahneye çıkıyor.

Saat sekize yaklaşıyor sokağa çıkma yasağı başlarken Ali Babacan ve ekibi otobüslerine binip Uşak iline doğru yola çıkıyor. Bir sonraki durak Manisa il kongresi.

Ben de biran önce eve geçip Cumhuriyet tarihini, özellikle de Sivas Kongresini didik didik ederek okumaya başlıyorum.

Sivas Kongresine katılan delegelerin ettiği meşhur yemin zihnimde yeni bir kapı aralıyor:

"Makam-ı celil-i hilafet ve saltanata, İslamiyete, devlete, millete ve memlekete manen ve maddeten hizmetten başka bir gaye ve emelimiz olmadığına binaen kongrenin müzakeresi devamı müddetince ihtirasat-ı şahsiye ve siyasiyeden ve fırkacılık amalinden münezzeh bir azim ve iman ile çalışacağıma namusum ve bilcümle mukaddesatım namına vallah, billah’’. 4/9/1919.

Bu yemin içimde, aydınlık bir geleceğin mümkün olduğunu, mesele vatan menfaati olduğunda fikir ayrılıklarının, farklı bakış açılarının yol ayrılığına neden olmaması gerektiğini öğütlüyor.

Rabbim’den cümlemizin ferasetini aldığımız her nefeste arttırmasını diler, salgın ve benzeri belalardan en kısa zamanda kurtulmamızı niyaz ederim.

Yalçın Can

[email protected]