Prof. Dr. Nazife Güngör Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi, öğretim görevlisi Çağımızın bunalım sebebi ''Yalnızlık ve yabancılaşma'' olarak yazdığı cumhuriyetteki yazısı. İşte detayları:

Kendisini çevresine, içerisinde yaşadığı dünyaya, içerisine doğduğu doğaya ait hissetmeyen bireyin en ciddi bunalımı ise yaşama sevincini yitirmesiyle ortaya çıkar.

İnsanlık kendi tıkanışını, kendi sıkışmışlığını yaşıyor galiba. Gün geçmiyor ki birileri vahşi bir cinayete kurban gitmesin. Özellikle de kadınların kurban edildiği hunharca işlenen nedensiz cinayetler. Ve inanılmaz tekniklerle gerçekleştirilen intiharlar. İnsanlar kendi kendilerinden ne istiyorlar? Onları ölmekten ve öldürmekten zevk alır hale getiren şey nedir? Kendilerinden vazgeçerken ya da başkalarının yaşamını bitirmeye yeltenirken neyin hesaplaşması içerisindedirler, kimden, neyin intikamını alıyorlar? Yok olmayı, var kalmaya yeğlemenin verdiği haz nedir acaba? Her bir cinayetin, her bir intiharın hiç kuşkusuz birtakım özgül nedenleri vardır, ancak asıl neden insanlığın çeşitli açılardan içerisine girmiş olduğu tıkanmışlık ve sıkışmışlık. 

Güvensizlik ve aidiyetsizlik duygusu

Ünlü Psikolog Abraham Maslow bireyin, açlık, susuzluk gibi temel biyolojik gereksinimlerinden sonraki en önemli gereksiniminin kendisini güvende hissetmek olduğunu söyler. Oysa günümüzün büyük kent ortamında insanlar feci bir yalnızlık içerisinde bulunuyorlar. Modernleşme ve metropol kentleşmeyle birlikte geleneksel topluma ait geniş ailenin yerini çekirdek aile aldı. Anne-baba-çocuk üçgeni içerisinde birtakım sorunlar yaşanıyor. İşte tam burada Maslow’un aidiyet duygusu ve güven gereksinimi tezi üzerinde biraz daha ayrıntılı düşünmek gerekiyor. Kentte yaşamak, çalışan anne babanın çocuğu olmak, bebeklikten itibaren profesyonel bakıcılarla ya da kreşlerde yetişmek. Sevgiye aç, belki de hep endişeli, güvensiz ortamlar. Ve ardından okul yılları. 

Her çocuk bir projedir

Her çocuk bir projedir anne baba için. Hedef büyük konulur, çocuğun ne istediği, neyi ne kadar yapabildiği, arzuları, duyguları önüne konulan hedefin altında ezilse de çocuk, anne babanın koyduğu o hedefe düşe kalka da olsa koşmaya çalışır. Anne babanın koyduğu hedefi kendi hedefi gibi gördüğü sürece sorun yok. Ancak günün birinde kalkıp da önlerine konulmuş olan o hedefi sorgulamaya başlarlarsa durum vahim demektir. Bir başlarsa ardı arkası kesilmez soruların. Ne yapmaya çalışıyorum, neden yapıyorum, nereye koşuyorum, ne yapmak istiyorum, bu hayatı nasıl yaşarsam mutlu olurum, ben kimim, nereye gidiyorum... vb. çoğu yanıtsız kalmaya mahkûm bu sorular kişinin kendisiyle ve çevresiyle hesaplaşma çabasıdır. Zamanında kendilerine teslim edilmeyen hayatlarının hesabını sormaya başlamaları demektir. 

Doğadan kopuş ve yabancılaşma

Öte yandan insan her şeyden önce bir biyolojik organizmadır ve bütün diğer organizmalar (bitkiler, hayvanlar) gibi doğanın içerisinde, onun bir parçası gibi yaşama gereksinimi duyar. Oysa günümüz insanı, teknolojik gelişmelerin de etkisiyle doğadan giderek uzaklaştı, hatta neredeyse tümüyle koptu, üstüne üstlük bir de doğaya meydan okur hale geldi. Bu doğadan kopuş hali günümüz insanının bugün içerisinde bulunduğu tıkanmışlığın temel nedenlerinden biri olarak değerlendirilmelidir. Doğa, içerisinde doğup büyüyen bütün canlılarla birlikte bütünsel bir sistem, bir yapıdır ve bu yapının içerisindeki tüm parçalar eşgüdüm halinde işlerse sistem aksamadan devam eder. Oysa doğanın parçalarından biri, belki de en değerli parçası güç kazandıkça içerisinde yer aldığı sisteme meydan okumakta, başkaldırmakta ve ona hükmetmeye yeltenmektedir. Böylece o sistemin içerisinde yaşam bulan tüm varlıkların dengesinin bozulmasına, işlevinin aksamasına yol açmaktadır. Ekolojik dengenin bozulması, insanın doğayla arasına mesafe koyması, ona yabancılaşması aynı zamanda kendisine yabancılaşması sürecini beraberinde getirmiştir. Ultra lüks plazalarda kimsesiz ve yalnız insanlar, kentin ışıltılı caddelerinde akan insan seli içerisinde her biri diğerine yabancı öylesine akıp gidiyorlar bir hedefsizliğe doğru. 

Çözüm bilinçli insan

Günümüz modern kent yaşamında insanın içerisinde bulunduğu bu yalnızlaşma ve yabancılaşma durumu insanın yaşama tutunma direncini hızla zayıflatıyor. Kendisini çevresine, içerisinde yaşadığı dünyaya, içerisine doğduğu doğaya ait hissetmeyen bireyin en ciddi bunalımı ise yaşama sevincini yitirmesiyle ortaya çıkar. Son zamanlarda artma gösteren intihar ve de cinayet olaylarının arkasında böyle bir gerekçe aramak hiç de yanlış olmaz. Günümüzde bir kaos dönemi yaşanmaktadır ve bunu görmezden gelemeyiz. Dünyada hissedilen savaş iklimi, bozulan ekolojik ve jeolojik denge, gelecek kaygısı, içerisinde yaşadığı ülkede kendisini güvende hissetmeme, adalete olan inancın zayıflaması vb. sosyal, küresel ve doğaya ilişkin değişim ve dönüşümler insanlığı yeni bir bunalım çağına sürüklemektedir. 

Bu yeni bunalım çağını en az hasarla atlatmanın yolu ise insanların bilinçlenmesini sağlamaktan geçer. Ama yalnızca bu da yetmez. Ailelerin her şeyden önce sağlıklı bireyler yetiştirmek için çaba göstermeleri gerekir. Çocuklara kendi hedeflerimizi yükleyerek, ömür boyu o hedeflerin peşinden gitmelerini istemek yerine, kendi ideallerini geliştirerek, kendilerini gerçekleştirmeleri yönünde onlara destek vermek daha doğru olur. Burada tek sorumlu aileler de değil elbet. Sistemin insan yetiştirmekle sorumlu tüm birimlerinin başarılı insandan önce iyi insan yetiştirmek ilkesinden hareket etmeleri gerekiyor.